0 0
Read Time:61 Minute, 9 Second

tdemirerALTERNATİF (YA DA İKTİDAR) ÜZERİNE NOTLAR[*] SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“İktidar hakkında konuşmaksızın,

bir alternatif hakkında

konuşmak mümkün değildir.”[1]

“Türkiye sosyalist ve işçi hareketinin krizi ve krizden çıkış imkânları ve krizden çıkış imkânı olarak sosyalist forum” eksenli bir yazıyı kaleme almak, -hemen hemen- her şeyden söz etmeyi “olmazsa olmaz” kılıyor.

“Her şeyden” söz etmeden önce, “her şeye dair” yöntem(imiz)e değgin birkaç saptamayı -altını özenle çizerek- sıralayalım:

i-) Sözü uzatmamak gerek. Tıpkı, “İnsan gerçeği söylemelidir, sözü uzatmamalıdır,” diyen Demokritus’un vurguladığı üzere…

ii-) Reçete(ler) sunmaktan, öğüt vermekten kaçınmak gerek; “Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur,” diyen La Rochefaucauld’u unutmadan…

iii-) Ayrıca “akıl vermek” gibi üst perdeden ahkâm kesmemelidir (katkılara açık) eleştirel görüşlerimiz. Pascal’ın, “Akıl veren çoktur, akıl yoktur,” uyarısını kulağına küpe ederek…

iv-) “Kendi danışmanın ol!” ilkesine sırt dönmeden; Henry W. Beecher gibi, “Bütün kelimeler fikirlerin asılı olduğu mandallardır,” demek zorunda olan yazacaklarımız “taraflı”dır, “yanlı”dır, başka türlü olması da mümkün değildir. Tıpkı Feliks Çuyev’in formülündeki üzere, “Kuşkusuz bu yanlı bir tarih, ama yansız tarihin de onsuz yarım kalacağı bir yanlı tarih”…

I. AYRIM: GİRİŞ YA DA “SÖZÜN SİHRİ” (Mİ?)!

“Taraflı”yız, “yanlı”yız elbette; ancak sözün “sihri”ne, kendinden menkul “kerameti”ne inananlardan da değiliz.

Söylemiş, yazmış, ifade etmiş olmak sadece “bir şey”dir; ama kesinlikle “her şey” değil.

Yani, yani dememiz o ki, “Önce söz vardı” diyenlerden değil, “Önce eylem vardı” diyenlerdeniz.

Yıllardır “tartışır”ız, “araştırır”ız, “yenilenir”iz, “arınır”ız, vs., vd’leri… (Laf aramızda bunlar artık, her seferinde yarı çapı daralan bir ritüele dönüşmüştür…)

Litrelerce mürekkep, tonlarca kağıt, sonsuz-sınırsız söz tüketimine yol açan bu faaliyetlerde biz de yerimizi aldık… (Sakın “neye yaradı?” diye sormayın!)

Örneği yakın geçmişten bugüne “Türk(iye) Sosyalizminin Tarihi”nden;[2] “Soru(n)lar/ Çözüm(süzlük)ler”den;[3] “Radikal Sosyalizmin Soru(n)ları”ndan;[4] “Marksizm ve Devrim”den;[5] “Örgüt(lenme)”den;[6] “Sendikalar[7] ve Sınıf Tartışmaları”ndan;[8] “Birlik”ten;[9] ve nihayet tüm bunların “deneysel toplamı” olarak ÖDP’den[10] de söz ettik.

Sadece biz mi? Hemen hemen herkes, her şeyden söz etti… (Örneğin ÖDP’de ÖSP tasfiyeleri sonrasında ortaya çıkan, “Sosyalist Emek Hareketi Politik Bildirge Taslağı: Bir Çağ Dönümünün Eşiğinde”[11] başlıklı kapsamlı ve yetkin çalışma da buna dahil.)

“Sonuç” mu? “Her şeyi” yeniden ve bir kez daha tartışıyoruz.

Pekâlâ buradan çıkartılması gereken ilk ara sonuç ne mi olabilir? Tek bir cümleyle, saltçı bir sözün, teorisist açılımın “büyüsü”yla, “kerameti”yle yol alabilmek mümkün değildir.

