Uluslararası finans krizinin etkileri ABD’den başlayarak tüm dünyaya yayılıyor. Dünya ekonomik krizinin habercisi olarak da değerlendirilen gelişmeleri inceleyen yazılardan bir derleme yaptık. Analizler; krizin emekçilere çıkaracağı faturanın dünya emek hareketinde yeni bir süreci tetikleyeceği ve krizin neoliberalizmin iflası anlamına geldiği yorumlarında ortaklaşıyor.
Volkan ALICI
ABD’de başlayan finans krizi, kapitalizmin yeni bir krizinin yaklaşmakta olduğunun işaretini veriyor. ABD’de hükümet, büyük ölçekte ‘kamulaştırmalar’ yapıyor, korku ve panik, Wall Street’ten başlayarak Avrupa’nın, Asya’nın borç simsarlarına, risk spekülatörlerine ulaşıyor. Öyle ki yaşananlar ve yaşanacaklar, 1929 Bunalımı ile karşılaştırılıyor.
Tabii, finansal krizin tüm hızıyla süren sarsıntılarını ezilenler daha yoğun hissediyor; işten çıkarmalar, ücretsiz izinler, esnek çalışma, ücret baskıları her geçen gün küresel bir hal alıyor. Krizin Türkiye’ye nasıl yansıyacağı konusunda tartışmalar sürerken, DİSK Birleşik Metal İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygusuz, somut bir örnekle ‘merakımızı gideriyor’: “Krizin yükünün emekçilere ödettirilmesi yine beklenmelidir. Bunun ilk ipucu sürmekte olan metal sözleşmelerinde ortaya çıkmıştır. MESS, 100 bin işçiyi kapsayan toplu sözleşmeleri ‘kriz var’ politikası üzerine oturtmaya çalışmaktadır. Bunun somut anlamı, başta denkleştirme ve telafi çalışması olmak üzere çeşitli esneklik biçimlerini toplu sözleşme maddesi haline getirme niyeti ve üstelik bunu ‘olmazsa olmaz’ ilan etmesidir. Bunun ardından düşük ücret zammı önerisinin gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktır.” Kaldı ki ilk defa yapılacak bir şey değil bu. Kaygusuz, 2001 krizi döneminde toplu sözleşmelerle kazanılmış hakların bile bazı sendikaların onayı ile geri alındığını; MESS ve Türk Metal arasındaki 2002-2004 yılı dönemine ilişkin toplu sözleşme yürürlükte iken, ücret zammının yarı yarıya düşürülmesinin Türk Metal Sendikası’nın onayı ile uygulandığını da söylüyor. (ANF, 19.09.2008)
Amerikan orta sınıflarının yaşam tarzında sarsıntılara da işaret eden, sosyal ve psikolojik yansımaları olacak bir krizden söz ediyoruz. (Bu, ayrı bir yazının konusu.)
Bu arada kimi ezberler de bozuluyor. Örneğin BBC; “bankaların devlet müdahaleleriyle kurtarılması, banka birleşmelerine hükümetlerin aracılık etmesi, riskli varlıkların devlet tarafından teminat olarak kabul edilmeye başlanması” ile birlikte ABD ve İngiltere’de “Müdahaleci kapitalizm devri mi başlıyor?” veya “kapitalizmin sonu mu geldi?” tartışmalarının başladığını haber veriyor. Kriz, sadece mali değil, ideolojik bir şok etkisi de yaratıyor. Basın ve akademi dünyasında bu tartışmaların arttığının haberleri geliyor. London School of Economics’ten bir profesörün, Willem Buiter’in yorumu şöyle örneğin: “Bildiğimiz şekliyle Amerikan kapitalizminin artık sonuna gelinmiştir.“
E tabii ki, Marks’a atıflar da artıyor. ‘İlginç’ bir örnek: “Tüm Anglikanlar’ın lideri Canterbury Başpiskoposu Rowan Williams, sağcı Spectator dergisinde yayımlanan makalesinde, mali piyasanın sıkı disipline edilmesi çağrısı yaparken, ‘Tahayyül edilemeyecek düzeyde bir kurmacayla bir o kadar tahayyül edilemeyecek çapta servet elde edildi. Marx varolmayan şeylere gerçeklik, güç ve aracılık atfedilmesiyle vahşi kapitalizmin bir tür mitolojiye dönüştüğünü gözlemlemişti. Başka şeylerde değilse bile bunda haklıydı. Bu putperestliktir’ dedi.” (Radikal, 26.09.2008)
Kriz, Türkiye’de de uzunca bir süredir tartışılıyor. Örneğin Mavi Defter, aylardır krize dikkat çeken yazılar yayınladı. Yazarlarımızın yaklaşmakta olan dünya ekonomik krizine yönelik analizleri dergimizde manşetten duyuruldu. Yazarlarımız bu sayıda da konuyu incelemeye devam ediyor. Ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde çıkmış yazılardan bir derleme de hazırladık. Çoğu “bizim mahalle”nin iktisatçılarının, yazarlarının yazılarından, yaşanan krize ve olası seyrine ilişkin seçtiğimiz bölümleri okurlarımızın dikkatine sunuyoruz.
