0 0
Read Time:100 Minute, 30 Second

7

EYLÜL DİRENİŞİ VE " KENDİLİĞİNDENCİLİK" ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

Dışımızdaki bazı gruplar genelde Eylül direnişini "kendiliğindenci bir hareket" olarak değerlendirdiler. Dahası, direnişi 5 Eylül'den başlatanlar da oldu. Ölüm orucu ve onun dinamo konumunu ise görmezlikten geldiler veya değerlendirme dışı tuttular. Bu tutumları bizce anlaşılır bir durumdur. PKK'nin direniş içindeki önder konumunu, kesin siyasal damgasını gizleme, yadsıma kaygılarından kaynaklanıyor. Direnişten "eşit pay sahibi olma" hesapları da buna eklenmelidir. Direnişimizin bu denli ters yüz edilerek, çarpıtılarak yansıtılışı üzerinde birazcık durmamız gerekiyor. Bu, aynı zamanda konu ile ilgili değerlendirmemizi de tamamlama-eksik bırakmama anlamına gelir.

Önce "kendiliğindenci hareket" kavramına teorik açıklık, tanımlama getirmek açısından birkaç söz: Lenin'in kendiliğindenci hareketi nasıl tanımladığını biliyoruz. İşçi sınıfı hareketinin henüz sınıf bilincinden (bilimsel sosyalizmden) yoksun bulunduğu ya da sosyalist bilinç ile işçi sınıfı hareketi arasında gerekli bağ ve bütünleşmenin henüz kurulamadığı dönemde, işçilerin içinde bulundukları duruma, onun dayanılmaz koşullarına karşı eyleme geçmesi, belli hareketlere başvurması olayı kendiliğindenci bir hareket olarak değerlendirilir. Bu tür hareketler içinde sınıf bilincini embriyon şeklinde taşımakla birlikte, esas olarak sınıf bilincinden yoksundurlar. Sınıf içgüdüleri, içinde bulunan yaşam ve çalışma koşularının dayanılmazlığı vb. etmenler kendiliğindenci hareketleri koşullar ve motive eder. Yani kısacası, belli bir bilgi ve bilinç embriyonu taşımakla birlikte kendiliğindenciliğin karakteristik özelliği sosyalist-siyasal bilinçten, onun yönlendiriciliğinden yoksun olmasıdır. En alt biçimlerinden, en üst biçimlerine kadar, kendiliğindenci hareketlerin temel özelliği budur. Mevcut yaşam ve çalışma koşullarına belli düzeylerdeki tepkileri ifade eder. Tanım düzeyinde fazla ayrıntıya girmeye gerek yok. Somut örneğimize dönelim.

Eylül direnişi yukarıda özet olarak verilen tanım çerçevesinde değerlendirilebilir mi? 5 Eylül başkaldırısı, belli bir siyasal bilinç ve örgütlülük ile motor güçten yoksun muydu? 5 Eylül'ü hazırlayan, doğuran koşullar, etkenler, öznel öğeler nelerdir?

Yukarıdaki açıklama ve değerlendirmelerden anlaşılacağı gibi, 5 Eylül birden bire ve artık zulüm ve vahşetin dayanılmaz koşullarına karşı kendiliğinden oluşan bir patlama değildir. Kaldı ki, kitlenin ve dışımızdaki grupların içinde bulunduğu psikolojik ve siyasal yapı, durumu hiç de kendiliğinden harekete geçmelerine uygun değildi. Baskılar yoğundu, işkence vahşet boyutlarındaydı, ama kitle ve diğer gruplar da takatten düşürülmüştü, deyim yerindeyse iğdiş edilmişti. Bu koşullarda kendiliğinden bir patlama, anlık bir tepki beklemek hayalcilikti. Birilerinin, kitlenin ve diğer grupların elinden tutması gerekiyordu. Yoksa ayağa kalkmaları, yürümeleri, tepkilerini patlatmaları, yani kendiliğinden "yeter" diye çığlık atmaları mümkün görünmüyordu. Bu, Diyarbakır gerçekliğinin bir yanıdır.

