0 0
Read Time:61 Minute, 9 Second

IV. AYRIM: SORU(N) NE(REDE)?

Soru(n) ne(rede)? Bunu yanıtlamak için epeyce tartıştık, konuştuk, yazdık, çizdik…

Hemen hemen her konuda; örneğin Kuruçeşme’de olduğu gibi…

“Demokrasi Mücadelesi ve Devrim Perspektifi”,[94] “Demokrasi Mücadelesi ve Program Anlayışları”,[95] “Sosyalist Demokrasi”,[96] “Enternasyonalizm”,[97] “Türkiye’nin Toplumsal ve Sınıfsal Dinamikleri”,[98] “Birlik Düzlemleri ve Parti”[99] konularında..

Bunlardan geriye, pratik olarak bir ÖDP enkazı dışında ne kaldı?

Hemen hemen hiçbir şey!

Soru(n) ne(rede)?

Gayet açık: “Söz ve eylemin kopukluğu”nda![100]

Artık, sözü ve eylemi birleştirmeden yol alabilmek mümkün değil! Bunu herkes böyle bilmeli; bir de “İşlemeyen dişlemez” diye haykıran Rus Atasözünü…

Bugün (ve gelecekte) ne yapılacak ise, ilk tartışmasız “olmazsa olmaz”, sözün ve eylemin, yani düşünce ve davranışın birliğidir; bunun bir adım gerisi mümkün değildir.

Bununla bağıntılı olarak, aynıların aynı yerde buluşmasını hedeflemek ve beş benzemezi yan yana getirme genişliğinden (eylem birliği ve cephe girişimleri haricinde) vazgeçmek gerekiyor…

Evet, aynılar aynı yerde olmalı; bu doğrultuda ikircimsiz ve hatta yalnız kalmayı da göze alabilen netliğe, kararlılığa, cürete sahip olmak gerek.

Karar vermek zorundayız: “Küreselleştirilen Türkiye”nin “Küreselleşmiş Solu” olup, emperyalist projelerin sol ayağı mı olacağız; yoksa “küreselleşme” alt başlıklı sömürgeleştirilmeye karşı mücadele mi edeceğiz?

Bu noktada kalın bir sınır çizerek ayrışmaya, bir direniş odağı yaratmaya cesaret edebilecek miyiz?

Yani devrimci Marksist bir hareketin inşası yolunda devrimin güncelliği sorununu asli gündem maddesi yapabilecek miyiz?

Devrimci eylemin devrimci teorinin neresinde durduğunu ve nasıl bir organik bağ içinde olduğunu kavrayıp/ kavratabilecek miyiz?

ÖDP deneyinde olduğu gibi “birlik adına” tasfiyecilik illetinden kurtulabilecek miyiz?

“Aradığımız lider Biziz”;[101] yani halkız, mağdurlarız, emekçileriz, ötekileştirilenleriz, kadınlarız, Kürtleriz, kolektif işçi sınıfıyız… diyebilecek miyiz?

Bu yolda ne “eskici” ne de “yenilikçi”yiz; devrimciyiz, radikal sosyalistiz, enternasyonalistiz… diyerek gündelik hayatı devrimcileştirmeyi bölgesel devrim eksenli iktidar hedefine bağlayabilecek miyiz?

Eskilerin toplamı değil, tarihsel birikimlerin yeni sentezini oluşturabilecek miyiz?

Avrupa-merkezci anlayışlara, modellere ve dayatmaya “Hayır” diyerek karşı çıkabilecek miyiz?

Ya da Berstein’lıkta de, Gorbaçov’lukta ısrar edenlerle; ya da Soroscularla, “Sivil Toplumcular”la; veya “küreselleşme reformizmi”yla aramıza kalın duvarlar örebilecek miyiz?

İçinde debelenilen kriz(imiz)i aşmak için, V. İ. Lenin’in, “…‘Özlemi duyulacak olan mücadele, mümkün olan mücadeledir ve mümkün olan mücadele belli bir anda verilmekte olan mücadeledir’. Bu, kendini edilgen olarak kendiliğindenliğe uyduran sınırsız oportünizm eğiliminin ta kendisidir,”[102] uyarısını artık ve nihayet anımsayabilecek miyiz?