Yazarlarımızın konuyla ilgili daha önce Mavi Defter‘de yayınlanmış yazılarına ise, aşağıdaki yazı başlıklarına tıklayarak ulaşabilirsiniz:
Haluk Gerger; Kriz ve sosyalistler
Haluk Gerger; Kriz kapıda, sol nerede?
Sungur Savran; Ekonomik krize karşı sınıf yığınağı gerek
Haluk Yurtsever; Kriz ve inisiyatif
***
İBRAHİM OKÇUOĞLU: Son gelişmelerin eşliğinde Dünya ekonomisi
Amerikan konut krizini, para basımının kontrolden çıkması soncunda patlak verdi, diye de tanımlayabiliriz. Böyle tanımlarsak bu krizin salt, herhangi bir balon patlaması olmadığını, aksine dünya çapında bir sermaye birikimi krizi olduğunu, dolayısıyla kapitalist sistemin ağır krizlerinden birisinin başlangıcı olduğunu kabul etmiş oluruz. Bugün yaşanan krizin, dünya çapında ve 1929 krizini gölgede bırakan boyutlar almaya başlamış olması bunu doğrulamaktadır.
(…) Kriz adeta bir fasit daire. Önce konut kredisiyle ilgili birkaç ipotek bankası etkilendi. Sonra, kredilerle spekülasyon yapan büyük yatırım bankaları etkilendi. Ve sonra hayali değerler üzerine kurulmuş olan şato çökmeye başlayınca diğer bankalar da etkilendi. Sonrası belli; ABD’de büyük bankaların iflası, bütün dünyada bankaların, borsaların etkilenmesi ve Amerikan konut sektöründe patlak veren spekülasyonun dünya kredi ve banka krizine dönüşmesi. Şimdi bu kriz maddi değerlerin üretimini de etkiliyor. Aynen kitaplarda yazıldığı gibi klasik bir kriz süreci, klasik bir kapitalist konjonktür devreviliği.
Yeni kredinin sağlanmaması, sanayinin de sermaye temini zorluğuyla karşı karşıya kaldığı ve bundan dolayı krize girmesi anlamına gelebilir ve bugün ABD’de böyle bir süreç yaşanmaktadır. Sanayinin krize girmesi, ekonominin yeni bir konjonktür devreviliğine girmesi demektir. Hiçbir güç bu süreci durduramaz; kriz gerekli olduğu kadarıyla sermaye kıyımı yapar, işçileri sokağa atar ve “ortalığı” sermayenin yeni hareketi için temizler.
(…) Konut krizi, spekülasyon veya daha geniş anlamda mali kriz, ekonomik krizin, fazla üretim krizinin öncüsü müdür? Değil, bu türden krizlerin ekonomik krizin öncüsü olma gibi bir özelliği yoktur. Ama ekonomik krizin habercisi olabilir, yani ekonomik krizin patlak verme sürecini hızlandırabilir. Bu türden krizler ekonominin seyrinde birtakım olumsuzlukların olduğunun açık bir ifadesidir. Bu krizler devletin alacağı tedbirlerle; politikalarla engellenebilir (aynen 1987 borsa krizinin yönlendirilmesi gibi). Ama ekonomik kriz engellenemez. Mali krizin kapitalizmde herhangi bir yasallığı yoktur, ama ekonomik kriz, kapitalist ekonominin bir yasallığıdır.