Eğer 5 Eylül kendiliğindenci bir hareket ise, şu soru akla geliyor hemen: Neden bu hareket daha önceki tarihlerde değil de 5 Eylül'de gerçekleşti? Yoksa büyük bir rastlantı mıdır? Kendiliğindencilik teorisi ile Eylül direnişine yaklaşan grup veya kişilerin bu sorulara doyurucu, inandırıcı ve doğru yanıtları yoktur, olamaz! 1982'de cezaevi yaşam koşulları çok daha dayanılmaz boyutlardaydı. 1983'e göre daha da korkunçtu. O halde niye o dönemde kitlede bir 5 Eylül yaşanmadı? Bu soruyu da açıklayıp yanıtlayamazlar.

5 Eylül direnişi öncesinde cezaevi kitlesi, kitlesel bir başkaldırıya, harekete kesin hazır değildi. Psikolojik ve siyasal konumu bunu doğuracak olgunlukta değildi. Birilerinin müdahalesi gerekliydi, zorunluydu. Mazlum yoldaşın eylemi, Dörtlerin yangını "kendine dönüşün, geleceği düşünmenin, direnişe yönelimin ipuçlarını oluşturuyordu kitlede. Ancak esas etkiyi ve direnişçi dönüşüme yönelimi 14 Temmuz eylemi ve sonuçlarından başlatmak gerekir. Yukarıda yazdık. Bir daha hatırlatalım: 14 Temmuz, insanların kendine, arkadaşlarına, direnişe güven duygularını geliştirdi, direniş önderliğine ve otoritesine güveni arttırdı. Öte yandan, 1980'lerde var olan, "Teslimiyet-kurallara uymak kurtuluştur, direnmek ise maceradır, işkencedir!" biçimindeki yanılsama yerini, "Teslimiyet her türlü işkencenin ve onursuzluğun adıdır, basamağıdır; direnmek ise onurlu bir yaşamın adıdır" bilincine terk etti. Kitle bu gerçekliği kendi öz pratiği ile kavramıştı. Bu olumlu gelişim, direnişe yaklaşmada kat edilen mesafe önemliydi. Ancak henüz olgun değildi. Daha başka etkilerin-etkenlerin oluşması gerekiyordu. Önder bir güce, katarı harekete geçirecek bir lokomotife şiddetle ihtiyaç vardı.

İşte 1 Eylül'de başlayan ölüm orucu eylemi ihtiyaç duyulan lokomotifin kendisiydi. Ölüm orucu, harekete geçirici, örgütleyici, düşündürücü, dönüştürücü bir role sahipti. 1 Eylül'de başlayan ölüm orucunun bu rolünü ve özelliklerini kavramayanlar veya kavramak istemeyenler kaçınılmaz olarak, ölüm orucu ile kitlesel eylemlilik arasındaki bu şaşmaz bağlantıyı ve ilişkiyi kavrayamazlar. Şu rahatlıkla söylenebilir: Nasıl ki, bir tren katarının, lokomotifsiz harekete geçmesi mümkün değildiyse, aynı şekilde 1 Eylül ölüm orucu olmadan 5 Eylül kitlesel başkaldırısı mümkün olmazdı. Ölüm orucu ile kitlesel direniş arasında kesin, net ve doğrudan bir ilişki ve bağlantı söz konusudur. 27. koğuşta bulunan PKK savaş tutsaklarını motive eden, bir başkaldırıya yönelten ölüm orucu eyleminin kendisidir.