Veya kriz üretmeye mahkûm olan ve krizlerini yeni krizler yaratarak aşmaya çalışan sürdürülemez kapitalizmin yarattığı ıstıraplara, ancak devrimcilerin üretken ve özgün müdahaleleriyle son verilebileceği; kapitalizmin yaşadığı krizin, onu aşmak için yeni dinamikler ve imkânlar barındırdığı; ya da V. İ. Lenin’in, “Tüm krizlerin büyük önemi, gizli olanı açığa çıkarmaları, sınırlıyı, ayrıntıyı bir kenara itmeleri, politik moloz yığınını ortadan kaldırmaları, gerçekten yürüyen sınıf mücadelesinin gerçek saiklerini ortaya koymalarıdır,”[103] uyarısı hatırlanabilecek mi?

Bizi işlevsizleştiren çok başlılığı ve parçalılığı aşabilecek miyiz?

Bunlar vd’leri, vb’leri yanıtını arıyor.

Özetlersek, Haluk Gerger’in formülasyonuyla, “Bugün Türkiye sosyalist hareketi esas olarak üçe ayrılıyor.

Bir grup ne yazık ki seyirci bir konumda bulunmaktadır. Bu seyirci konumundaki sosyalist hareketler sekter, dogmatik, son derece keskin ama hayata müdahale edemez durumdadır.

Öte yandan ise, ya liberalizme ya milliyetçiliğin kuyruğuna takılmış bir kuyrukçu sol var. Bundan da bir şey çıkmayacağını biliyoruz, bu çok açık.

Şimdi bize ideolojik, örgütsel ve sınıfsal, yığınsal konumlarını güçlendirmiş, dağınık ve güçsüz olmayan bir yeni, müdahaleci, devrimci, sosyalist güç ve iş birliği gerekiyor.”[104]

IV.1-) “KRİZ(İMİZ)”İN “NASIL AŞILACAĞI” MESELESİ

Görülüyor: Krizin kendisi devrimci çözümleri dayatıyor.

Devrimci her koşulda “Ne Yapmalı?” sorusunu sorar, yanıtını arar, bulur ve gereğini yapar.

Nesnelliğin bir parçası olmayı reddetmek için, nesnelliğin içindeki değişim damarını bulmak ve lehimize yöneltmek için müdahale etmek gibi…

Evet, “kriz(imiz)i” aşmak için bize “ideolojik, örgütsel ve sınıfsal, yığınsal konumlarını güçlendirmiş, dağınık ve güçsüz olmayan bir yeni, müdahaleci, devrimci, sosyalist güç ve iş birliği” gerek… Buna kuşku yok!

Ancak Perry Anderson’ın şu uyarısını unutmamak kaydıyla: “Marksist teori gerçek özelliklerini ancak devrimci bir kitle hareketiyle doğrudan doğruya ilişki kurarak kazanır. Devrimci kitle hareketi eylemden yoksunsa ya da yenilgiye uğramışsa, teori kaçınılmaz olarak bozulur, canlılığını yitirir. Bu yaygın fikrin öncülü, hiç şüphesiz, Marksist epistemolojinin geleneksel tanımı sayılan ‘teori-pratik birliği’ ilkesidir.”[105]

Buna bir ek de, “Doğru devrimci teori ancak gerçek bir kitle hareketinin ve gerçek bir devrimci hareketin pratik eylemiyle kurduğu yakın ilişkiyle son şeklini alır,” diyen V. İ. Lenin’den…

IV.1.1-) NEYİN KRİZİ?

Yaşanan kriz(imiz), Marksizmin kendisinin değil, kendilerini Marksist olarak tanımlayan uygulayıcılarının krizidir. O hâlde Marksizmin değil, devrimci hareket(ler)in krizinden bahsetmek daha anlamlı olur.

Bu ön saptamadan hareketle kriz(imiz)i irdeleyip, tartışılırken “ideolojik-teorik-pratik kriz” ayrımı yapılmalıdır. Kriz sorununa yaklaşırken böylesi bir ayrım yapmak yöntem bakımından doğru olduğu gibi, krizi çözümlememizi, anlamamızı, ve üstesinden gelmemizi, en azından ilk ikisini yapmamızı kolaylaştırır da.

Sözcük anlamıyla kriz, tehlikeli sonuçlar doğurabilecek durum, güç dönem demektir. Bir birey böyle bir dönemden geçebileceği gibi, bir toplum, bir ideolojik-politik akım, bir örgüt vb. de geçebilir. Örneğin, bir ideolojik-politik akım olarak komünizm kriz geçirmektedir dendiğinde anlaşılması gereken, onun tehlikeli sonuçlara yol açabilecek ve/ veya açmış bir dönemden geçmekte olduğudur.