Eylemli olmayan, temsil kapasitesini yitirmiş, örgütlü olmayan bir sözün kıymet-i harbiyesi yoktur ve olmayacaktır da.

Geçerken anımsatalım: “Fikirlerin silaha ihtiyacı yoktur, tabii geniş kitleleri ikna etmeyi başarırsanız,” der Fidel Castro.

O hâlde altını çizerek ilk tezimizi dile getirelim: Yaşlanan ve eylem kapasitesiyle emek eksenli temsil gerçeğine yabancılaşan “birikim”imiz açısından, inkârın inkârı dinamiğine yaslanmış eylemli-eylemci bir Rönesansa muhtacız; söz(ümüz) ancak böylesi bir Rönesans’la anlam kazanabilir.

Yaşlandığımız gerçeğini unutmamalıyız; yaşlanmamızı “olgunluk” olarak sunmamalıyız; bu kocaman bir yalan olur.

Ingrid Bergman’ın, “Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir. Çıkınca yorgunluğunuz artar, soluğunuz daralır ama görüşleriniz açılır”; Platon’un, “Düşüncenin gözü ne zaman iyi görmeye başlar? Gözlerimiz keskinliğini yitirdiğinde,” sözlerini pek ciddiye almayın…

Önemsenmesi gereken; Schopenhauer’un, “İnsanın kırk yaşına kadar geçen yılları bir kitap, geri kalan yılları da o kitabın eleştirmesidir”; Juvenal’in, “Yaşlılık ölümden çok daha korkunçtur,” saptamalarıdır…

Evet, yaşlanmış(ların) sözü(nün) gençleştirilmesi, yüzünü eylem dönerek, yaşamla tekrar sınanması gerekmektedir.

Bu yoldaki ilk adım da, bizi biz yapacak sınırların yeniden saptanması, ikircimsizce çizilmesidir.

II. AYRIM: SOLUN SINIRI

Sol ne? Sınırları nedir? Nasıl tanımlanır?

Sorular çoğaltılabilir.

Bunlar açık ve net olarak yanıtlanmalıdır.

Öncelikle CHP: Bu parti ne “sol”dur; ne de “sosyal demokrat”!

Bal gibi devlet partisi olan bu yapılanma solun dışındadır; hiçbir gerekçe ile solun ittifakları içinde görül(e)mez ve gösterilemez!

Dahası, Tevfik Çavdar’ın ifadesiyle, “CHP ömrünü tamamlamıştır.”[12]

Kemalist rantın devlet partisi olarak Baykal’ın CHP’si, AKP’nin bile alternatifi değildir.

CHP’nin aldığı seçim sonuçlarını illere göre inceleyen Merkez Yönetim Kurulu’nun hazırladığı raporda, alınan sonuçtan “ikinci cumhuriyetçiler, Batılı odaklar ve AKP’yi destekleyen tarikatlar” sorumlu tutuldu. Raporda özeleştiri yapılmaması dikkat çekerken; Baykal diktasının CHP’si korkunç bir erozyon yaşayarak, emek eksenli dinamiklerden tümüyle koparken, milliyetçileşmektedir.

Örneğin yıllardır Baykal’ın kurmay kadrosunda yer alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Eşref Erdem, partideki görevlerinden istifa ederken, “CHP sınıfsal kimliği ve sol ideolojisinden uzaklaştı,”[13] diyor; aslına rücu eden CHP gerçekten de bürokratik bir kasta dönüşmektedir.

CHP, solun yanında ya da yandaşı değil, karşısındadır; ve nihayet hiçbir sol formülün içinde yer almamalıdır.

Radikal sosyalistler için solun en sağındaki güç (sicili belli Sarp Kuray’ın da iltihak ettiği SHP de değil) olsa olsa ÖDP’dir…

Neden SHP değil?