16 Eylül 2008, Özgür Radyo
AHMET ÖNCÜ: Büyük insanlık felakete sürüklenmekte
(…) Ben, asıl krizin dünya ekonomisinin üretim, tüketim ticaret ve dolayısıyla istihdam alanlarında bugüne kadar görülmedik bir daralma yaşayacak olması olarak kavranması gerektiğini düşünenlerdenim. Dolayısıyla olup bitenden habersiz yaşam savaşımını en ağır koşullarda sürdüren milyarlar, yani Nâzım Usta’nın “Büyük İnsanlığı”, bir felakete sürüklenmektedir.
Mali krizin açığa çıktığı bu hafta içerisinde finans çevrelerinin sözcüsü olan en tanınmış gazeteler (Örneğin Wall Street) ve TV kanalları (örneğin CNN ve Bloomberg) bu yaşadığımızın 1930 çöküşünden bile daha ciddi bir çöküş olduğunu söylemişlerdir. Bu tarihi ifşaatları asla unutmayalım. Bu noktada ünlü spekülatör Georges Soros’un iki gün önce “sırada birçok büyük banka var, mali sistem iflaslarla sarsılmaya devam edecek” dediğini ise hiç ama hiç es geçmemek gerekiyor. Soros böyle diyorsa, piyasaların baş aktörleri adına konuşarak bunu diyordur. Yani gelecek günler için onların deyimiyle nasıl bir “pozisyon” alacağını söylüyordur.
(…) Bu çöküş konut piyasasında başlayan bir daralmanın sonucu olarak gündeme gelmemiştir. Tek bir piyasada başlayan bir daralma kapitalizmi böylesine ciddi bir krize hiçbir zaman sokmaz. Tam tersine bugün yaşanan çöküş kapitalizmin uzun bir süredir aşamadığı reel krizini finansal operasyonlarla aşmaya çalıştığından ortaya çıkmıştır. Konut piyasasındaki daralmanın temel nedeni finans kapitalin borsalarda ve gayrimenkul varlıklarda yarattığı büyük köpüğün patlamasıdır. Asıl sorun ise durgunluk ve arkasından hızla gündeme gelecek olan reel çöküştür. Paçalar alev almıştır. Şu anda dünya kapitalizminin mali sektöründe yaşananlar bir yandan bir kurtlar sofrası durumudur, diğer yandan da devletin emekçi kesimlerden topladığı vergilerle batan mali sermayeleri kurtarma operasyonlarıdır.
(…) İşte bütün bunlar neoliberalizmin iflas ettiğini ve tarihin çöplüğüne atıldığını kanıtlamaktadır. Belki de gelecek kuşaklar 15 Eylül 2008’i neoliberalizmin vefat tarihi olarak anacaklardır. Bu anlamda yaşadığımız günler küreselleşme “efsanesinin” de sonu demek olduğu gibi, sistemin ciddi bir ideolojik açmazla karşı karşıya bulunduğu anlamına da gelmektedir.
(…) Bugün ABD’de yaşananlar tam da 11 Eylül durumuna benzemektedir. ABD toplumu bir psikolojik çöküş yaşamaktadır. İktisatçıların “panik” diye analizlerinde vurguladıkları ruh hali bütün bir ABD toplumuna ve ekonomisine hakim olmuştur. Bu ise sistemin ani bir şoka her an maruz olduğu anlamına gelir.
(…) Avrupa hem sosyal hem politik çalkantılara gebedir. (…) Mısır başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkelerinde bu yıl gördüğümüz kitlesel ayaklanmalar ortaya çıkabilir.
İran’a saldırının gündeme gelmesi büyük olasılıktır. (ABD’deki yukarıda vurguladığım ruh halinden bir an evvel çıkma arayışı savaşı bir siyasete dönüştürmektedir). Gürcistan’daki gerginlik derinleşecektir.
Türkiye’ye ne mi olur? (…)Türkiye’nin Meksika ve Arjantin ile birlikte benzer bir felakete sürüklenmekte olduğudur.
