0 0
Read Time:67 Minute, 53 Second

TERÖR MÜ, TEDHİŞ Mİ? KADİR CANGIZBAY 1 Eylül Star Açık Görüş (Bu yazının terörle ilgili bölümü hukuksal sorun yaratır bahanesiyle Taraf tarafından yayınlanmadı; ben de genişletip Star’a gönderdim; sağ olsunlar, bastılar)

Anayasa Mahkemesi 11’e 10 karara bağlamış ki, AKP anti-laik bir odakmış. Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu’nu yargılayan mahkeme de aynı şekilde haddini aşıp ‘azınlık’ kavramını tanımlamaya kalkmıştı. Utanmasalar diyeceğim -ama, eminim utanmazlar; zira utanacak olsalardı sevgili Hrant’ın o güzel Türkçesini anlarlar ve de katline giden yolu açtıklarından dolayı en azından vicdan azabı duyarlardı- bunlar suyun formülünü tanımlamayı da kendilerine hak görürler. Hele, bazıları var ki, lafa her defasında ‘Türk laikliği…’ diye başlıyorlar. Oysa öyle Türk laikliğiydi, yok Tibet laikliğiydi’ diye bir şey olmaz; epistemolojik temelde cahillik değilse, etik açıdan üç kağıtçılıktır; tabiî felsefe bağlamında da post-modernlik, daha da vahimi siyasî açıdan faşistlik: “Her kavramı bilasm de bilmeasm de ben kendime göre tanımlarım, üstelik ‘öyle de olur, böyle de’ ve de tanımımın doğruluğu yanlışlığı bir yana, ben öyle tanımladım, gücün yetiyorsa gel de değiştir”.

Kesin ve net olarak şunu tekrar ediyorum: Kişiler laik, yani, bütün inançlara eşit uzaklıkta; dolayısıyla laiklik de bir ‘yaşam biçimi’ olamaz; tabiî laikliği bir yaşam biçimi olarak görüp, devlet de laik olduğuna göre laiklik adına insanlara ‘şu ya da bu biçimde yaşamak zorundasın, gayrısı ise suçtur’ diyen de devlet devşirmesi cahil ve küstah bir papağandan başka hiçbir şey. Her şey bir yana, ‘Doğru Din’i vaz etmekle kendisini görevli sayan bir Diyanet İşleri Reisliği’nin bulunduğu bir ülkeyi laik sananları, biz normal insanlara zarar veremez hale getirmenin yolu ise, kendilerini Vatikan benzeri milletsiz, ama özellikle de ordusuz bir devletsi yapı içinde tecrit etmektir.

Bunların elinde, laikliğin yanı sıra, yine maymuncuk olarak kullandıkları bir kavram daha vardır ki, o da terör. Oysa, -her ne kadar ‘sözde vatandaş’ sözünü telaffuz etme ayıbını taşıyor olsa da- yıllar önce “terörü, kimin kime karşı ne amaçla uyguladığından bağımsız olarak önce bir tanımlayalım” deme feraset ve cesaretini gösterirken ülke bilim adamlarının pek yanına uğramadıkları bilim felsefesinin en temel gereğini yerine getiren bir Hilmi Özkök’ümüz de vardı.

Evet, öznesinden, yerinden, zamanından ve de amacından bağımsız olarak terör nedir, ona bir bakmaya çalışalım.

“Ölü sayısı yükseliyor”; trafik kazası, doğal afet veya herhangi bir felakette değil, cinayette. 6 şehit, ama 19 da terörist ve en son haber 11 terörist daha öldürülmüş, neyse ki… Maç skoru iletir gibi: Çok ayıp; zira, 6’sı da, 25’i de aynı devletin vatandaşları; çok acı, hepsi insan. En üst rütbe/mevkideki komutan, şehit haberlerine üzüldüğünü ifade ediyor ama, “neyse” diyor, “bütün bu şehitler, terörle mücadele azmimizi daha da bir güçlendiriyor”: Ne kadar şehit, militaristlere de o kadar meşruiyet. Vakıa, bazı yüksek rütbeli askerlerin emekli olduktan sonra iftiharla yaptıkları itiraflara bakınca militarizm için kendisine meşrûluk temeli hazırlamak hiç de zor değil: Baktın ki yeterince terör yok, attırırsın bir iki bomba, yöredeki savcı ve yargıçların evlerinin yakınına, ya da kendi adamlarınla sahte PKK baskını düzenlersin kasabaya, yine yol kestirtirsin sahte PKK’lılara… Veya, Dağlıca’daki mevzilerin fotograflarını gönderirsin eli bombalı, ‘faili meçhul’cü canilerin eline, baskın gecesi düğünlere kaçmak üzere.