Gayet açık: “Cumhuriyet Sol’a hiçbir zaman iyi davranmadı…

Şunu belleyelim: Elli bin kez yenilse de sol ve solcu … devletine düşman olmaz…

Gerçek solcular, Cumhuriyet kendilerine kötü davransa da Cumhuriyet’ten asla vazgeçmezler, Cumhuriyet’in karşısına geçmezler…”[14] diyen bir devletçi vurgudan malûl olan SHP “Gerçek sosyalistler, demokratlar, devrimciler, Kemalistler birlikte hareket edebilecekler mi?” sorusuna yanıt arayan bir partidir…

Örneğin ‘Küçük Kurultayı’nda Murat Karayalçın, “Halkımıza Açık Mektup” başlıklı açıklamayla devrimcileri, sosyalistleri SHP çatısı altında toplanmaya çağırmıştır; işte bu mektuptan bazı bölümler:

“* 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıkışı ile kozasından çıkan ancak 1947’deki Türk-Amerikan anlaşmaları ve ardından, NATO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve askeri müdahaleler sarmalının kuşatmasıyla kesintiye uğrayan Anadolu modernizasyonu, 1960 27 Mayıs’ının kazanımlarının ürünü olan 1968 gençlik hareketleriyle tekrar rayına oturtulmaya çalışılmışsa da bu tarihi şans, sırasıyla 12 Mart ve 12 Eylül operasyonları sonucunda zorbalıkla ezilmiştir.

Bugün Türkiye solu yeni ve güçlü bir çıkış yapacaksa, ki bunun bütün objektif koşulları mevcuttur, bunun yolu; 1919, 1968 ve 1978 hareketlerinin emek ekseninde yeniden güncellenmesinden ve rotasını dünya solunun ve emek hareketinin enternasyonal dayanışmasına çevirmesinden geçecektir.

* Bu aşamada, Türkiye solunun iki önemli bileşeninin, yani Türkiye sosyal demokrasisinin ve Türkiye sosyalist-devrimci hareketinin karşılıklı ilişkilerinin tanımlanması önem kazanmaktadır.

Sosyalist bloğun dağılışını kimi sosyal demokrat çevreler, aceleci bir tavırla kendi tezlerinin doğruluğunun kanıtı ve dolayısıyla sosyal demokratik bir yeni çağın başlangıcı olarak tanımlamışlarsa da, olayların gelişimi, sosyal demokrat siyaset ile sosyalist siyasetin diyalektik bir bütünlük arz ettiğini ve aslında gelişimlerini birbirlerinin varlığına ve karşılıklı mücadelelerine borçlu olduklarını göstermişlerdir.

* Tıpkı Güney Amerika solunun yüzden fazla sosyalist, sosyal demokrat parti, örgüt, sendika ve gruplarının başardığı gibi ortak tarihi değerlerimiz etrafında bütünleşerek, Türkiye halkına umut ve heyecan aşılayacak bir çıkış yakalamamızın bütün objektif koşulları fazlasıyla mevcuttur. Bizler beraberliğin sübjektif koşullarından olan örgütlenme ihtiyacına, her türlü hesaptan uzak, tam bir samimiyet içerisinde katkı sunmaktan mutlu olacağız.”[15]

Burada vurgulanması gereken kritik nokta, sosyalist solun, “1919’da (…) kozasından çıkan (…) Anadolu modernizasyonu”na ilişkin tutumunun saptanmasıdır. Sosyalist sol, Murat Karayalçın’ın varsaydığı “süregenlik” belitinden, “bağımsızlık vurgunu” sosyalistlerin, devrimcilerin, bizatihî bu “modernizasyon”un taşıyıcısı TSK tarafından feci şekilde ezildiği 12 Mart’tan itibaren bir kopuş yaşamışlardır. Dahası bu “modernizasyon”un soykırımlar, katliamlar, asimilasyonlar, hasılı demir yumruk eşliğinde gerçekleştirilen bir “bastırma” ve “tektipleştirme” ile atbaşı yürü(tül)düğünün bilince çıkartılması, kopuşu sosyalist sol açısından daha da netleştirmiştir.

Dolayısıyla günümüzde, sosyalist solun “Cumhuriyet”le (rejimle) barışmak gibi bir derdi yoktur; olsa olsa yeni bir Cumhuriyet’i kurmayı hedefleyebilir sosyalist sol. Bu “yeni”nin, “İkinci Cumhuriyet” tezlerinden emek eksenli, eşitlikçi-özgürlükçü bir kardeşleşme perspektifiyle ayrıldığını vurgulamaya gerek var mı?

