0 0
Read Time:16 Minute, 34 Second

CİDDİYETSİZLİKTE SON DURAK: APO-”İZM”/ FERHAT ÜÇOLUK

İmralı çizgisindeki yeni PKK’nin 21-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirdiği 10. Kongre’si ile tasfiyeci kimliğini kongre belgeleri ve önlerine koydukları hedef(leriyle) daha bir pekiştirdiğini söyleyebiliriz. Kongre belgelerinde yazılanlara geleceğiz. Belge ve açıklamalarında politik sığlık ve tutarsızlıklarını teşhir etmek için yeterince veri bulunmaktadır.

Kongre sürecini değerlendirme konusu yaptıkları açıklamaların hemen hepsi ortak noktada buluşuyor.” Önderlik gerçeği” ve onun ideolojik formülasyonlarının evrensel özellikleri. Lakin İmralı’yı referans alıp orayı kıble bilen yazar-çizer tayfası yıllardır bunu layıkıyla yapıyor. Kim ki yaldızlı methiyeler dizmiş onun alkışlandığı, yıldızı parlatıldığı traji-komik sendromun iğdiş ettiği kişilikleri, genel eğilim haline gelen bilinç erozyonunu sonraki çalışmalarımızda gerekli gördükçe işlemeye devam ederiz. Şimdilik, yazar-çizer tayfasını bir kenarda tutarak İmralı çizgisinin politik ve örgütsel temsilcilerinin neler dediklerine bakalım.”Şeytanın avukatlığına” soyuna, halkımızın özgür yaşam idealinin üzerinde ipotek kurmuş bu yönetici eliti işine geldiği gibi bazı kavramlar ortaya atıyor, karşılığı bulunmayan sanal strateji ve taktikler belirleyip akabinde tükenmişliklerini perdeleyerek uzatmalara oynuyorlar.

Son süreçte gündeme getirdikleri Apo-”izm” kavramı ciddiyetsizliğin son halkası olduğundan, bizler, ciddiyetsizliği ciddiye almanın zorunluluğuyla cevap verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. İmralı partisi politika üretmekten, sömürgeci egemenlik ilişkileriyle hesaplaşmaktan uzak kaçmaktadır. Kırıntı siyaseti yaparak mevcut gücünü ve kitlelerin desteğini edilgenleştiriyor. Ortadoğu siyasal arenasında; ” miadını doldurmuş, tasfiye olmayı bekleyen bir hareket” sıfatı ile anılmaları bahsettiğimiz ”kırıntı dilenciliğinden” ötürü kaynaklanmaktadır. Bu konuda yapılan analizlere baktığımızda, Kürdistani güçler ve Türkiye solunun kavrayışsızlığını daha somut gözlemleye biliyoruz. Ezber bozulmasın diyerek ilkeleri reel politiğe kurban edenlerden sağlıklı-yapıcı tutum almalarını da beklemiyoruz. İlginçtir, deniz aşırı ülkelerde bağımsız gözlem-sorgulama yeteneğine sahip aydınların yaptığı analizler bile kendine ”sol, sosyalist ve ulusal kurtuluşçu” isimler takan anlayışlardan daha tutarlı ve ileridir. İmralı’nın karasularında kulaç atarak gücün baş döndürücü kolaycılığına teslim olanlar ve İmralı çizgisini eleştiriyor gözüküp sırtları sıvazlandığında teslimiyet platformuna kapağı atanlar… Sizde beğenmediğiniz aydınların sahip olduğu öngörü kabiliyeti, etik kaygı ve bilimsel cesaretin zerresi yoktur.

İmralı çizgisinin geldiği nokta, varacağı yer neresi ise, siz, ilkesizliği ilke edinenlerde payınıza düşeni alacaksınız. Böylesi ayrışma ve saflaşma olgusu devrimci kurtuluş mücadelesi için faydalı olacaktır. Ortalıkta ayak bağı olan ara akımlardan kurtulmak devrimci iktidar mücadelesinin çıkarınadır. İmralı teslimiyet çizgisi, ciddiyetsizliği teorik yaftalar ve içi boş böbürlenmelerle halkımıza kabul ettirmeye uğraşıyor. Bu ciddiyetsizlik, feodal döneme özgü erk-iktidar ilişkileriyle benzerlik taşıyan, dinsel-tinsel anlatımlarla süslenen ve monarşik yönetim sistemini anımsatan öğelerle bulamaca çevrilerek yeni bir ”izm” havasında gösterilmek isteniyor. Teslimiyet ve tasfiye projelerinden ”izm” çıkaran cehalete bu minvalde cevap vermekte ahlaki-siyasi bir zorunluluk olmaktadır.