Her şeyden önce, ister dağda olsun, isterse de sokak arası, ova, orman veya maki, açıktan açığa, korakor (corps à corps) çarpışan insana terörist denmez. Önce terör olmalı ki, teröristten bahsedebilelim. Terör ise, kendisine şiddet uygulandığında buna cevap veremeyecek, dolayısıyla kendisiyle çarpışamayacak bir hedefin vurulmasını gerektirir: Terörist, kendisi tarafından saldırılmayı beklemeyen birilerine en beklenmedik bir zamanda/yerde/biçimde saldırsın ki, kendilerine saldırılmasını beklemeyen diğer insanlar da “hedef pekâlâ biz de olabilirdik/her an olabiliriz” deyip dehşete kapılsınlar; adeta mefluç, hiçbir şey yapamaz hâle gelsinler. Zaten terörün Türkçesi de tam tamına tedhiştir; yani, insanların ruhuna dehşet salmak, kanını dondurmak: Dehşet ile tedhiş; her ikisi de Arapça d-h-ş kökünden türetilmiş kelimeler; ama, yüzlerce yıldır dilimizde. Niye korku değil de dehşet derseniz; diyelim, boa yılanıyla ormanda değil de yatak odamızda karşılaşmak aynı şey değil de, ondan: Dehşet, korkunun aklımızı aşıp vücudumuzu kaplaması.

Terörün Türkçesi tedhiştir dedik; ama, son 20 yılda tedhiş kelimesi terk edildi; daha doğrusu terörle aynı anlama geldiği unutuldu. Hukuk metinleri de dahil (Terörle Mücadele Kanunu), her tarafı terör bastı. Burada, ‘merih’ ile ‘mars’ın aynı şey olduğunu bilemeyip her iki kelimeyi de sanki iki farklı şeye tekabül ediyorlarmış gibi kullanmak türünden -ne kadar vahim olsa da, masum- bir cahillik değil, kurnazca olduğu ölçüde haince de bir çarpıtma söz konusu; tam da ‘özel/psikolojik harp’çi işi.

Önce şunu söyleyelim: Tedhiş/terör, ‘orantısız’ın da ötesinde ‘karşılık verilemez’ güç kullanımına (veya tehdidine) dayanan bir insanlık suçu. Ancak terör/tedhiş, kendi içinde bir amaç değil, sadece bir mücadele yöntemidir; yani, kendisi için mücadele edilmez; başka bir şeyler için mücadele ederken kendisine baş vurulur. -Psikiyatrik bir vaka olmanın dışında- sırf terör üretmek, yani insanların ruhuna dehşet salmak için kurulmuş, nihaî amacı tedhiş, ideolojisi tedhişçilik, bütün mensupları da tedhişçi ve tedhişçiliklerinden ibaret bir örgüt, kuruluş, grup veya hareketten söz edilemez. Ancak, şu da bir vakıadır ki, başta anlı şanlı devletler olmak üzere, pek çok siyasal kuruluş, tedhişi şu ya da bu sıklıkla bir yöntem olarak kullanırlar. Bu durumda, ya bunların hepsini tedhişçi olarak adlandırmak gerekir ya da hiç birinin başına böyle bir sıfat koymamak. Ayrıca her şiddet kullanımının/şiddet kullanma tehdidinin tedhiş demek olmadığını, buna karşılık kendilerine doğrudan şiddet uygulanmadan insanların tedhiş edilip yılgınlık içinde yapacağını yapamaz, yazacağını yazamaz, söyleyeceğini söyleyemez hâle getirilebildiğini de akıldan hiç çıkartmamak gerekir.

Tedhiş ve ondan türettiğimiz tedhişçi kelimesini -ortada hiçbir dilsel sebep yokken- kullanımdan kaldırıp terör ile insanların yüreğine dehşet salma arasındaki birebirlik bağı kopardınız mıydı, artık, terörizmi sanki bir ideolojiymiş gibi ele alıp, gerek bireyleri, gerekse örgütleri, değil tedhişe, şiddete bile baş vurup vurmamalarından bağımsız olarak terörist veya terör destekçisi olarak nitelendirebileceksiniz demektir. Bu noktada artık, eyleminden bağımsız olarak terörist -birey veya örgüt- vardır ve terör de onun yaptığıdır. Oysa, diyelim komünist bir düzende -ki, zaten bugüne kadar hiç olmadı- yaşıyor olmadan da insan komünist ve komünist bir örgüt veya parti olabilir; ama, tedhişe başvurmadığı sürece ne hiçbir örgüt, ne de hiçbir kimse teröristtir; tedhişe baş vurduğu durumda da, teröristliği sadece o olayla sınırlıdır. Aksi takdirde, terörist denilen örgütün ya da örgütle şu ya da bu ölçüde/şekilde özdeşleştirilen bireylerin en sıradan fiil veya talepleri bile terör, benzer fiil veya taleplerde bulunanlar da terörist/terör destekçisi addedileceklerdir, ki Türkiye’de yapılan da tam tamına budur. İş o raddeye varmıştır ki, PKK veya Öcalan dese ki “sarı ne güzel renktir”, sarıyı lanetlemediğiniz sürece artık siz de suçlusunuzdur teröre yardım ve yataklıktan, suçu ve suçluyu övmekten; tabiî bu arada linç edilmesi vacip bir hainsinizdir de…