II.1-) SOLUN EN SAĞI: ÖDP

Siz Ufuk Uras’ın, ÖDP üstüne[16] dediklerini ciddiye almayın; denilenler ile gerçek -yaşayanların bildiği üzere- çok farklıdır; Uras’ın, ‘Zaman’ gazetesine demecinde, “Son kullanım tarihi geçenler ÖDP’den ayrıldı [doğrusu atıldı!-y.n.]” dediği gibi![17]

Her neyse, devam edelim…

Ersin Ergun Keleş, “ÖDP, 11 yıllık birikimi ve siyasi-ideolojik içeriği ve pratiğiyle, kendinden çok daha fazla bir şeyi ifade ediyor,”[18] derken; dediklerini neyin üzerine temellendiriyor? Bunu anlamak mümkün değil. Bu olsa olsa, asılsız bir hamaset!

Tıpkı Uras’ın “parlak lafları” gibi:

“Kendimizi aşmalıyız. Her siyasi yapı kendini aşarak ortak irade oluşturmalı. Yapabilirsek AKP’ye karşı iktidar seçeneği oluşturabiliriz. Yerel seçimlerde bunun patlamasını yapabiliriz.

ÖDP en büyük parçası olacak bu durumun. Toplumsallaştırma ve aslında kendi dışımızdakilerle buluşma konusunda önümüzdeki süreç ılımlı geçecek. Siyasette en tehlikeli şey ayrışma ve daralma. Bu işi aşmamız gerekiyor. Genel psikolojik havanın değişikliği bizim açımızdan işi kolaylaştırıyor. Böyle bir beklenti var. Birinci bölgedeki beraberliğimizden sonra DTP, ÖDP, DSİP, EMEP, Yeşiller, sendikalar ve meslek örgütlerinin talepleri var. Bu enerjinin büyütülmesi ve bu ihtiyaca denk düşen adımların atılması gerekiyor. Buna uygun davranacağız.”[19]

Yine yerel seçimlerde sol partileri “güç birliği” yapmaya çağıran Uras, solun ortak değerlerini benimasmiş siyasi partilerin yerel seçimlerde ortak aday çıkarmak zorunda olduğunun altını çizerek, çağrısının CHP’yi de kapsadığı vurgusuyla, “Eğer CHP buna yanaşmazsa, İzmir dahil her yeri kaybeder, bunun şakası yok,”[20] diyor…

CHP’den vazgeçemeyen ÖDP, yine Ufuk Uras ile, “Ne yapıp yapıp Adalet ve Kalkınma Partisi karşısında bir sol seçenek oluşturmalıyız. Şu anda öyle bir boşluk var. Bu, sol bir koalisyon mu olur, 3. cephe mi olur, bunun çatısı sonra oluşur. Şimdiden somut işbirlikleri yapmak önemli.”[21] “Türkiye yeni yıla, ABD emperyalizminin belirlediği koordinatlarda hızla ilerleyerek giriyor. 2008, bizim için de emperyalizmin oyununu bozmak, Türkiye’yi barışın, kardeşliğin ve adaletin koordinatlarına sokmak için umudun ve direncin yılı olacaktır. Zenginler bir tarafta, yoksullar diğer tarafta kendi hak ve çıkarlarını korumaya çalışacak,”[22] diyor.

Uras’ın sözcülüğüyle ÖDP, dışa dönük profiliyle “solu toparlamak” gibi asılsız hülyalarla iştigal ede dursun; gerçeklik başka türlüdür.

Örneğin Halil Güven’e göre, “ÖDP, 11 yıllık tarihi ile övünebilir… (oysa – b.n.) geldiği son nokta itibarıyla toplumsal muhalefeti kucaklamak ve kapsamaktan uzaktır. İzlemiş olduğu politik hat ile ilk kuruluş döneminde yarattığı coşku ve heyecanı sönümlendiren, ‘umudu umutsuzluğa’ çeviren, çoğulculuğu, çoğunluğa kurban eden ve partiyi parlamenter organ hâline getiren bir yapıya dönüştü.”[23]

Bir diğer kapsamlı saptama da -zamanında ÖSP’nin bileşenlerinden olan- ÖDP’li “Yeni Yol”dan:

“1. ÖDP, son 22 Temmuz 2007 seçim tartışmalarına indirgenemeyecek ciddi bir kriz içindedir. Kriz ne bir takım ‘abilerin’ köhneliğinden ne de birtakım ‘abilerin’ cinliğinden kaynaklanmaktadır. ÖDP’nin krizi dört dörtlük bir siyasal ve örgütsel krizdir. Kriz, 11 yıllık ömrü hayatında ÖDP’nin kendini inşa etmesine dair sistemli ve düzenli bir faaliyetin yürütülmemiş olmasının ürünüdür. Böylece ÖDP, organik bir parti hâline gelemediğinden her kritik anda -seçim, sendika içi gerilimler, gençlik, siyasal tutumlar ve diğerleri gibi- bir darma dağınıklık hâli sergilenmektedir.