“İdeolojik” krizden ne durumda söz edilebilir? Marksizm’in teorik temelleri ve temel ilkeleri hakkında kuşku duyuluyorsa, bunları gözden geçirme ya da bunlardan vazgeçme eğilimi vb. varsa komünist hareket ideolojik kriz geçirmektedir.

İnşa hâlindeki bir tarih olan Marksizm açısından biz böyle bir soru(n) olduğunu düşünmüyoruz.

Gelelim “teorik kriz”e: Bir şeye bakmak anlamına gelen Yunanca ‘theorein’ sözcüğünden türeyen teori sözcüğü, bilimsel olarak maddi gerçekliğin insan bilincine düşünsel olarak yansıması anlamına gelir. Teori terimi gözlem tarafından desteklenen, pratikte doğrulanan bir varsayım, bilimsel bir varsayım anlamında da kullanılabilir.

Bu tanım kapsamında Marksist teorinin durmadan geliştirilmesi, onun devrimci özüne yaşamın yeşilinin katılarak, canlandırılması gerektiğini düşünüyoruz.

“Politik kriz” meselesine gelince: Elverişli nesnel koşullara karşın, politik hareket olarak büyüyemediğimiz, hatta güç yitimine uğradığımız, yani işçi sınıfı hareketiyle kitlesel politik bağların kurulmasında önemli sorunlar yaşadığımız verili kesitte; politik gelişmeler karşısında edilgin kaldığımız bir “sır” değildir.

Yani politik sınıf savaşımında ciddiye alınabilir bir politik güç durumuna gelemediğimiz koordinatlarda “politik kriz(imiz)”den söz etmemiz mümkündür. Bu durum politik hareket olarak büyüyememe krizi olarak da tanımlanabilir.

Nihayet “örgütsel kriz(imiz)”: Bu konuda yani tepeden tırnağa örgütsüzlüğümüz hakkında bir şey söylemeye gerek var mı?

Özetin özeti olarak ifade edersek: Örgütsel kriz(imiz)in temel bir öğesi, devrimci birleşik önderlikten yoksunluktur. O hâlde; Marksizmin sık sık vurguladığı “Devrimci Teori Olmadan Devrimci Pratik Olmaz” ve “Marksizm Dogma Değil, Eylem Kılavuzudur” deyişleri, bizler için yol göstericidir.

“Kriz” dedik…

Aslı sorulursa krizlerin tarihi, devrimci hareketin tarihiyle özdeştir. Yani devrimci hareket bir yanıyla da krizlerinin ve aşılmasının tarihidir.

Belirtmeden geçmeyelim: Coğrafyamızda teorik-pratik bir akım olarak radikal sosyalist hareket, devrimci yükseliş veya devrim dönemleri gibi kısa zaman dilimleri dışında, genel bir kriz içinde oldu. On yıllardır sürmekte olan “güncel” kriz(imiz) de, bu genelin en ağır örneklerini sergiledi.

Evet tarihimizde daha önce görülmeyen uzunlukta bir kriz sürecini yaşıyoruz; on yıllardır teorik, politik ve örgütsel olarak çok yönlü ağır bir kriz içindeyiz.

IV.2-) BİRLİK

Ne yazıktır ki, mevcut kriz durumunda, onu aşmaya yönelik güçlü bilinçli-planlı bir örgütsel bir müdahale de söz konusu değildir; olsa olsa “Sosyalist Forum” örneğinde olduğu gibi bunun imkânlarından konuşulmaktadır.

V. İ. Lenin’in formülüyle, “Parçalanmayı kaçınılmaz kılan nedenleri anlamak ve onu önlemek için kararlı ve birlik içinde savaşmak, yaşadığımız dönemin Marksistlere yüklediği en önemli görevi”yken;[106] “Sosyalist Forum” örneğinde olduğu gibi söz konusu faaliyetlerin asli amacı, elbette, öndersizlik krizinin aşılmasına yönelik olarak, arzulanan/ hedeflenen birliktir…

“Arzulanan/ hedeflenen birlik”, asla yeni bir sol fraksiyon değildir, böyle algılanmamalı ve sunulmamalıdır…

“Arzulanan/ hedeflenen birlik”ten kastımız, toplama ve yapıştırma değil, harmanlama ve damıtma işlemidir. (Tabii bunu aynadaki suretini arayarak anlamsızlaştırıp/ imkânsızlaştırmamak ya da Georg Christoph Lichtenberg’in, “Kendine aşık olan hiç değilse, bu aşkında karşısına bir rakip çıkmayacağı için talihlidir,” sözünü anımsatmak kaydıyla![107])

Bu konuda bir çözüm önerisi olarak, TÖP (Toplumsal Özgürlük Platformu) II. Konferansı’nın (Haziran 2005) “Birlik Üzerine Kararı”nın bir bölümünde şunlar demektedir:

“Devrimci, Marksist ve yenilenmeci temelde bir yeniden örgütlenme (re-organizasyon) ihtiyacını tespit eder.