20 Eylül 2008, BirGün
KORKUT BORATAV: Krizden söylemler, insan manzaraları
(…) Emperyalizme “tekelci kapitalizm” çözümlemesi içinden bakanlar için bu olguların şaşırtıcı hiçbir tarafı yoktur. Serbest piyasacı fanatiklere soralım: “Niçin şaşırıyorsunuz? Lenin’i okumanıza gerek yok; elli küsur yıl saygın Başkanınız Eisenhower, görevden ayrılmadan önce, askerî, endüstriyel şebeke diye adlandırdığı olgunun siyasi iktidarı kontrol çabalarının yarattığı tehlikelere dikkat çekmedi mi? Yıllardan beri dev şirketlerin siyaset üzerindeki dayanılmaz baskısını belgeleyen, teşhir eden siyaset bilimcileri, gazetecileri, filmleri nasıl görmezlikten gelebilirsiniz? Şimdiki başkanınız Bush’un petrolcü sermayeyle sımsıkı göbek bağları yok mu? Başkan yardımcınız Cheney, Beyaz Saray’a Halliburton şirketinden transfer olmadı mı? Ve Halliburton’un Irak’ta çoğu kez ihalelere bile girmeden milyarlarca dolarlık iş almasını sağlamadı mı?”
Kısacası, Amerikan devletiyle büyük sermaye arasındaki sıpsıkı, organik bağları gösteren sayısız olgu ve çözümleme dikkate alındığında, ABD hazinesi ve merkez bankası batmakta olan dev finansal şirketler karşısında elbette hareketsiz kalmayacaktı ve “kurtarma” senaryolarını hayat geçirecekti. Tek ayakbağı, “serbest piyasacı” fanatiklerin gerçek-dışı, yapay doktrinleri değil, Amerikan tarihinden kaynaklanan “popülist” bir eleştirinin patlak vermesidir: “Vergi mükellefleri olarak bizim sırtımızdan zenginleri kurtaramazsınız…”
Serbest piyasacı sahte doktrini, Amerika’da ne siyasetçiler, ne de patronlar ciddiye alır. Bu düşünce tarzı, Türkiye gibi ülkelere elverişli koşullarda neoliberal reçeteleri pazarlamak için işe yaramıştır.
21 Eylül 2008, Sol
SUNGUR SAVRAN: Amerika’ya bu kış komünizm geliyor!
(…) ABD’den başlayarak dünyaya yayılan büyük finansal krizden çıkarılacak ilk ders bu: Neo-liberalizm ve “serbest piyasa” ideolojisi iflas etmiştir. Kârın özel çıkarlara, zararın ise halka ait olduğu bir sistemin rezilliği ortaya çıkmıştır.
(…) İkinci önemli nokta şu: bu kriz burada durmaz! Çökmekte olan tek tek bankalar ve finans kuruluşları değildir, ABD finans sistemi çöküyor
(…) Mali çöküş kapitalizmin çöküşü demek değil. Bunu ancak işçi sınıfı ve müttefiklerinin devrimci mücadelesi gerçekleştirebilir. Mali çöküşün dakik bir tanımını vermek mümkün: finans sektörünün işlemez hale gelmesi sonucunda ödemeler sisteminin kesintiye uğraması. Bu tür bir gelişmenin ardından dünya ekonomisinin 1930’lu yıllarda olduğu gibi ağır bir depresyon içine girmesi neredeyse kaçınılmaz hale gelir. Depresyon, “resesyon” (ya da Türkçesi ile “daralma”) olgusundan bambaşka bir nitelik taşır. Resesyonlar genellikle kısa sürer, kriz derin olsa bile ardından ekonomi yeniden büyüme yoluna girer. Depresyon ise nitel olarak farklıdır. Kısaca tanımlanacak olursa depresyon, sermayenin büyük ölçüde atıl kaldığı, üretim ve yeniden üretim süreçlerinin büyük bir kesintiye uğradığı, işsizliğin ve yoksulluğun en zengin ülkelerde bile ciddi bir yükseliş gösterdiği, en önemlisi kapitalist ekonominin kendi işleyişi içinde, yani piyasa mekanizmaları aracılığıyla ortadan kaldıramadığı derin bir kriz durumudur. İşte dünya böyle bir tehlike karşısında.
