9
EYLÜL DİRENİŞİNİN SİYASAL ANLAMI, SONUÇLARI VE ETKİLERİ
Eylül direnişi, gerek cezaevi yaşamı ve koşullarında yarattığı köklü değişiklik, gerek faşist cuntaya vurduğu darbe ve gerekse PKK'nin çeşitli konulardaki görüşlerini, ideolojik-politik çizgisini bir kez daha doğrulaması bakımından çok önemli bir siyasal içeriğe ve öze sahiptir. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi açısından bir kilometre taşı niteliğindedir. Önce cezaevi yaşamı ve koşulları bakımından anlamına ve sonuçlarına kısaca bakalım.
En başta vurgulanması gereken sonucu, teslimiyet statüsünü yıkması, parçalaması ve birkaç kalıntı dışında tasfiye etmesi olgusudur. Bu anlamı ile Eylül direnişi, cezaevi boyutlarında bir devrim niteliğindedir. Bu "devrim" kişilikte, düşüncede ve günlük yaşamda yansıyacak bir etkiye sahiptir, bu anılan noktaları da belli bir dönüşüme götürmüştür/götürecektir. Teslimiyet ve vahşet statüsünün yıkılması ve tasfiyesi ile birlikte cezaevinde, insanlık onurumuza ve siyasal kimliğimize uygun bir cezaevi yaşamı da kuruldu. Yeni kurulan bu yaşam çerçevesi temel alınarak devrimci mücadele çeşitli biçimlerde ve boyutlarda sürdürülebilirdi.
İkinci nokta, Eylül direnişi, teslimiyet ve ihanet politikası ve pratiğini püskürtmüş, düşmana bu konuda kesin geri adım attırmıştır. Bu politikanın temel aracı ve yöntemi olan işkence, baskı, hakaret ve her türlü, insanlık dışı uygulama da ortadan kaldırılmıştır. (Kuşkusuz, sonuçlar görelidir, mevcut güç ilişkileri ve dengelerinin değişmesine kadar belli bir ömrü vardır. Dengelerin lehine döndüğünü sezdikleri noktada aynı vahşi araç ve yöntemlerle saldırıya geçeceği kesindir. Çünkü düşmanın Kürdistan ve PKK politikası bellidir, bu TC'nin temel direklerinden biridir, TC'nin yıkılışına kadar veya Kürdistan'daki egemenliği kesin olarak son bulana kadar varlığını korur ve sürdürür.)
Üçüncüsü, savunma hakkı genişletildi ve daha da pekiştirildi. Kullanım alanı genişletilen ve rahatlatılan bu hak en iyi bir biçimde kullanıldı. Geniş siyasal savunmaların yanı sıra, cezaevinde yaşanan gerçeklik en ayrıntılı bir şekilde ve hemen hemen tüm tutsaklarca-siyasal savunma yapsın veya yapmasın-açığa çıkarılıp belgelendirildi. Bu tam bir kampanya biçiminde sürdürüldü. Vahşetin sorumluları, onlarca devrimci ve yurtseverin katilleri hakkında suç duyurularında bulunuldu. Kısacası, Eylül direnişi, faşist-sömürgecilerle çok yönlü bir hesaplaşma, hesap sorma dönemini açmıştı.
Dördüncüsü, uygulanagelen çok yönlü tecrit politikası ve uygulaması parçalandı. Bu alanda bir dizi olanak yaratıldı. Gazete ve TV'den aile ve avukat görüşlerine, mektuplaşmaya kadar yaratılan bir dizi olanak. Bu, dışarıya açılan birkaç pencere, soluklanmada birkaç nefes borusu anlamına geliyordu.
Beşincisi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, direnişimiz bir aile hareketi doğurdu ve aynı zamanda ailelerimiz üzerindeki baskılara görece son verdi.
Altıncısı, direniş sürecinde cezaevinde ortak hareket ve gruplar arası birlik zemini nesnel olarak doğdu. Ortak düşmana karşı ortak tavır şiarının direniş temelinde ve direnişle sağlanmış olması olumlu bir gelişmedir. Geriye buna öznel boyutlar katmak kalıyordu. Her şeye karşın gruplar arası dostluk, ortak hareket gibi duygu ve düşüncelerin gelişmesi olumluydu. Direniş kazanımları bakımından önemli bir dayanak anlamına da geliyordu.