Kapitalizmi yıkma perspektifine sahip olma anlamında devrimci, o yıkıcı pratiğin öncü öznesi olarak işçi sınıfını görmesi anlamında Marksist ve içinde bulunduğumuz yeni tarihsel dönemin teorik-ideolojik-pratik ve örgütsel yenilenme ihtiyaçlarına devrimci-Marksist zeminde yeni bir sentez yaratmış olmasıyla yenilenmeci bir yeniden-örgütlenme.”[108]

Baran Anıl da şunları ekler: “Çözüm ise ancak, Marksizmin düşünce ve davranıştaki devrimciliğinin yeniden doğuşu -Rönesans- ve bunun bugüne özgü doğru örgütsel halkasının yakalanmasıyla elde edilebilir.”[109]

Elbette “Ne sağcıyım ne solcu/ Sadece evdeyim bu gece/ O umutsuz, küçük ekranda/ Kaybolmak üzere,” diyen Leonard Cohen’in dizelerini andıran bir kesitten geçen Türkiye’de “Arzulanan/ hedeflenen birlik” kolay değil; hatta önünde akıl almaz güçlükler var; ama imkânsız da değil.

Yapılması gereken yol almak için pedal çevirmektir; bu sistemli ısrarı sürekli gündem maddesi kılmaktır… Bilir misiniz, “Hayat pedal çevirmek gibidir. Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz müddetçe düşmezsiniz,” der Claude Pepper….

Gerçekten de Eric Hobsbawm’ın, “Nereye doğru gittiğimizi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, tarihin bizi bu noktaya neden getirdiğidir. Yine de açıkça görülebilecek bir şey var. İnsanlığın anlaşılır bir geleceği olacaksa, bu gelecek geçmişin ya da şimdiki zamanın sürdürülmesiyle olmaz. Üçüncü bin yılı bu temelde kurmaya çalışırsak başarısızlığa uğrarız,”[110] dediği “geçiş süreci”nde geçmişi kazanmak için yaslanmamız gereken şey -eleştirel olarak tanzim ve tasnif etmemiz gereken- devrimci mirasımızdır.

Gerek dünyadaki gerekse coğrafyamızdaki radikal sosyalist mücadele ve emekçi hareketi birikimleri, hata ve sevaplarıyla, gözbebeğimiz gibi koruyacağımız mirasımızdır; geçmişe karşı vefalıyız. Ama mirasyedi değiliz. Salt bu mirasla idare edemeyiz; günü tahlil etmek ve geleceğe uzanmak zorundayız.

Emekçilerin ve onların öncülerinin, XIX. yüzyılda Avrupa’da ve XX. yüzyılda tüm dünyada giriştikleri kapitalizmi aşma ve sosyalizm yolunda ilerleme pratikleri, hataları ve sevaplarıyla mirasımızdır.

Bu pratiklerden dersler çıkaracağız, ama geçmişe takılıp kalmayacağız.

Geçmişten bugüne kalan sorunların ve tartışmaların çözümü de, yüzümüzü geleceğe dönmekle, bugünü ve geleceği somut olarak analiz ederek yeni ve daha kapsamlı bir politikalar bütünü ve kuramlar üretmekle olanaklıdır.

Kendimizi geçmişteki tartışmalardan kaynaklanan saflarla tanımlamıyoruz.

Geçmişimizi miras kabul ediyoruz ve geleceğin sosyalizm pratiğine ve analizine yönelmeliyiz.

Tabii tüm bunları hayata geçirebilecek olgunluktaki kolektif liderlikle!

Ve birlik konusunda, “olmazsa olmaz” son bir not daha: “Eğer demokratik halkçı ve anti-kapitalist hareketler, dünya kapitalist sistemine belirleyici bir darbe indirmeyi başarmaksızın, sürekli bir mücadele, kısmi zaferler bozgunlar ve geri çekilişler çemberi içinde hapsolup kalmayacaklarsa, birleşik bir örgütlenme ve etkin liderlik de, en azından esneklik, demokrasi ve içsel çoğulculuk kadar gereklidir.”[111]

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7
News Reporter