Durum ve Gelişmelerin Yönü…
Türkiye ve Kürdistan’da önemli ve hızlı gelişmeler yaşanmaktadır. Bunları değerlendirmekte ve gelişmelerin yönünü ana çizgileriyle ortaya koymakta yarar var.
Öncelikle vurgulamak gerekiyor ki, gündemin ve gelişmelerin temel dinamiğini Kürdistan sorunu oluşturmaktadır; temel politik gelişmeler ve yönelimler Kürdistan eksenli olmaktadır. Sömürgeci inkâr ve imha sistemi her açıdan iflas etmiş ve bir bakıma “uzatmaları” oynamaktadır. Ama bu hemen ve kendiliğinden yıkılacağı anlamına gelmemektedir…
Bezele baskınından sonra ilk kez Genelkurmay “başarısızlık ve ihmal” gerekçeleriyle tartışma konusu oldu. Bir gazete tarafından dile getirilse de Genelkurmayın hesap vermeye davet edilmesi önemlidir. Bunun egemenler cephesindeki iktidar çekişmesiyle ilgili boyutları olsa da ordunun bu düzeyde tartışma konusu yapılması, sert eleştirilere ve ifadelere muhatap kılınması kendi tarihinde bir “ilk” olmaktadır.
Bu, bir tabunun, bir “efsanenin” ve daha da önemlisi bir iktidar kültünün açıktan açığa delinmesi ve çözülüş sürecine girmesi anlamına gelmektedir. Genelkurmay Başkanının buna çok sert tepki göstermesi, ardından Hükümetin Genelkurmayın arkasında saf tutması, aslında yaşanan çözülme sürecini onarma ve tersine çevirme telaşından kaynaklanmaktadır. Bu tartışma sürecinde Taraf Gazetesinin sergilediği tutum cesur ve kararlı oldu, ancak bu tutumunda genel olarak yalnız kaldı. Birçok konuda hükümeti destekleyen gazete, bu son tutumunda hükümeti “karşı cephede” buldu… Bunda şaşılacak bir yan yoktu. Yıpranan Genelkurmay, yıpranan devlet ve Cumhuriyet çizgisi demekti. Aralarındaki çelişkiler ne olursa olsun, farklı bir programı, farklı bir Kürt politikası olmayan hiçbir hükümet, bu tartışmaya kayıtsız kalamazdı, nitekim kalmadı ve net bir biçimde Genelkurmaya desteğini ortaya koydu.
Bezele baskınıyla ilgili yine ordunun içinden sızdırılan belgelerle Genelkurmayın tartışma konusu yapılması, ordu içindeki çelişkileri de bir yönüyle yansıtmaktadır. Bu çelişki olmasaydı bu belgelerin sızması, basına “servis yapılması” mümkün olmazdı. Bu çelişkilerin boyutlarını ve niteliklerini bilmiyoruz. Ancak bu çatlağın varlığı, Genelkurmayı tartışma gündemde tutma olasılığını da birlikte getiriyor.
Hiç kuşkusuz, Genelkurmayın tartışma konusu yapılması, başarı ve başarısızlık noktalarında sorgulanması, hem Türkiye demokrasi mücadelesi açısından, hem de Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi açısından önemli bir noktadır. Bu tartışmanın derinleştirilmesi ve genişletilmesi, geçmiş süreci de kapsayacak bir düzeyde yürütülmesi çok olumlu olacaktı. Ancak ne yazık bu tartışma süreci, “Öcalan’a fiziksel saldırı” haberi ile kesintiye uğradı. Bu, bir rastlantı mı, yoksa daha geniş bir senaryonun bir parçası mı?