Bunun sonucu, büyük olasılıkla, “küreselleşme” stratejisinin terk edilmesi, ekonomik milliyetçiliğin ve kapitalist devletçiliğin yeniden canlanması, hatta koşulların uygun olduğu ülkelerde faşizmin yeniden başını kaldırması olabilir. Burjuvazi sıkıştığı için sınıf mücadelesini daha da yükseltecektir, ama koşulların uygun olduğu ülkelerde işçi ve emekçilerin mücadelesi de sert bir yükseliş gösterme eğilimine girecektir. Dünya sınıf mücadeleleri açısından patlamalı bir döneme giriyor.
(…) Önümüzdeki dönem işten çıkartmaların yoğunlaşacağı, asgari ücret dahil en basit kazanımların bile saldırıya uğrayacağı bir dönem.
21 Eylül 2008, BirGün
ÇİĞDEM ÇİDAMLI: Çok alametler belirdi…
Adım adım kurulan bu finansal yapıyla hâkimiyetini sürdüren ABD batakta. ABD konut piyasası, ABD’li emekçilerin gerileyen gerçek gelirlerinin neden olduğu ağır borç yükünü taşıyamaz hale gelmeleriyle, tarihinin en büyük krizini yaşıyor; işsizlik tırmanır, yatırımlar donarken, enerji ve gıda gibi yeni spekülasyon araçları bulunsa da, kapitalizmin durgunluğu finansal speküsyonla aşma yöntemi çatlıyor. Bu durum gerçek ekonomiyi daha da durgunlaştırıyor. Sistemin tam çöküşünü engellemek için talep edilen kurtarma operasyonlarında da deniz bitmek üzere: ABD Merkez Bankası’nın varlıklarının % 92’si Hazine tahvillerinden oluşurken, kurtarma operasyonları nedeniyle bu oran, % 54’e indi. Banka bu kaynakları hisse değerleri düşen finans kurumlarına kredi olarak dağıttı. Lehman’ın çökmesiyle kayıplar geniş bir alana yayılırken, ABD Hazinesi taşıyamayacağı yüklerin altına giriyor. ABD sermayesinin bugüne kadar açıklarını dengelemek için kullandığı yabancı parasal kaynaklara kolayca erişme gücü yok olurken, ‘ekonomik üstünlüğün’ son dayanakları da elden gidiyor. Neoliberalizmin çöküşü anlamına gelen bu gelişmeler önümüzdeki günlerde toplumsal mücadelelerin yükselip yaygınlaşacağına işaret ediyor.
25 Eylül 2008, sendika.org
ERİNÇ YELDAN: Küresel krizden somut dersler
(…) Küresel krizin bizlere öğrettiği ilk temel ders, borsaların ve finansal oyuncuların “Ben para kazanmaya bakarım” anlayışına indirgenemeyecek kadar önemlidir: “Serbest piyasanın dengeli ve istikrarlı bir ekonomi yaratacağı ve her türlü devlet müdahalesinin kaynak israfına yol açacağı”nı savlayan neoliberal iktisat dogmalarının geçersizliği ortaya çıkmıştır.
(…) Ülkemiz de dahil olmak üzere, hemen tüm kapitalist dünyada sanayi işletmeleri gerileyen kârlarını faaliyet dışı finansal spekülasyon aktivitelerinin getirdiği kârlarla beslemek suretiyle ayakta kalabilmektedir. Bunun da ötesinde, başta ABD olmak üzere, kapitalizmin tüm metropol ülkelerinde ücretlilerin gelirleri reel olarak gerilemekte ve orta sınıfların alım güçleri düşmektedir. Orta sınıfların sistem içinde güçlü birer tüketici olarak korunması ancak bu kesimlere sağlanan borçlanma olanaklarıyla olasıdır.
Dolayısıyla, finansal risk ve aşırı borçlanma, aslında kapitalizmin 21. yüzyılın başında kendi kendisini üretebildiği iki temel unsurdur. Bu unsurların işleyiş biçimi bir yandan da sistemin periyodik krizleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kimse kimseyi aldatmasın. Kapitalizm, bir anarşi ve kaos sistemidir.