Liberal-Teslimiyetçi cenahın sözcüleri; Apo-”izm”i tanımlarken iddia’lı olduklarını hissettirme istekleri baskın gözükmektedir. Yapılan açıklamalarda dikkat çeken ilk olgu düşünsel gerilik, kuramsal bilgisizlik ve kompleksli manipülasyonlardır. Bu tutumlarıyla komik duruma da düşüyorlar. Halkın güzel bir değimi var;”Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır.” İmralı cenahının sözcüleri bütünlüklü dünya görüşü nedir, nasıl-neye göre izah edilir? Anlamaktan ve öğrenmekten bihaberlerdir. Apo-”izm”lerini, Marksizm’i aşma temelinde dillendirip, kendilerini dünyanın merkezinde görüyorlar… Psikiyatri biliminde bu tür örneklere konulan tanı; İdefiks (saplantılı) ruh hali ve paranoyak bozukluklardır. Siyaset biliminde ise; En genel tabirle likidatörlük ve dönekliktir. Haddini aşan kıyaslamalarda bulunduklarından biraz gerilere giderek gerçekliklerinin anlaşılır olması bağlamında bir örnek verelim. Karşımızda” cahil cesaretine” sahip, eleştirilere kapalı, benmerkezci ve agrasif-saldırgan düşünce mekanizması var.

Onlar, Marksizm’le kendi eklektik görüş parçacıklarını kıyaslıya dursunlar, bize göre; Osmanlı yönetim biçiminin kanıksanması adına uygulanan yöntemlerle kıyaslamak gerekir. Biliyorsunuz, halifelik kurumunun mirasçısı sayılan padişah hem dini otoritedir, hem imparatorluğun tek sahibidir. Buyruklarının kutsallık taşıdığı düşünüldüğünden tartışmasız kabul görürdü. Padişahın çevresinde kümelenerek ona biat etmiş, iktidar olanaklarından nemalanan ayrıcalıklı yönetici zümre de bulunmaktadır. Vezirler ve Sadrazamlar vb. Ümmet fikriyatı çerçevesinde padişahın ağzından çıkan sözleri alır, mügala sanatının da incelikleriyle yoğurarak ” hikmetinden sual olunmaz” doğrular haline getirirlerdi. Aykırı ses veya eleştirel yaklaşmak anında lanetlenir, ibret-i alem olsun diye en ağır cezalarla susturulurdu. Ortadoğu’da kök salmış fundemantelist gericilikten beslenen iktidar mekanizmasına göre imparatorluk sınırları içinde yaşayan uluslar birer kul-tebaa idiler. Her denilene uyacak, istenildiğinde kılıç kuşanıp cephelere sürülecek ve haraca bağlanıp kazancının büyük kısmını vergi adı altında padişaha,”o mukaddes” imparatorluğa verecekti. Kul’un fikirlerinin bir önemi bulunmazdı, buna lüzumda yoktur. Yedi düvele hükmeden cihan imparatorluğunun halife katında padişahı ve onun saray’lı yardımcıları ne güne duruyorlardı. Kul-Tebaa’dan duymak istedikleri tek söz;” Padişahım sen çok yaşa”dır dır.

Osmanlı İmparatorluğu 20.yüzyılın başlarında tarihsel misyonunu tamamlayıp, yıkılmıştır. Padişahın kudreti, dini rolü vb. bu tarihsel aşamadan sonra anlam-yaptırım gücünü de tüketmiştir. Ama bakınız ki üzücü ve düşündürücü bir tarihsel ironidir, günümüzde Kürt ulusunun temsilini yaptığını söyleyen anlayış toplumsal geçerliğini çoktan bitirmiş iktidar mekanizmalarına öykünüp, bağımsızlık sorunu yaşayan Kürt ulusunun enerji ve birikimlerini tek bir kişinin yaşamına endeksliye biliyor.

Sömürgeci devlete teslim edildiği vakit daha uçakta ulusal kimliğini ret ederek, fırsat tanınması durumunda hizmet etmeye hazırım sözünü veren dolayısıyla teslim olan ”önderlik gerçeğini” görüp, dayatılan teslimiyeti bertaraf etmeleri gerekirken tersi yönde tavır takınmışlardır. İmralı politikalarına angaje olup stratejiyi ve örgütsel yapıyı yaz-boz tahtasına çevirmiş, sonrasında kadro ve yurtsever halkın bağımsızlık amacı ile iktidar bilinci altüst edilmiştir. PKK’yi varoluş kimliği ve devrimci emekçi çizgisinden kopararak, İmralı tasfiye projelerinin trampa aracı haline getirmişlerdir. Artık ”önderlik” için mücadele edecek, onun sağlığı ve af edilmesi tek ve nihai hedef olacaktı. Sömürgeci sistem karşısında bağımsız duruşunu, stratejik vizyonunu tüketenler, onlarca yıl gerilerden başlayarak adım adım geliştirilen lider kültüne dört elle sarılacak, menkıbelerle, idealist kavramlarla, aklın ve bilimsel düşüncenin sınırlarını zorlayan yakıştırmalarla her yönüyle dökülen sahte evrensel-dünyevi önderlik zuhur etmişlerdir. Mustafa Kemal’in nutuk kitabının kötü bir kopyası olan, nutuk’un ”kürdi” versiyonu sayılabilecek ” Gerçeğin Dili ve Eylemi” kitabının önsözünde Öcalan için yazılanlara baktığımızda ona müritçe bağlılığın nasıl dile geldiğini tüm açıklığıyla görebiliyoruz. Alıntıları okuduğunuzda Apo kültünün bilim dışılığını, traji-komik yaklaşımlarıyla kavrayacaksınız.

