0 0
Read Time:67 Minute, 53 Second

14 EYLÜL 2008 STAR AÇIK GÖRÜŞ

Yeni Genel Kurmay Başkanı, “her konuyu tartışma özgürlüğü devletin varlığını riske sokacak konuları içeremez” diyor. Tam tersine, bir devletin meşrûluğu her konuyu tartışma özgürlüğünü bütün vatandaşlarına eşit derecede sağlayıp sağlamıyor olmasından geçer; hele ki bu devlet bir cumhuriyet ise. Ayrıca, hangi konuların devletin varlığını riske sokacak olduğuna kim karar verecek? Dahası insanlık sonsuza kadar mutlaka devletler halinde yaşayacak diye de bir şey yok. Hele ki, komutan genel anlamıyla devlet de demiyor; üzerinde durduğu üniter ve laik ulus devlet. Oysa Said Halim Paşa,yüz yıldan daha uzun bir süre önce söylemiş ulus-devlet yönünde genel bir gidiş olduğunu, ancak bu devlet formunun insanlık için ne mukadder, ne nihaî, ne de ideal olmadığını da ilave ederek. Ancak daha önemlisi, generalin bugünkü devlet yapısını laik sanıyor olması: Din öğretiminin devlet tekelinde, din dersinin zorunlu, Diyanet İşlerinin de anayasal bir kurum olduğu yerde laik devletten söz etmek ‘saçlı kel’ veya ‘gören kör’den söz etmekten daha az absürd değildir. Ayrıca, laik bir devlette bırakın en üst düzeydekini, en alt düzeydeki bir devlet görevlisinin bile, herhangi bir sohbet esnasında değil görevini ifa ederken dinsel düşüncelerin ağırlık kazanmasından veya zayıflamasından şikayet etmesi bizatihi laikliğin ihlalidir ve bu görevli silahlı kuvvetlerin en başındaki kişi ise, doğrudan doğruya siyasetin göbeğine dalıp silahsızlara siyaseti fiilen yasaklarken siyaseti ancak silahlanarak yapılabilir hale getirmesidir.

Türkiye’de siyaset zaten fiilen yasaktır. Son 25 yılda 25 parti kapatılmıştır. AKP ise kapatılmıştan beter edilmiştir: Laiklik karşıtı odak olma hükümlüsüdür. Ama bu hükme varanların laiklikten ne anladıklarına bakarsak, aslında röntgencilikten hüküm giymiş bir âmâ.

Üniter devletin ise tek bir anlamı var: Federal veya konfederal olmayan tek parçalı devlet. Yoksa bu kelimeyi bastıra bastıra söyleyenlerin sandığı gibi Kilise-Devlet, yani hiyerarşik bir yapı halinde örgütlenmiş bir ruhban sınıfının insanların inançlarından giyinme biçimine kadar her şeyi belirleyip denetlediği bir devlet değil. Zaten böyle bir devlet de hiçbir zaman olmamış, daha doğrusu olmuş ve halen de mevcut ama milletsiz kalma pahasına: Vatikan; devletle milletin tek bir bütün olduğu tek devlet. Devletin üniterliği, ne kendi içinde bir değerdir, ne de bizatihi bir amaç olabilir; idarî örgütlenmeye ilişkin ve esas olarak teknik bir husustur. Bizde bir tabu haline getirilmesi ise kendi kavramsal içeriğinden değil, “burada tek kral benim, eğer ben olmayacaksam da batsın bu Dünya” diyen otokratların, tıpkı terör kelimesinde olduğu gibi yabancı kökenli olmasından da bilistifade, diyelim Kars’taki caddenin adından hastane ziyaretçisi kadının baş bağlama biçimine kadar her şeyi kendilerinden sorulur tutma/kılma niyetlerine sözde bilimsel/felsefî bir kılıf uydurma çabalarından kaynaklanan bir sapkınlıktır. Örneğin İtalya da üniter bir devlettir; ama, üniterliği, ne İtalya’dan ayrılmak isteyen Kuzey Ligi’nin yasal olarak faaliyetini sürdürüp seçimlere katılmasına, ne Val d’Aosta’da Fransızca’nın İtalyanca’yla birlikte zorunlu eğitim dili, ne de Tirol bölgesinde Almanca da bilmenin kamuda görev almanın ön koşulu olmasına manidir.