25 Eylül 2008, Cumhuriyet
ÖZGÜR MÜFTÜOĞLU: Kriz üzerine
(…) 1970’lerde başlayan krizden Türkiye’nin payına lokal düzeyde üç büyük kriz düşmüştür. İlki 1978, yaşanan büyük krizlerin ikincisi 1994 yılında, üçüncüsü ise 2001 yılında yaşanmıştır. Krizlerin tümünün ortak özelliği; başta emek gücü olmak üzere tüm ekonomik kaynakları değersizleştirmesi ve uluslararası sermayenin sömürüsüne sınırsızca açmış olmasıdır.
Kapitalizmin küresel düzeyde 35 yıldır süren krizinin Türkiye’yi bir kez daha vurduğu gerçeğinin, görünür hale geldiği bir dönemde bulunuyoruz. Bu krizin sonucunda da beklenen önceki üç krizde ortaya çıkandan farklı değildir. Emekçiler daha önce de olduğu gibi baskı altında tutulacak, ücretler düşecek, sömürü artacak; işsizlik, yoksulluk daha da derinleşerek yaygınlaşacaktır.
Krizin başta emekçiler olmak üzere sermaye dışı toplum kesimleri üzerindeki olumsuz etkisinden kurtulmanın tek yolu, emekçilerin sınıfsal bir güç haline gelebilmesidir. Bunun için de başta sendikaların daha önceki hataları tekrarlamayarak temsil ettikleri sınıfa karşı sorumlu davranmaları gerekir.
25 Eylül 2008, Sol
ERGİN YILDIZOĞLU: Piyasalar köşeyi döndü mü?
(…) Şimdi “komplo teorilerini” bırakıp alınmakta olan tedbirlere bakarsak, birincisi, yeni kurulacak fon bankaların elindeki “zehirli varlıkları” alacak. İyi de acaba hangi fiyattan alacak? Bunların piyasa fiyatları neredeyse sıfır. Bankaların koyduğu fiyattan alsa, bankalara bütçeden muazzam bir varlık transfer gerçekleştirecek. Hem de ABD ekonomisi başta olmak üzere Avrupa ve Asya ekonomilerinin resesyona girmeye başladıkları bir dönemde.
İkincisi, “açığa satışı” yasaklamak medyaya hoş görünse bile sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Bu fonlar batmaya başlarsa ne olacak; yarattıkları risk örüntüsünü, kendileri bile hesaplayamıyorlar. Spekülatörlerin duayeni, Warren Buffet’in deyişiyle, evet “bu fonların mutlaka çözülmesi gerekiyor ama yapılacak iş, kediyi eve kuyruğundan çekerek götürmeye benzeyecek. Çizikler iyileşir ama yara izleri yıllarca kalır…”
Bu tedbirler krizi aşmaya yetmez! Hâlâ ortada dünya ekonomisinin 10 katı büyüklüğünde bir kredi, döviz, faiz türevleri köpüğü var. Krizin geride kalması için bunun yüzde kaçının tasfiye edilmesi gerekir, bu tasfiye ne gibi riskler içerir, ben bilmiyorum; aslında bilen de yok (Schwartz, International Herald Tribune, 19/09). Diğer taraftan, “küreselleşme” ya da en azından geçen 5 yılın “refahı” bu köpüğün üzerinde gerçekleşti. Bu köpük sönerken oluşan sorunlar, beş yıl önce olduğu gibi piyasalara para basarak köpük korunarak çözülecek gibi değil. Bu pisliği üreten yozlaşmış bankaları kurtarmak da çözüm değil.
Diğer taraftan, bu köpük sönmeye devam ettikçe, sanayinin bu köpük sayesinde çalışan üretim kapasitesine, refahı bu köpüğü oluşturan kredilere dayanmış tüketiciye ne olacak… Ekonomik daralmanın, reel sektörün mali piyasalar üzerindeki etkisi ne olacak? Temizlenmesi gereken pislik çok büyük, tüm mali sistemin içi çürümüş durumda. Bu yüzden, ne yazık ki, daha uzun bir süre, tünelin ucunda bir ışık gördüğümüzde, bu büyük bir olasılıkla, üzerimize gelmekte olan bir trenin ışığı olacak.
22 Eylül 2008 ,Cumhuriyet