” Hiçbir felsefi tanımlama veya teorik yargı, tek başına Abdullah Öcalan’ı tümüyle kendi kapsamına alacak bir genişliğe sahip değildir.”

” Bütün felsefi veriler ve özellikle PKK’nin tarihsel gelişimi, Abdullah Öcalan gerçeğine, evrensel parçanın daha sınırlı bir bütünü olarak bakıldığında, onun nispeten daha anlaşılır olabileceğini göstermektedir. Onun gerçeğinin anlaşılması, evrensel gerçeğin mantıklı bir parçasının tüm çelişkileri, tüm kaotik yapısı ve bunun yanı sıra yine olağanüstü toplumsal uyum ile yine düzenliliği; karşıtların evrensel anlamda apaçık ve gizli birlikteliğini ortaya koymaktadır. Bunun anlaşılması için ise, deyim yerindeyse insanın bugünkü sistem dahilinde oluşmak zorunda bırakılmış bir anlama gücü yetmemektedir.”

” İşin doğrusu, onun sık sık dinsel bir tutumla veya dinsel kavramlar çerçevesi içinde açıklanmaya çalışılmasının ana nedenlerinden biri de budur. Onun tanrısal bir güç olarak değerlendirilmesinin en başlıca sebebi de, onun anlaşılmasının zorluğundan kaynaklanmaktadır.”

Yaptığımız alıntılar Apo kültünün bilim dışılığını, farkında olmadan bunu nasıl ifade ettiklerini açıklıyor. Neden böyle ölçüsüz, bağnaz tanımlamalara başvuruluyor? Öcalan’ın anlaşılmayacak ne özelliği var, ya da anlaşılmayacak neyi kaldı? Her şeyi kendine bağlayan, iktidar hastalığını nevrotik düzeyde taşıyan, kendi yaşamı söz konusu olduğunda satmayacağı-teslim etmeyeceği bir şeyi olmayan ve güçlüden yana olan, güç karşısında çaresizce boyun eğen Öcalan’ı, bizler, yeterince tanıyoruz. İmralı gerçeği Öcalan’ı ve onun politik çapsızlığını, örgütsel mekanizmalarının üzerindeki sis perdesini aralamıştır. Değim yerindeyse; ” Takke düşmüş, Kel görünmüştür.”

İmralı partisi 10.yeniden doğuş anlamında 2. Kongresinin adına” önder Apo’ya özgürlük kongresi”diyor. Kongre sonuç bildirgesinde;” Demokratik Konfederalizm’in başarısı içinde önder Apo’yu yaşa ve yaşat kampanyası olan Edi Bese hamlesiyle her türlü meşru-demokratik eylemin geliştirilmesi kararlaştırıyor.”KUKM’ni İmralı adasında boğmaya yeminli bir” önderliği” yaşa ve yaşat diyenlerin, Kürdistan ülkesinin bağımsızlığı ve Kürt ulusunun özgürlüğü için söyleyecek sözleri de olmuyor.