Ulus-devlet kavramında da, devlet devlettir ama, ulusun devletidir; yani kendi kendisini belirli bir etnisite temelinde tanımlamaz, Türk devleti derken yaptıkları gibi; zira, ulus etnisiteler ötesi bir varlığa işaret eder ve ulusun molekülü ‘vatandaş’tır; yani hukuksal bir birim. Şöyle de diyebiliriz: Ulus aynı bir devletin hukukuna tâbi insanlar topluluğudur. Ulus-devletimiz aynı zamanda bir cumhuriyet de ise, söz konusu hukukun hiç bir zümre ayırımı içermeyen monolitik bir hukuk olması gerekir ki, Türkiye’de tartışılması gereken de işte tam tamına budur: Gerek yasalar düzeyinde, gerekse -ve çok daha önemli olarak- fiiliyatta yargı birliğini-tekliğini sağlayamayan bir devletin varlığı söz konusudur. Bir yanda sivil, diğer yanda da askerî bir yargı ve işin vahim yanı askerî olan lehine hiyerarşik bir ilişki. Ya da Oyak’a tanınan malî ayrıcalıklar. Bir kuvvet komutanı da Türk ordusunu ancak Türk ulusu denetler mealinde bir şeyler söylüyor: “Ben Allah’tan başka hiç kimseye hesap vermem” türünden bir meydan okuma; yani ben sizin hukunuzu da, hukuk vazıı kurumlarınızı da tanımam. Gerçekten de tanımıyorlar: Hukuk vazıı kurum Meclis ve DTP milletvekillerini resepsiyonlara çağırmıyorlar. Meclis, Millet Meclis’i; dolayısıyla halkın bir bölümünü milletten saymıyorlar; yani ulusu kendi içinden bölmüş oluyorlar, bölücülükle mücadele adına. Garnizon komutanı, 30 Ağustos töreninde DTP’li Belediye Başkanı’nın elini sıkmıyor. Yine bir İl Emniyet Müdürü de DTP’li milletvekilleriyle tokalaşmayı reddetmişti. Bu devlet görevlilerini derhal görevden almayan hükümet de aynı bölücülüğün suç ortağı. Oysa aslında kendileri de benzer bir bölücülüğün mağduru: Karıları başörtülüyse eşsiz davet ediliyorlar; millet, demokrasi, laiklik -ki, laiklik, laikçi-laikratların dayatmalarının tam tersine, baş örtülüyle baş örtüsüzün eşitliğinin yegane garantisi-, cumhuriyet bir yana, kendi onca yıllık hayat arkadaşlarına bir nebze saygıları varsa böylesi ilkel ırkçılıklara karşı çıkıp bu davetlere katılmamak zorundalar. Ama bunlarda nerede o yürek: Başbakan DTP’lilerin elini sıkmıyor, bidayette kendisi, şimdilerde de hempaları -adımdaşları-, güçleri yettiği anda/yerde kamuyu içki içenlere yasaklıyor. Ama, ne yapalım, liberalizm de tam tamına bu; yani ‘gücü gücü yetene’ düzeni ve de Özal’ından Erdoğan’ına ‘serbest piyasa ekonomisi’ baronlarıyla ‘terörle mücadele’ baronları aslında aynı ‘bir fidanın … dalları’: Şehit cenazeleri olmadan tersane cinayetleri düzeni kendisini devam ettiremez.

DTP’li eli sıkmamak, terörle mücadele adına. Oysa asıl terör nerede, nereden, kimlerden kaynaklanıyor; onu görmüyorlar; zira, terorize olmuşlar; yani korku, zihin düzeyinde ele alıp inceleyecekleri bir nesne olmanın ötesine geçip bütün varlıklarını kaplamış; dolayısıyla kendilerini korkutan karşısında hem zihnen hem de bedenen mefluç, yapacağını yapamayan, söyleyeceğini söyleyemeyen, yazacağını yazamayan, nasıl olsa üstesinden gelemem deyip söz konusu korkunun kaynağını kendisine problem edinmekten dahi peşinen vazgeçer bir hale düşmüşlerdir. Türkiye 27 Mayıs 1960’tan, özellikle de idamlardan bu yana, tam bir terör rejimini yaşıyor: Asker ne der, askere nasıl demeli, asker neye razı olur, askerin kırmızı çizgileri neler vb… Ne ayıp, ne acı; zira, insanın tek bir vatanı ve tek bir ömrü var. Üstelik, kendi vatanımızda bize bu bir tek ömrü zehir edenler için de aynı şey mukadder: Ölüm -ki, aynı şeyi Bülent Arınç söyledi de, ne akıl almaz edepsizliklere vesile ettiler, bu sözü-.