2. Bu değerlendirme somut durumda her şeyi eşitlemeye veya aktüel olanı (‘hukuk’, parti içi demokrasi) önemsizleştirmeye yönelik değildir. Ancak bugünkü tartışma konularını daha tarihsel bir zeminden değerlendirmeden sağlıklı bir çözüme ulaşılamaz. Böyle bir zemin yoksa zaten seçim kırılmasının tartışılmasının da bir anlamı yoktur. Eğer partinin program, işleyiş ve yönelişine ilişkin ortak bir zihniyet söz konusu değilse, ‘hukuk’ herhangi bir sorunu çözemez.

3. 5/7 Ekim 2007 Olağanüstü Konferansı yalnızca aktüel sorunu gündemine alacak, belki de bu nedenle temel sorunlara değinme ihtimali ortadan kalkacaktır. ‘Hukuk’ tartışması en yüksek organ tarafından karar altına alınacaktır. Tıpkı başka organların aldığı kararlar gibi bu kararın da gerçekten ‘hukuki’ olduğu anlamına gelmeyecek ve tartışma devam edecektir. Sonunda çoğulcu partimizin yüzde 51’ini ikna etmek, diğerlerine diz çöktürmek için durmaksızın argüman üretenler, elde ettikleri oranın yarısıyla yola devam edebilirlerse ne âlâ.

Neticede tıpkı SEP ile ayrılık döneminde yaşandığı gibi krizin kaynağına gidilmediği için hareketi büyüteceğiz derken hem içte hem dışta bir daralmaya neden olunabilir.

4. Aktüel mesele ise her şeyden önce kongre kararlarına aykırı bir tutumun ürünüdür. Ne MYK’nın ne PM’nin ‘istisnai’ ve ‘özgül’ diyerek İstanbul’un bütününde veya bir yerinde ÖDP için hayati olan bir faaliyeti ‘bağımsız’ adayları destekleyerek imkânsız kılmaya yetkisi vardır. Partiyi bir oldu bittiyle karşı karşıya bırakan İstanbul ‘istisna’sı ve ‘özgül’ü, partinin bütünlüklü bir siyaset yürütmesine imkân vermediği gibi, organ kararı olmadan ilişkiye geçilen siyasal partiler, çevreler nezdinde de partinin ağır ithamlara hedef olmasına neden olmuştur.

ÖDP’nin bağımsız aday çıkarması veya desteklemesi, sosyalist hareketin toplumsal mücadeleler içerisinde güç biriktirerek toplumsal ve örgütsel yeniden inşasına uygun bir tutum değildir.

5. ÖDP’nin konumunu değerlendirirken toplumsal karşılığının ‘ihmal edilebilir’ bir oranda olduğu atlanmamalıdır. Bu, her zaman için Türkiye’de sosyalizmi telaffuz eden bir partinin ulaşabileceği bir orandır. Ayrışma kongresinde 16-17 bin üyenin iradesi kongreye yansımışken, ayrışma sonrasında bu üyelerin dörtte üçü gitmiş (gidenlerin büyük kısmı örgütlü siyasetin dışında kalmış, örgütlenenler de ÖDP’de temsil ettiklerinin ancak dörtte birini, hatta çok daha azını örgütleyebilmişlerdir), ÖDP’de eski üyelerin yüzde 40’ı kalmış ve o gün bu gün 4 bini aşmayan üye sayısıyla varolmuştur. ÖDP, başkaları, özellikle gençler, kadınlar, emekçiler için bir çekim merkezi olamamıştır.”[24]

ÖDP mevcut hâliyle, solun en sağını belirten bir sınır çizgisi ya da alâmettir!

II.2-) SOL NE?