Apo-”izm” terimi İmralı cenahını tanıyanlar açısından şaşırtıcı değildir. Bu terime önceleri de dolaylı vurgular yapılıyordu. Yarı tanrısal güç atfettikleri Öcalan’ı ”mani”leştirmiş, ışıklı yol öyküleriyle buna kendilerini inandırmışlardı. Yakın tarihten yaşadığımız bir örnek verelim. Öcalan’ın İmralı adasına getirildiği dönemde hapishanelerde bulunan tutsaklar anımsayacaktır. Zindan örgütü,( aynı döneme denk gelen 6.kongre belgelerinde de karar altına alınan) fedai halk savaşı çerçevesinde bu yönlü perspektiflerle yoğun bir eğitim programı uygulamaktaydı. Modern savaş felsefesi, feda ve fedailik kimliği üzerine materyaller, ulusal kurtuluş devrimleri ve zindan direnişçiliği hakkında PKK tutsakları eğitim evrelerinden geçiriliyordu. Sömürgeci sistemin yenilgisini getirecek ve bağımsızlığı kazanacak çizginin devrimci kurtuluşçuluk olduğunu şiarlaştırıyor, düzeniçilik, reformizm ve liberal eğilim mahkûm ediliyordu. Sonrası malumunuz, İmralı sakininden gelen mesajlar netleşmeye başladığında durum farklılaşmaya başladı. Biz yaşları 16 ile 18 civarı olanlar da bu hızlı değişim rüzgârından payımıza düşeni alacaktık. O güne kadar okunan kitap ve eğitim konuları yavaş yavaş değiştirildi.”Öcalan’ın insancıllığı, barışın erdemliliği” sıklıkla anlatılarak, İmralı teslimiyetinin eklentisi yapılmak istendik. PKK dava tutsakları olarak; Hz İsa’nın yaşamı ve İncil’i inceliyor, ruhsal mana da, Mani’nin ışıklı bahçelerinde geziniyorduk. Mitolojik efsanelerin kahramanı mitosların isimlerini bilmeyenimiz yok diyebiliriz.

Bu düşünsel dezenformasyonun ardından Leslie Lipson’un, Gandi’nin, Bookchin ve Bakunin’in görüş ve düşüncelerini işlerine geldiği gibi harmanlayıp, İmralı savunmalarına meşruiyet kazandırmaya soyunuldu.

-Kürdistan tarihi unutturularak, tarihsel Kürt direnişleri birer birer mahkûm edildi.

-Kürdistan yurtseverliği yerine Demokratik Cumhuriyet yurttaşlığı popüler kimlik haline getirildi.

-Direnmeden teslim olmanın faziletleri dillere pelesenk edilerek, direnişçi tutum ve pratik ”kabalık-geri kafalılık” olarak gösterildi.

-Reel Sosyalizmi sorgulama kılıfı altında ML ideolojisinin kendisine saldırıldı, sınıf mücadelesinin geçersizleştiği yalanı uyduruldu.

-Küreselleşen dünya koşullarına göre, kapitalist sistemle uzlaşarak yaşanılabileceği teorileştirildi.

-Kürt ulusunun ulusal demokratik ve toplumsal kurtuluşçu bilincini doğramak doğrultusunda, bağımsızlık ve iktidar hedefli mücadele döneminin bittiği ilan edildi.

-Soyut devlet karşıtlığı ile her türlü iktidar olgusunun kötülükleri adına yıllardır süregelen ideolojik manipülasyon araçlarıyla UKKTH ilkesinin uygulanamazlığı, uyduruk manifestolar yazılarak anlatıldı.

-Türkiyelilik üst-kimliği, anayasal vatandaşlık, özgür yurttaşlık ve kültürel özerklik vb. açılım özelliği bile sayılamayacak kavramlarla Kürt ulusal aidiyeti tanımsızlaştırılmaya çalışıldı.

-Mustafa Kemal’in tarihsel rolü ve eylemleri yüceltilerek, Kemalizm’in bayraktarlığında belirli bir mesafe de alındı.

-Kürt ulusunun ezilen ulus olmasından kaynaklanan sorunlarını ifade etmeyi,”ilkel milliyetçilik” klişesiyle değerlendirip, Kürdistani olan her şeye tavır alıp, ulusal kurtuluşçulukla aralarına kalın duvarlar ördüler.

Oluşturdukları iktidar mekanizmasına ve yeni dönemin kadro prototipine yaslanarak yüksek perdeden ahkâm kesmekten de kendilerini alamıyorlar. Devlet nazarında ciddiye alınmayan ciddiyetsiz deklarasyonlar yayınlıyor, TC’ye,” Anayasa’ya kültürel özerklik maddesini”koyun silahları hemen susturalım deniliyor. Son dokuz yıldır, neye yaradığı belli olmayan örgüt-parti enflasyonuna işaret edilebilecek onlarca ”örgüt-parti” kuruyor, sonra sessizce kapatıp yerine yenisini kuruyorlar. İlanı yapılan ”örgüt-parti”lerini kendi medyalarında;” Apocu ruhta birlik, önderlik çizgisinde kararlaşma ve konfederal-komünal paradigmanın inşası”sloganlarıyla muştuluyor, Öcalan’ın hapislik koşullarına dikkati çekerek birbirinin tekrarı olan kampanyalarla kitlelerin dinamizmini tüketiyorlar.