Her şeyden önce şunu söyleyelim ki, kırmızı çizgileri ülke sınırlarının berisinden geçen bir ordu, artık o ülkenin değil, fakat o ülke içinden veya dışından veya hem içinden hem dışından birilerinin ordusudur. Yok, ben kırmızı çizgilerimi kendim çizerim diyorsa, artık kendi kendisini devlet ilan etmiştir ve de kendisini istihdam eden devleti kendi çizdiği çizgiler temelinde bölmüştür.

Neyse ki yeni Genel Kurmay Başkanı, öyle sanıldığı kadar ‘şahin’ değil: Dağdaki son terörist de yok edilene kadar diye saplantısı yok. Hedefi ‘terör olaylarını kabûl edilebilir bir seviye’ye düşürmek. Kürşat Bumin çok haklı olarak soruyor: Kabûl edilebilir seviye ne?_Şimdilerde, asker deki çocuk dağda ‘etkisiz hale getirilen’ agabeyinin cenazesini kaldırıyor; kabul edilebiliri ağabeyinin değil de yeğeninin cenazesini kaldırması mı? Geçen hafta bir kız çocuğu dünyaya geldi, altı aydır yetim; başka bir bebecik doğumuna iki ay kala daha ana karnında yetim. Kabul edilebiliri hangisi? Belki de en iyisi Güngören’deki: Ne yetim, ne öksüz; ana karnında anasıyla birlikte artık ikisi de yok; doğamadan/doğuramadan. Tabiî burada, bir mesele daha var: Bu kimin işi, PKK’nın mı, yoksa Ergenekon’un mu; daha önemlisi PKK, PKK mı veya Ergenekon ne kadar PKK? Bu vesileyle şunu da hatırlayalım: 6 Eylül 1955’te Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atan bir T.C. ajanıydı; hem de öyle böyle biri değil; önce Emniyet Müdürü, ardından da devletin Nevşehir Valisi olarak milletimize hizmet etti.

Türkiye’de terör bitmez; zira terör dedikleri, her türlü siyaset. İnsan ise, insan kaldığı sürece siyaset yapmayı deneyecek, yani içinde yaşadığı dünyayı/tabiatı/evi kendi tercihleri/değerleri doğrultusunda tımar etmeyi.Diyelim, şehrine park yapacak nefes almak için; bildik de bir ad koyacak ve tabiî adı bölücü olacak, kendisi de ‘etkisiz hale getirilme’si vacip terörist. Tam bu noktada ‘terörle mücadele’ profesyonelleri bana tanıdığım bir çocuk doktorunu hatılatıyorlar: Kış bayağı mutedil geçmişti; bayağı şikayetçiydi tabibimiz, yeterince hastalanmıyorlar diye çocuklar; ama, olsundu, kendisi bir çare bulmuştu, antibiyotiğin gerektiğinden bir hafifini veriyordu ki, hasta ölmesin ama, kesin de iyileşemesin, bu arada vizite ücretleri akmaya devam etsin.

Türkiye’de terör dedikleri devlet/Amerikancı mamulü asimetrik savaş aslında hemen biter. Formülü ise -her ne kadar astsubay veya öğretmen emeklilerinin mahalle kahvesinde ‘memleketi kurtarmak’ üzere ürettiklerine benzese de- şöyle: İnsanlara Diyarbakır zindanlarında veya anasının babasının, çoluğunun çoğunun, konusun komşusunun gözü önünde insan dışkısı yedirip, darbecilikten cumhurbaşkanlığına veya yüzbaşılıktan albaylığa yükselen/yükseltilen, ayrıca AİHM’nin kestiği tazminatı da kendisine pislik yedirttiği millete ödettiren, sonunda da şerefli birer emekli olarak hepimize hala yük olmaya devam eden canilere ibret-i alem olmak üzere başta Diyarbakır olmak üzere büyük kentlerimizin en büyük meydanlarında asmbolik mahiyette birer gram insan dışkısı yedirtmek.

Jack London, ‘Kurt Kanı’nın sonunda romanın gerçek kahramanına (bir köpek) şunu dedirtir: “Sadakat, cesaret, dayanıklılık, cengaverlik vb…; evet bunların hepsi bizde de var, hem de insana oranla kat be kat; ama insanda, hak mı adalet mi nedir, garip bir duygu var, işte bizden farklı/üstün olmalarının sebebi de galiba bu”.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11
News Reporter