Mehmet Merdan Hekimoğlu, “Liberal sol bir siyasal parti, geri kalmışlık sorunumuzu gelenekle modernite, laiklikle İslâm, kenarla merkez arasındaki tali çatışma alanlarından kurtarıp asli bir hürleştirme harekâtı üzerine yerleştirirse, otoriter sınırlamalarının prangasını ilk defa kırma fırsatını bulabilir.”[25] “Marksist soldan başka sol olamayacağı iddiası otoriter bir ideolojik zihniyeti ima ediyor”;[26] veya Ferhan Şensoy, “Aktif bir sol yok artık. Kayboldu, paramparça oldu. Sosyal demokrat kalmadı,”[27] diye sızlansa da “sol” emek ekseni dışında var olamaz…[28]

Tıpkı “devletçi” ya da “serbest piyasacı” veya “liberal” bir solun olmayacağı gibi…

“Ülke siyasetinde sınıf temelinde örgütlenen bir ‘sol’ parti, bir ‘sosyal demokrat’ parti olmadığı kesin”ken;[29] “sol”u sol olmaktan çıkartan, hayatı değiştirme kapasitelerini dumura uğratan, organik olmayan, önüne geleni “solcu” ilan eden saltcı-soyut “iddialar”dır…

Saptayarak ilerleyelim:

i) “Sağ ve sol tanımlamaları bugün de, (yarın da) siyaseti analizde naif kalmaz”; tabii “sol” sağcılaşmamışsa ve sağcılaşan “sol”un yerine sağ manipülasyon ikame edilmemişse…

Bu tür “anomali”ler “geçiş süreçleri”nde olabilir; oluyor da.

ii) Bu topraklarda devletçi CHP’nin “sol” olarak sunulması, “sol”a en büyük haksızlık ve zulümdür.

Kemalist bir “sol” olamaz. Çünkü Kemalizm sol değildir.

Lenin döneminde II. Enternasyonal’in şoven-milliyetçi partilerinin “sol” olmadığını unutmadan; solu “sol” yapan değerleri “es” geçmemenin, göz ardı etmemenin çok hayati olduğunun altı, defalarca ve ısrarla çizilmelidir.

iii) Kaldı ki “sol”u sol yapan “iddialar”ı, “söylem”i değil; siyaseti toplumsallaştırma kapasitesiyle doğrudan temsilcisi olduğu sınıf ile/ emekle organik ilişkileridir.

Çok basit bir deyişle: Sol, soldadır; sağcılaşan “sol”cu solda değildir. Hayır, bu “solculuğu kutsamak falan değildir; eşyayı adıyla çağırmak “bir yüceltme” değil; her şeyi yerli yerine oturtmaktır.

Bu nedenle, “Ayıldım ve hatırladım. Solculuk kutsaldır. Kimse öyle kolay kolay solculuğa layık olamaz,”[30] diyen H. Gökhan Özgün, sadece “ucuz” demogoji yapıyor! Solun ve solculuğun, tanımı vardır; tanımsız bir şey olabilir mi?

Norberto Bobbio’nun da işaret ettiği gibi, aynı anda hem sağcı hem de solcu olunamaz, bu da sağa ve sola eşit mesafede durulamayacağı anlamına gelir.[31]

Ya da H. Gökhan Özgün ile aynı gazetede yazan Halil Turhanlı’nın, “Sağ kimi kez de ayrıcalıkları, eşitsizlikleri gelenek adına savunur, eşitsizliği geleneklerin arkasına sığınarak meşrulaştırır. Örneğin, kadın-erkek eşitsizliğini biyolojik nedenlerin yanı sıra ataerkil aile yapısına ve değerlerine de bağlar. Sol eşitsizliğe yol açan gelenekleri kabul edemez,”[32] derken solu tanımlamış olmuyor mu?

Burada bir ara sonuç daha çıkartmamız gerekiyor: Solun tanımı vardır; olmalıdır; tanımsızlıktan kaynaklanan “Fetret Devri” nihayete erdirilmelidir.

Hatırlatalım: Yüzyıllara damgasını vuran emek eksenli sol politikanın enerji kaynağı, var olan sınıflar ve sınıflararası mücadelede ezilen sınıflardı; bu bugün de böyledir…

Neo-liberal “yeni sol”un “iddiaları”na inat…

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7
News Reporter