İmralı adasında, Genelkurmaya bağlı bir merkezde tutulan Öcalan’a, devlet,”ağır tecrit” şartları altında haftalık av. görüşü kolaylığı sağlıyor. Dışarısı ile iletişimini sağlayan kanallar açık tutuluyor. Yine kendi anlatımlarından biliyoruz,” Hapishane personeli kendisine saygılı davranıyor, sağlık sorunu şikâyetlerinde düzenli kontrollerden geçiriliyormuş…”Ada’da askeri nizam kuralları geçerli olduğundan ve kendiside buna harfiyen riayet ettiğinden yine avukatlarına söylediği dayatmalarla karşı karşıya kalmaktadır. Peki, bu keyfi dayatmalar karşısında Öcalan nasıl duruş sergilemektedir? Anlattığına göre;”Eline süpürge alıp, kabinleri temizlemektedir.”Oda kapısındaki mazgalın açılıp kapanmasından, verilen yemeklerin azlığından, Kürtçe konuşma yasağından ve saçlarına asker tıraşı yapılmasından vb. duyduğu sıkıntıları belirtmektedir. Ama rutin kurallara özenle uymaya da devam ediyor. İmralı’da içinde debelendiği duruşsuzluğu hiçte sıkılmadan, yüzü kızarmadan ”büyük direnişçilik” şeklinde yansıtmaktadır.”Ben teslim olmam, ben provokasyona gelmem, ben isterasm açlık grevi yapabilirim ama ucuz direnişçi değilim, ben irademe sahip çıkıyorum…” Ben, ben, ben başlıklı bu lafebeliği iradesizliğini gizlemek değilse nedir? Dışarıda binlerce insan, İmralı sakini için;” ulusal iradedir, sayın’dır, sağlığı sağlığımızdır”kampanyalarına katılmakta,15 Şubat’larda matem havasına bürünürken yine 4 Nisan’larda doğum gününü kutlamaktadır. İmralı partisi tarafından sistematik araçlarla örgütlenen kampanyalarda açlık grevi, yürüyüş, dilekçe eylemlerinde yer alan insanlarımız saldırılara uğramakta gözaltı, işkence, tutsaklıklar yaşamaktadır. Örgütlenen pratiklerin amacı; Öcalan yanılsamasını ruhlara yedirme, bilinçlerde mutlaklaştırarak tabulaştırma ve onu idealize ederek politik yönünü tartışma dışı tutmaktır. Lakin yurtsever halkımızın gösterdiği fedakârlığın ve cesaretin binde birini bile göstermeyen bir”önderin” peşinden gitmek, İmralı politikalarında saplanıp kalmak, çıkmazı derinleştirmek ve sömürgeci devletin ulusal imha saldırganlığının önünü düzlemektir.

Genel bir özetini çıkardığımız sürecin somut karşılığı ise kısaca şunlardır; İmralı’da sömürgecilere teslim olan kişi ve onunla özdeşleşen örgütsel aygıtı amaçlaştırarak, öz boşaltma operasyonuna hız vermektir. Tasfiye ve teslimiyet programlarının üzerini örtme aracı olarak ta, ideolojiler üstü konuma yükselttikleri ”önderlerinin” isminin sonuna ”izm” takısı ekleyerek, ruhani-mistik ayinleri aratmayan öğelerle” tek-mutlak” tapınılacak zorunluluk haline getirmeye çalışmaktadırlar.

Teslimiyeti gizleme praksisleri sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Sınıflar gerçeğine en genel anlamıyla toplumsal mücadele yasalarına çarparak, değersizleşecek, neden olduğu tahribatlarla birlikte her yönüyle aşılacaktır. Kürdistan ulusal sorunu, sömürgeci düzenin içinde eritilemeyecek kapsamda ulusal, sosyolojik, tarihsel çelişki ve çatışkılara dayanmaktadır. Bağımsızlıkçı ve devrimci iktidar bilinçli kurtuluş mücadelesinin dışında ”seçenek” diye sunulan yaklaşımlar, ulusal sorunun kendisiyle değil, biçimleriyle ilgilenmek anlamına gelmektedir. Ulusal sorunun çözümü devrimdedir.

İmralı cenahının sözcüleri” evrensel ideoloji” kılıfıyla Apo-‘’izm”i ürettiklerine göre bunu tamamlayan argümanlarını izah etmeleri gerekirdi. Anlaşılan, bu görevi de Duran Kalkan’ın üslendiğini görüyoruz. Şimdi ismini zikrettiğimiz kişinin söylemlerine bakalım. Gelişi güzel konuşan Kalkan’ın olgular arasındaki diyalektik bağdan, siyaset felsefesinden ne anladığı( anlamadığı) açıkça görülüyor. Yaptığı basit-tutarsız tanımlamalarla kendi bilinç düzeyinin sınırlarını da çizmiştir. Öncelikle Apo-‘’izm” neme nem bir şeymiş, ondan dinleyelim, sonrasında birlikte fikir yürütelim. Duran Kalkan’a göre;