Açık ki, Eylül direnişinin siyasal etkilerini salt zindanlarla sınırlayamayız. Duvarları aşan, hatta yurt sınırlarını aşan siyasal sonuçları ve etkileri olmuştur. Bunları şöyle özetlemek mümkündür.
Bir kez, cuntanın teşhiri ve tecridi kampanyalarına hız ve derinlik kazandırmıştır. Cuntanın işkenceci, katil ve insanlık dışı yüzünün tüm boyutlarıyla açığa çıkmasına yardımcı olmuştur. Direnişimiz insan hakları savunucularına, ilerici ve demokrat çevrelere faaliyetlerinde somut malzemeler sunabilmiştir.
Öte yandan direnişimiz, halkımıza ve Türkiye halklarına bir direniş ve mücadele çağrısıdır. Bu çağrı, partimiz tarafından en iyi bir tarzda değerlendirilerek, karşılığını ulusal kurtuluş savaşında bulacaktır. Genelde zindan direnişi, özelde Eylül direnişi, hazırlıkların yoğunlaşmasında, parti çalışmalarını derinleştirmede kamçılayıcı bir rol oynamıştır. Direnişimiz, yurt dışı faaliyetlerinde önemli olanaklar hazırlamıştır; dost ve müttefik konumundaki güçler nezdinde saygınlık ve prestijini arttırmıştır. Dolayısıyla Kürdistan sorununun kamuoyunda gündemleştirilmesinde, tanınmasında belli bir etkide bulunmuştur.
Diğer bir nokta da şu: Kürdistan halkı en zor ve olumsuz koşullarda bile, eğer direnişe cesaret edilirse, kararlıca ve hiç bir fedakârlıktan kaçınmaksızın direniş sürdürülürse, düşmanın geriletilebileceğini ve zaferin pratikte mümkün olduğunu görmüştür. Eylül direnişi bunu kanıtladı. Direnişe böyle bir yaklaşımın halkımız içinde gelişmesi ve güçlenmesi demek, bir adım daha özgürlüğe ve bağımsızlığa yaklaşmamız demektir. Böyle bir devrimci-direnişçi anlayışa, işte bu somut pratikleri yaşayarak ve görerek ulaşacaktır.
Devrimci pratik, görüşler ve tezlerin sınandığı, denendiği bir laboratuardır, denek taşıdır. Devrimci pratik netleştiricidir, ayrıştırıcıdır, berraklaştırıcıdır. Herkesin, her grubun öz sınıf kimliği ile ortaya çıktığı veya sınıf kimliğini konuşturduğu ve buna göre notunu -puanını aldığı bir sınav niteliğindedir. Zindan direniş pratiği de tüm bu niteliklere sahiptir.
Diyarbakır zindanının toplumsal bileşimine bakıldığında Kürdistan toplumunun küçük bir maketi olduğu görülecektir. Toplumun her kesiminden insanların bulunduğu bir alandır. Öte yandan, Kürdistan'da var olan, faaliyet yürüten tüm sol grupların da içinde yer aldığı bir maket. Dolayısıyla siyasal görüş ve tezlerin doğrulanması veya yalanlanması açısından doğru ve sağlıklı bir gösterge konumundadır.
Diyarbakır zindanları Kürdistan'ın bir maketi ve Eylül direnişini de bu boyutlarda bir devrim olarak değerlendireceksek, dolayısıyla, siyasal görüş ve tezlerin niteliği, doğruluğu vb. hakkında da muazzam bir toplumsal-siyasal göstergeye, ölçüye sahibiz demektir. Bu sözlerimiz bir kurgu değil, gerçekliğin kendisidir.
Bu bağlamda yaklaşıldığında, PKK'nin ideolojik-politik çizgisinin, toplumsal yapımıza, sınıflara, onların siyasal yansımalarına ve Kürdistan devrim sorunlarına ilişkin getirdiği çözümlemeler ve tezlerin bütünüyle doğrulandığını, tam bir gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz Bu sözlerimizi daha da somutlaştırırsak:
PKK ne diyordu?