Terörist (birey, örgüt, grup veya devlet) de, kendisi karşısında hiçbir -ulusal, uluslar arası veya savaşa ilişkin-

hukuk kuralına riayet edilmesi gerekmeyen, yani hukuksal olarak ‘yok’ sayılan, dolayısıyla fiziksel olarak da yok edilmesinde hiçbir beis bulunmayan bir varlıktır artık. Terörist, sorgusuz sualsiz/yargısız infaz edilecek/edilmiş olanın adının başına eklenecek sıfattır; devletin kişilere karşı her türlü hukuk dışı uygulamasına peşinen meşrûluk kazandıran sihirli değnek/kelime: Geçenlerde bir baba askerlerden yakınıyordu: “Oğlum terörist miydi ki, yakalamaya bile teşebbüs etmeden hemen vuruverdiler”; yani, eğer terörist olsaydı, bunu zaten hak etmiş de olacaktı. Amerika da, savaş falan ilân etmeden topraklarını bombaladığı, vatandaşlarını öldürdüğü/işkenceden geçirdiği veya işgal ettiği devletleri ya önceden terörist ilân ediyor ya da sonradan “o, zaten terörist bir devlet” diyor.

Ancak terör kelimesi kendi dillerinde zaten bulunanlar (Batılılar), bu kelime tam tamına ve sadece ve sadece tedhiş anlamına geldiğinden, terör ve terörist diyebilmek için hiç değilse ‘insanları yıldırmak üzere etrafa dehşet salma’, yani ‘karşılık verilemez’ güç kullanımı/tehdidi ölçütünü dikkate almak, kendisine terörist muamelesi yapılacak olan her kim ise, bu ölçüte uygun bir fiilde bulunduğu iddiasında bulunmak zorunda kalıyorlar; işte bu yüzden de dağda çarpışan adama terörist deme saçmalığına düşmüyorlar. Bizde ise, terör kelimesinin ‘dehşet/tedhiş’ten, dolayısıyla da yapılandan/fiilden tümüyle koparılmış olması, sadece böyle bir zorunluluğu ortadan kaldırmakla kalmayıp, diyelim cenaze kaldıran veya Nevruz kutlayan insanlar üzerinde alçaktan F-16 uçurtmanın ne anlama gelip nasıl adlandırılması ve değerlendirilmesi gerektiği konusunda da zihinlerimizi kör kılıyor; terorize edenle edileni, terör suçlusuyla terör mağdurunu ayırt edemez hâle getiriyor.

Terör, ‘karşılık verilemez’ güç kullanımına dayanır dedik. Bu ‘karşılık verilemez’lik, kullanılan gücün üstünlüğünden çok, saldırının öngörülemezliğinden, dolayısıyla da engellenemez-kaçınılamaz olmasından gelir: Öngörülemezlik ise, ortada belirli bir normun bulunmamasından ya da geçerli olan normun, kendileri şiddet uygulama mevkiinden bulunmayan insanlar tarafından bilinememesinden kaynaklanır: Ahmet, 1402’lik olmuş, işinden atılmıştır; değil hakkını araması, ne yaptığı/söylediği için bu başına gelmiştir, bunu öğrenme hakkı bile yoktur; tabiî bu arada Mehmet’in de aynı şey kendi başına da gelmesin diye ne yapmaması veya ne yapması gerektiğini öğrenip ona göre davranma imkanı da. Hakeza, aynı bir eyleminiz veya sözünüzden dolayı, aynı bir ilçenin biri 3, diğeri de 5 numaralı iki mahkemesinden biri sizi beraat ettirir, diğeri ise suçlu bulup mahkûm ederken (Av.Eren Keskin’in 301’den yargılanmaları) ortalıkta kimi, ne zaman ve neden dolayı vuracağı kesinlikle belli olmayan kör bir canavar var ve sizin bu belâdan kaçınmak üzere -neyi yapıp neyi yapmayacağınızı bilmeniz olanaksız olduğuna göre- hiç yokmuş gibi yapmaktan başka çareniz yok demektir:‘Kör terör’ tabiri tam bir totolojidir; zira terör, bizatihi kör şiddettir ve 12 Eylül’ün kurduğu rejim, değil hukuk devleti, yasaları neyin suç olduğunu bile tanımlayamayan, dolayısıyla fiilinizden bağımsız olarak her an suçlu çıkartılıp cezalandırılabileceğiniz bir terör rejimidir. Ancak en önemlisi, insan, ‘hiç yokmuş gibi’ yaparak ne kadar var kalabilir, varlığını ne kadar sürdürebilir ki; sonunda mutlaka (Umur Talu’nun tabiriyle) ‘erir-buharlaşır’. Lisedeki psikoloji hocamız rahmetli M. Larroumets söylerdi “dersi dinlermiş gibi hele bir yapın; bir de bakmışsınız, hakikaten dinliyorsunuz”.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11
News Reporter