‘’ Kürt halk önderi Marks düşüncesini ve gerçeğini aştı. Onun hata ve eksiklerini ortaya çıkardı ve onların yerine doğruları koydu. Yine Marksizm’in 19. ve 20. yüzyıla özgü olan, dolayısıyla eskiyen ilkelerini aştı, onun yerine yenilerini koydu.”Anılan röportajın bir yerinde yine şöyle diyor;” Apoizmin anti-kapitalist, anti-emperyalist kimliği esastır. Fakat bu bazılarının özellikle kaba materyalist ve dogmatik diyalektikçilerin yaptığı gibi anti-kapitalist ve anti-emperyalist değildir.”

Yukarıdaki tanımlamadan çıkan sonuç; Önderleri Marks’ı ve düşüncelerini aşıyor, zat-ı şahanelerinin bu aşma hadisesi sosyal bir olgu şeklinde geliştiğinden fikirleri Apo-‘’izm”dir. İmralı sakini Marksist biliminin yerine ‘’doğruları” koyuyor, bir şeylere karşı çıkıyor ama bildiğimiz temelde yapmıyor. Peki, bunların ‘’doğrularını” doğrulayacak ne gibi siyasal tahlilleri var? Mesela, anti-kapitalizmden ne anlıyor ve pratikte farklı olarak nasıl yaşama geçiriyorlar… Pek muhtemeldir ki, dar görüşlükleri sebebiyle;” Önderimizin yazdığı savunmalar ortada, orada var, okuyun” diyeceklerdir. Yenilen ve dolayısıyla teslimiyetine suç ortakları arayan ‘’bir önderin” mitolojik öğelerle bulamaca çevirdiği, hezayanik teranelerinden meydana gelen savunmalarda, kapitalizm eleştirisi görmek ne ala, aksine övgüler dizmiştir. Doksanlı yılların başlarında Francis Fukuyama vb. yaptığı ‘’tarihin sonu” zırvalarının bir benzerini de Öcalan dillendirmiştir.”20 yüzyılın totaliter rejimleri yıkılmış,21. yüzyılda demokrasi-demokratik sistem galip çıkmıştır” sözleriyle globalizme methiyeler sıralamıştır. Emperyal saldırganlığı demokrasi ihracı olarak nitelendirmiştir. Öcalan’ın savunmalarında çağımızın iki temel çelişkisine vurgu yapılmamıştır. Ne emek-sermaye çelişkisi, ne sömürge ve bağımlı ülkelerle sömürgeci ve emperyalist sistem arasındaki çelişkiden söz edilmez. Öcalan’ın düşünce yapısı ve terminolojisinde sınıflar gerçeği ve mücadelesi yoktur. Bilindiği gibi, kapitalizmle de problemi bulunmamaktadır.

Apo-‘’izm”i belli yönleriyle irdelemeyi sürdürelim. İmralı’da dönemsel gelişmelere göre bazı ‘’anti” duruşlar da oluyor. Ama bu karşı çıkışlar pragmatizm ve Türk resmi ideolojisi kokuyor. Örnek vermemiz gerekirse ilk aklımıza gelenler şunlardır; Öcalan, yer yer ABD’yi eleştirir gözükür. ABD’yi eleştirme nedenlerinin başında da Türkiye Cumhuriyeti’nin Ortadoğu ve Kafkasya da güçlenmesini istememesi yine Türkiye üzerinde oynadığı oyun ve tuzaklardır. Bundaki amacı, Türk genelkurmayı ile ABD arasındaki suni sorunlara oynayarak, Türk(iye) milliyetçiliğinde geçirdiği aşama ve samimiyeti göstermektedir.

Öcalan, AB devletlerine sitem eder. Teslimiyet projelerini gerekçelendirmek isteyince ise AB hukukuna öykünür, Kopenhag kriterleri uygulansın bu bize yeter der. Siteminin ana nedeni, Türkiye’nin demokratikleşmesinde ordu’nun yönlendirme de sergilediği yapıcı ve olgun tavrı görmemeleridir. Ordu’nun iktidar gücünü sekteye uğratmaktan vazgeçip ordu’yu kurumsal muhatap olarak kabullenmelerini ister. AB devletlerine sitemle karışık kızgınlık besler. Çünkü Avrupa devletlerinin gizli servisleriyle kurduğu ‘’dostane” ilişkilere güvenmiş bu saye de Avrupa’da barınabileceğini düşünmüştü. Kürdistan halkı ve Avrupa ilerici-demokratik kamuoyundan gizlenen, istihbarat servislerince planlanan yolculuk serüveni, Şubat 1999’da İmralı adasına konulmakla sonuçlanmıştı. Hatırlarsanız, İmralı öncesinde Yunanlı dostlarından sözü açtığında büyük Helen kültürüne duyduğu hayranlığı ifade eder, Yunanistan devletini dost devlet olarak değerlendirirdi. İmralı’ya konulduktan sonra tam tersi görüşler sunmaya başladı. Yunanistan’ın asırlar boyunca Anadolu’nun üzerinde hegemonya kurmaya çalıştığını, Türk ve Kürt halkının düşmanı olduğunu, Türk devletine komplo kurup devleti zayıflatmak için, Türk-Kürt savaşını körükleyerek kardeşi kardeşe kırdırmak istediğini diline doladı.