Şöyle bir itiraz gelebilir: "Koğuşlar en dar anlamda, organik olarak örgütlendirilmemişlerdi ki, o halde onların harekete geçişi kendiliğinden oldu." Bu itirazın tutar bir yanı yoktur. Her büyük toplumsal eylemde, sınıf kavgasında, işin başında tüm bireylerin en tam anlamda, bir komite, birim ve örgüt içinde örgütleme anlamında örgütlenmeleri gerekmiyor. Buna pek fırsat yok. Burada önemli olan öncünün örgütlülüğü, doğru strateji ve taktiklere sahip oluşu ve kitleleri harekete geçirebilme yeteneğidir. Ekim devriminde yer alan tüm kitle örgütlü müydü? Ya da tüm Rus işçileri ve köylüleri Bolşeviklerin yönetimindeki örgütlerde mi örgütlüydüler? Koğuşlarla en dar anlamda bir örgütsel ilişki yaratılamamıştı, ama belli bir siyasal ilişki vardı, önderliğini otoritesini tartışmasız tanıma olayı vardı. Bir direnişe hazırlıklı olmaları istenmişti ve 1 Eylül ölüm orucuyla birlikte koğuştaki arkadaşlara direniş çağrısı yapılmıştı çok açık bir şekilde. Bütün bunlar bir şey ifade etmiyor mu? İnsanlarımız bir direnişi zaten bekliyordu, kendini buna hazırlıyordu. Ve motor ateşlendiği an, kitlesel eylemlilik de gündemleşti ve "devrim" boyutlarına sıçradı. Toplumsal/sınıfsal mücadelenin yasaları budur. Belli bir hazırlık ve olgunluk düzeyine gelmiş bir kitleyi ateşlemek için bir kıvılcım yetebiliyor!

Dahası var, sorun salt kitlenin harekete geçirilişi ile bitmiyor. Kitle eylemliliği motorla eklemleniyor. Önderlik tarafından yeniden örgütleniyor, merkezileştiriliyor, belli bir program ve hareket tarzına oturtuluyor, yürütülüyor ve son olarak direniş zaferle sonuçlandırılıyor. Bütün bu öğeleri, bileşenleri bir araya getirip topluca tanımladığımızda "kendiliğindenci hareket" değerlendirmesinin ne kadar büyük bir çarpıtma olduğu görülecektir. Kitleler kendiliğinden bilinç ve örgütlülük öğelerinden yoksun olarak, dayanılmaz koşullara içgüdüsel, olarak başkaldırmadı. Belli bir önderlik, önderliğin motor konumundaki eylemliliği temelinde ve onunla bütünleşen bir kitlesel direniş, işte Eylül direnişinin en kısa özeti budur. Ve bu direniş başından sonuna kadar PKK'nin siyasal önderliğinin kesin damgasını taşır. İşte, diğer grupları doğru olmayan, sakat ve çarpık değerlendirmelere götüren de bu gerçekliğin kendilerine ağır gelmesidir! Dolayısıyla, grupsal kaygılar ve hesaplar onları gerçekliği çarpıtma, yanlış gösterme noktasına götürecekti.

Bazı gruplarda "Eylül direnişi" tanımı yerine, 5 Eylül direnişi adını kullanmayı yeğliyor. Bu, bilinçli bir seçiştir. Yine dar grupsal kaygı ve hesaplardan kaynaklanıyor bu. Oysa direniş bütün bir süreçtir. Bir an ve bir tek öğeyle açıklanamaz. 1 Eylülde başlayan, 27 Eylülde zaferle sonuçlanan bir süreç. 5 Eylül ise ölüm orucunun motive etliği ateşlediği ve öncünün kitleyle bütünleştiği olayın adıdır, sürecin çok önemli ve temel bir bileşenidir. Tüm görkemliliğine karşın 5 Eylül, tüm bir süreci tanımlamakta yetersiz kalır. Adlandırmanın tüm süreci kucaklaması, kavraması ve ona en uygun olması gerekiyor. O halde 1 Eylül'de başlayan, 5 Eylül'de doruk noktaya sıçrayan ve 27 Eylül'de zafer ipini göğüsleyen direniş sürecine denk düşen en doğru ve kavrayıcı ad EYLÜL DERENİŞİ'dir.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
News Reporter