Diyordu ki, "Proleter önderlikli ulusal kurtuluş çözümü, Kürdistan için herhangi bir çözüm değil, biricik çözümdür." Bu görüşümüz, genelde zindan direniş pratiği ve özelde Eylül direniş deneyi tarafından tüm netliği, açıklığı ile doğrulandı, kanıtlandı. Bu, pratikte de yaşandığı ve görüldüğü gibi, PKK'nin proleter sınıf kimliği ile ne denli özdeş olduğunu, ya da proletarya devrimciliğinin PKK'nin şahsında nasıl somutlandığını ve ete kemiğe büründüğünü dosta ve düşmana gösterdi. Toplumumuzun biricik önder, çözümleyici ve yol açıcı gücü/hareketi olduğunu kanıtladı. Bu doğrulama ve kanıtlamanın temelinde şehitlerimizin kanı var, engin fedakârlık ve proleter sebat var. Tüm zindan direnişlerinde hep PKK'nin önder konumunu, örgütleyici, yönetici ve tayin edici rolünü görüyoruz. Bu bir rastlantı mıdır?
'81 direnişi, mahkeme savunmaları, Mazlum yoldaş, Dörtler, 14 Temmuz ve Eylül direnişi… Hep PKK'nin önder damgasını taşırlar. Proleter devrimcilik, Marksist-Leninistlik iddialarını kimseye bırakmayanların, hatta bu konuda mangalda kül bırakmayanların pratikleri ortadadır, Eylül direnişi içindeki konumları da! Onlar, PKK'nin açtığı ve önderlik ettiği direniş hareketinin bir köşesinde yerini alabilmişlerdir.
PKK, Kürdistan küçük-burjuvazisinin ve onların siyasal temsilcilerinin, (Temsil etme yeteneğinde bile değiller ya!) Kürdistan devriminin içindeki konumunu ve tutumunu belirlemişti: "Kürdistan küçük-burjuvazisi sömürgeci ve feodal-komprador düzen temelinde doğmuş ve ona bin bir bağla bağımlıdır. Dolayısıyla ürettiği milliyetçilik radikal değil, teslimiyetçi bir milliyetçiliktir. Bu konumu onun güçsüzlüğünü de vurgular. Dolayısıyla ulusal kurtuluş sürecine kendi siyasal temsilcileri ve örgütüyle katılması mümkün değildir; politik bir güç olma, yeteneğine sahip değildir. Ancak parti tarafından örgütlendirilerek cephe içine çekilebilir. Ve bu sınıf, başarıdan emin olduğu zaman devrime katılır vb." Diyarbakır zindan pratiğinde, özel olarak Eylül direnişinde bu görüşlerimiz tamamıyla doğrulandı. Bizim küçük- burjuva teslimiyetçi grupların niteliği, gücü, çapı tüm çıplaklığı ile açığa çıktı ve netleşti. Kendi adına bile bağımsız siyaset yapma güç ve yeteneğinde olmadığı ortaya çıktı. Ancak birilerinin peşinde sürüklenebilirlerdi. O da belli dayatmalar sonucunda, başka çıkar yolun kalmadığı noktalarda. Eylül direnişindeki konumu ve tutumları böyle oldu.
Genelde zindan direnişçiliği ve özelde Eylül direnişi, tutarlı proleter direnişçilik ile tutarsız "direnişçilik" ve küçük-burjuva tutumları arasındaki sınırı da belirginleştirip netleştirdi. Bu noktada PKK direnişçiliği ile dışımızdaki grupların "direnişçi" anlayışlarının farklılığı net olarak karşımıza çıkıyor.
PKK, "Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür", "Direnmek yaşamaktır!" diyordu. Bu şiarlar, tüm zindan pratiği ve direniş gerçekliğinde kafalara vura vura doğrulandı. Bunlar teorik belirlemeler olmaktan çıkıp yaşamanın gerçekliği haline geldiler.
PKK'nin toplumsal yapımıza ve kişilik özelliklerimize ilişkin yaptığı çözümlemeler zindan pratiği taralından doğrulandı.
Ve bir bütün olarak toplumun, kişiliklerin, düşüncelerin devrimci dönüşümünde, devrimci direnişçiliğin ve devrimci savaşın oynadığı rol konusundaki partimizin görüşleri zindan pratiği ve özel olarak Eylül direnişi tarafından doğrulandı.
Yaşam pratiği tarafından sınanıp doğrulanan partimizin doğru ideolojik-politik bakış açısı, önüne dikilen her engeli, örgütlü gücü ve savaş deneyimiyle aşarak, yaşamın her alanında başarıdan başarıya koşacaktı… Bu, durdurulamadı. Zindanlarda durdurulamadığı gibi… Karanlıklara ışık, sorunlara çözüm, bağımsızlık ve özgürlüğe anahtar olmaya devam edecektir…
M. Can YÜCE
1988, 1989
Diyarbakır Zindan Direnişi
Weşanên Serxwebûn, Ocak 1991