Öcalan’da ilginç derecede saplantı haline gelen diğer ‘’anti” durumda İsrail karşıtlığıdır. Hocası Yalçın Küçükten öğrendiklerini ‘’ benim görüşlerimdir, o ( Küçük’ü kasteder) sadece belli çerçevede değerlendirmiştir, tam anlamıyla kavrayamamıştır…” böbürlenmesiyle sanki marifetmiş gibi anlatmaktan çekinmez. Anti- Semitik duygularla komplo teorileri kurmakta ustalaşmıştır. Bölgede Arap gericiliğine özgü argümanları alır bunları faşizan bir yaklaşımla empoze eder. Güney Kürdistan’a düşmanca yaklaşırken, Güneyi ikinci İsrail diye nitelendirir.” Kürt milliyetçiliği yapanlar Yahudi dönmesidir”diyecek kadar alçalmıştır.

İmralı sakini Öcalan’ın, Marks ve Lenin için bulunduğu ima’larda Apo-‘’izm”lerinin devrim düşmanı yüzünün apaçık örneğidir.11 Nisan 2008 tarihli Av. Görüşmesinde şöyle diyordu;” İngilizler toplumda her türlü yönlendirmeyi de yaparlar, Marks da Londra’da yaşıyordu, onu orada tuttular. Marks fikirlerini orada oluşturdu, oradan dünyaya yaydı. Ben, Marks’ın fikirlerini onlar yarattı demek istemiyorum ama Marks, Kraliçe Elizabeth’in eli altındaydı. Lenin’i de kuşatıp etrafını daraltmışlardı. Lenin Almanların nezaretinde, onların treniyle taşınarak St. Petersburg’a götürüldü. Ben Lenin ajandır demek istemiyorum ama bunların bilinmesi, değerlendirilmesi lazım.”Öcalan’ın siyaset yürütme tarzı böyledir. Ona göre kişileri ajan, şaibeli ve hain ilan etmek basittir. Yarattığı iktidar mekanizmasının parçası olanların ‘’ önderlik demişse bir bildiği vardır” kabulüne yatacağını bildiğinden söylerim olur, ima ederim inanırlar rahatlığına sahiptir.

Devrimlere ve devrimci mücadelelere düşmanlıkta sömürgecilere payanda olanlar ve düzeniçileşmeyi esas alanlar egemenler cephesine ‘’hizmette” kutsal ittifak ortağı olabiliyor. Bu gerçeklik sadece Kuzey Kürdistan ve Türkiye’ye özgüde değildir. Birçok ülkede devrimci mücadelelere karşı geniş yelpazede karşı-devrimci koalisyonlar kurulmuştur. Dün olduğu gibi bugün’de devrimciler amaçlarını gerçekleştirme yolunda ilerlerken bu sınıf düşmanlarını teşhir ve tecrit etmekte tavizsiz bir kararlılığa sahip olmalıdır. Marks ve Lenin için çirkince ima’larda bulunan kişi Öcalan olunca şu soru gündeme geliyor. Acaba bunları, gençlik yıllarında etkinliklerine katıldığı Komünizmle Mücadele Derneğinde mi öğrenmiştir? İmralı’da ucu Ergenekon davası sanıklarına uzanan karanlık ilişkilerle anılan birisinin öncelikle Kürt ve Kürdistan düşmanlarıyla ne gibi ortak paydalarda buluşmuştur, bunların izahını yapmakla hükümlüdür.

Duran Kalkan’dan alıntılara devam edelim; ‘’ Marksizm’i önemli bir tarihsel kesitin özgürlük ve eşitlik akımı olarak, büyük gelişmelere yol açan bir akım olarak değerlendiriyoruz. Ama onunda ciddi hata ve eksikleri olmuş, düzeltilmesi, yenilenmesi gerekiyor. Tarihte kalan yanları olmuş, dolayısıyla tarih olmuş…”

‘’ Yani biz PKK hareketi, Apo’cu hareket neolitikten ( taş devri bz.) bu yana var olan bütün doğal komünal toplum değerleri, düşünce yapısıyla bütün demokrasi ve özgürlük mücadelelerinin birikimlerinin 21. yüzyılda bir sentezidir.”