Yıllardır Öcalan iktidar sistemi eliyle beyinlere ve yüreklere işlenen Öcalan yanılsaması, yani Kürdistan özgürlüğü ve bu eksende meydana gelen gelişmelerin Öcalan adıyla özdeşleştirilmesi, kaçınılmaz olarak “bir saldırı” haberi karşısında önemli bir tepkiye yol açardı. Bunun bir de anılan iktidar sistemi tarafından bir kampanya olarak yürütülmesi, var olan tepkiyi daha da boyutlandıracaktı. Burada iki noktanın altını çizmek gerekir:
Bir: Öcalan yanılsamasına ve bu yanılsamanın görüntüdeki tetikleyici yanlarına rağmen, Kürdistan sorunu canlı, Kürdistan dinamiği diri ve sömürgeci sistemi her açıdan zorlayan temel bir olgudur! Halk, gençlik ve emekçileri harekete geçiren temel dinamik bu sorunun kendisidir! Ancak ne yazık, bu dinamik bir devrimci program ve öncülükten yoksundur, tersine devrimci özü boşa akıtan, gündemi kendi aleyhine saptıran bir iktidar sistemi tarafından denetlenmektedir!
İki: Öcalan yanılsaması ve bunu canlı tutan İmralı partisinin hedefinde Kürt sorununun devrimci çözümü yok, hatta reformist bir çözümü bile yok…
Peki, bu son olayları ve gelişmeleri bu iki temel gerçeklikten bağımsız ele almak mümkün mü? Genelkurmay tartışma konusuyken tartışma ve sorgulanmanın dışına itildi… Bunun Kürt halkının temel çıkarlarıyla herhangi bir bağlantısı var mı?
Özel savaş aygıtı ne yaptı, ne yapıyor? Devleti, devletin belli başlı kurumları arasındaki koordinasyonunu sağlayacak “kurumsal tedbirler” alıyor, bastırma hareketlerinde daha geniş yetkiler istiyor, egemenler cephesindeki çatlakları onarmaya çalışıyor… Hükümet ile Genelkurmay arasında son dönemde yaşanan “uyuma” bakılırsa bunun anlamı daha iyi anlaşılır kanısındayız.
Evet, Cumhuriyetin Kürdistan politikası iflas etmiştir, bu sayısız kez kanıtlanmış ve sayısız olayla açığa çıkmıştır. Ama TC’nin inkâr ve imha sistemi yerine koyacağı her hangi bir politik seçeneği yok, buna yönelik her hangi bir eğilimin işareti de yok… Geriye özel savaşı daha da güçlendirmek, aksayan yanlarını onarmak ve bunu tam bir “milli seferberlik” ile götürmek kalıyor. Yapılan da budur!
Buna karşılık PKK’nin, açıkladıkları program ve deklarasyonların da açıkça gösterdiği gibi, bir Kürdistan ve Kürt özgürlük sorunları yok… Onların sorunu, “Cumhuriyetin temel nitelikleriyle” bir sorunu olmayan “Önderliklerini” kurtarmak, bir af ve kimi kırıntılar, “yasal siyaset” karşılığında devletle bütünleşmektir!
Peki, halkımız, bu aslında basit ve yalın gerçeklikleri biliyor mu? Biliyorsa ne kadar?
Ortada büyük bir yanılsama ve çarpıtma var… Boşa akıtılan enerji, kan ve canlar var… Şu soruyu sormak çok önemli:
Ne uğruna? Hangi hedefler ve amaçlar için?
Ortada büyük bir yanılsama ve yanıltmayla örtülmüş başka hesaplar, başka hedefler var.
Bu, bir halk açısından büyük bir trajedi değilse nedir?
Bu yanılsama aşıldığında, bu büyük direnişler ve patlayan enerjiyle gerçek özgürlük ve onurlu yaşam bir gerçeklik haline gelmeyecek mi?
Açık ki, tek başına direnmek, savaşmak yetmiyor; direnişi doğru ve devrimci bir programa bağlamak gerekiyor! Yoksa büyük emeklerle örülen direnişler ve savaşlar sonuçsuz kalmaya mahkûm olur!
Halkımız, bu trajediye mahkûm değildir!
27 Ekim 1980
M. Can YÜCE