‘’ Devletçi, iktidarcı sosyalist çizgiyi, ideolojiyi doğru bulmuyoruz. Onun başarısı olamayan bir yanlışlık, yanılgı olduğunu değerlendiriyoruz.”

Bay Kalkan böyle buyuruyor. İlk alıntıda vurguladığı ‘’büyük gelişmelere yol açan bir akım” tespiti ile ‘’düzeltilmesi”sonrasında ‘’tarih olmuş”türünden söylemleri arasındaki çarpıklığa dikkat çekelim. Marksist olmayan, Marksizm evrensel formülasyonlarında ‘’ciddi hata ve yanlış” keşfeden, aştığı iddia eden Kürt liberal-teslimiyetçi platforma denilebilecek tek bir söz var.19.yy’dan bu yana Marksizm’e onu rehber edinenlere karşı her renkten burjuva şakşakçısı kin ve hiddetle bu saldırganlığı sürdürmektedir. Sizlerde malum koroya biraz rötarlı katıldınız. İmralı sakini önderinizin buyruklarını papağan misali tekrarlamayı alışkanlık edindiğinizden, tarih bilginizde sınırlıdır. Sizin;”Neolitik çağdan günümüze bütün toplum değerlerinin” bir sentezi şeklinde belirttiğiniz görüşlerinizi Marksistler yeni duymuyor. II. Enternasyonal’deki sınıf uzlaşmacı ve pasifist-değişimci sapmalardan beridir benzer nakaratlar tekrarlana gelmiştir. Apocu hareket ve PKK iç içe geçen olgular olsa bile aynı anlama da gelmiyor. İmralı’da alenen, ulusal kurtuluş çizgisine ve sosyalizme cephe alan, TC devletinden af isteyen, TC yurttaşlığına dünden razı olan, Kürdistan ulusal dinamikleri üzerinde tekel konumunu devam ettiren Apo-‘’ist”ler, diğer yanda Mazlum, Kemal, Hayri’lerin zindan direnişçiliği ve Ağit, Zilan, İsa’ların savaşçılığıyla ulusal devrimci değerler yaratan emekçilerin, yani, bizim PKK’mizin tarihsel kökleri ve dayandığı tarihsel miras aynı değildir. İlki ihaneti ve teslimiyeti, ikincisi de direngenliği ve devrimi simgelemektedir.

Devletçi-iktidarcı sosyalizme karşı ama TC’nin üniter yapısı, resmi ideolojisi ve sömürgeci düzenine karşı değil. Sömürgeciliği meşrulaştıran kavramlar aşırmaktaki hızlarına yetişmekte imkânsız. TC devleti yıkılmasın, iflas etmesin kaygısıyla, kuva-i milli’ye ruhuyla, kuva-i demokrasi hareketi önermeleriyle saflarını, politik bağlamda durdukları yeri de özetliyorlar.

‘’Bu anlamda Marksizm’in ilkelerini olduğu gibi savunan bir hareket değil. Marksizm’den doğdu, içinden çıktı, onunla ilişkili oldu, ondan adım adım kopuldu, o aşıldı… Bunu önder Apo yaptı, dolayısıyla buna Apoizm diyoruz. Öyle söylemekten de çekinmiyoruz.”

İmralı cenahının sözcüsü Kalkan bu cümlelerle kendi gerçekliklerini manipülatif karakterlide olsa itiraf ediyor. Gerçekleştirdikleri 10.Kongre ile birlikte bu yönelimlerini resmi görüş haline getirmişlerdir. Kongrelerinden çıkan sonuç bildirgesinde ; “Önder APO’nun özgürleştirilmesini önümüzdeki sürecin tek ve en temel görevi olarak belirlemiş, bütün çalışmalarını, karar ve değerlendirmelerini bu hedefe kilitleme temelinde yapmıştır.” Bu sözlerle ne için mücadele yürüttüklerini, amaçlarını tartışmaya yer bırakmayacak netlikte göstermişlerdir. Bize de, hayırlı olsun demek düşer.10. Kongreleri anlaşıldığı üzere İmralı sakinini aklama ve paklama kongresi olmuştur. Buna da Apo-‘’izm” demekten çekinmiyorlar. Bizde diyoruz ki, çekinseniz ne, çekinmeseniz ne… Siz gidin kendinizi Türkçülük akımının ideologlarıyla kıyaslayın ve ‘’Mustafa Kemal’in yarım kalmış Demokratik Cumhuriyet hedefini, çağcıl değerlerle”bütünleştirin.

ferhat.uculok@gmail.com

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter