0 0
Read Time:3 Minute, 30 Second

murat_dagdelen1webSanırım 91 yılıydı. HEP Bursa il binasına geldim. Kendi odama geçtim.

Sekreter bayan çayımı ve gelen mektuplar getirdi.Çayımı yudumlarken, mektuplara bakıyordum.

Mektuplardan birisinde ismim yazılıydı ama, gönderenin ismi yazılmamıştı.

İlk önce bu zarfı açtım.

İçinde Mustafa Karasu’ya hitaben yazılmış, dört beş sayfalık bir mektup vardı.

Okumaya başladım.

Mektubu yazan Mehmet Şener’di.

Karasu’ya neden ayrıldıklarını izah ediyor, Öcalan’ı anlatmaya çalışıyordu.

Bu uzun mektubu okuduktan sonra düşünmeye başladım.

Neydi bu anlatılanlar, gerçek olabilir mi?

O zamanlar yapılan bazı şeyleri yanlış buluyor, Öcalan’a ait yazılarda tuhaf ifadeler olduğunu görüyordum.

Örgütte, yanlış olarak gördüğüm şeyleri, şöyle yorumluyordum.

Örgütün birikimli, entelektüel kadrolarının çoğu cezaevinde, önemli bir kısmı da yaşamını yitirdi.

Örgüt daha çok köy kökenli, birikimsiz, olaylara geniş bir perspektiften bakamayan kadrolara kaldı.

Bu kadrolarla mücadele sürdürülmeye çalışıldığı için, ister istemez hatalar oluyor, daralmalar yaşanıyor. Önemli olan, sürdürülen mücadelenin kesintiye uğramamasıdır.

Bu sorun birikimli, aydın, perspektifi geniş insanların partiye daha çok katılımı ve mücadeleyi sahiplenmesiyle giderilir.

Öcalan’ın yaptığı konuşmaların, yazıya dökülmüş hali olan “Çözümlemeler” ini okuyunca, Öcalan’ın söylediklerini, tarzını, yaklaşımlarını ise tuhaf buluyor, kabullenemiyordum.

Kendimle çelişiyordum.

Bu işte bir terslik vardı.

Devrimci bir önder nasıl olurda, yoldaşlarına hakaret eder, onları aşağılar, her şeyi kendisiyle başlatıp, kendisiyle bitirirdi.

Şaşırıp kalıyordum.

Bir yanda, Kürt halkının özgürlük mücadelesi, ödenen bedeller, yapılan kahramanlıklar, direnişin yarattığı moral değerler!

Diğer taraftan,Öcalan’ın tuhaflıkları!

Anlamak zordu.

Tercih yapmayı gerekli kılıyordu.

Mücadeleye bakınca, Öcalan önemsizleşiyordu.

Ben kendimi ikna etmiştim.

Ne olursa olsun mücadele, halk, direniş esastır.

Bende bunları esas alacaktım.

Şener’in mektubunu kapattım.

Bir kaç gün sonra bu mektubu, Bursa cezaevinde yatan Karasu’ya bir avukat aracılığıyla iletmiştim.

Sonra bir gün, Karasu’yu ziyarete gittiğimde kendisine Mehmet Şener’i ve mektubunu sordum.

Karasu: “Mehmet Şener’in bu duruma gelmesinde en büyük sorumluluk bana ait. Onu ben büyüttüm. Örgüt onu daha cezaevindeyken bitirmişti ama ben sahiplendim. Onu korudum. Ama büyük bir hata yapmışım. Ciddi bir suç işledi. Önderliği eleştirmek ne demek, önderlik olmasaydı biz çoktan bitmiştik. Bu parti kırk parçaya bölünürdü. Bizi bir arada tutan, yürüten önderlikti ve her zaman böyle oldu. Bu nedenle onun yazdıklarını boş ver. Önderliğe bağlılık her şeyden önemlidir.”

Görüşmemiz bu sözlerle noktalandı.

Önderlik işleri, pek kafama yatmazsa da ben zaten kararımı vermiştim. Mehmet Şener’i ve mektubunu unutacaktım.

Partinin birliği korunmalıydı.

Partinin örgütsel birliğinin korunması Kürtler için bu ateşten günlerde yaşamsal değerdeydi.

Kişilerin önemi olamazdı.

Böyle düşünüyordum.

Sonra Mehmet Şener öldürüldü.

Bu türden şeyleri kabullenmeasm de, doğrusunu söylemek gerekirse bende, ciddi bir rahatsızlık yaratmamıştı.

Hatta yakınım olan, eski bir Kawa’cı arkadaş bana sormuştu.

Mehmet Şener’in öldürülmesini nasıl değerlendiriyorsun?

Cevabım kısa olmuştu: Partinin kendisini savunma hakkı vardır!

Sanırım böyle bir cevaptı.

Geçmişe ait pişmanlık duyduğum en kötü söylemdir.

Sabıka kaydıma, geçmişle ilgili bir günah yazılacaksa, en büyük günahım bu olabilir.

Sonra onu gördüm….

Öcalan’ı görüp, dinlediğim an, her şeyi bir an da anladığım, kafamda şimşeklerin çaktığı andır.

Daha ilk gün, Mehmet Şener ve diğerlerinin öldürülmelerinin gerçek nedenini anlamıştım.

Bu adamın, ülkeyle, halkla, direnişle, özgürlükle, değerlerle, kahramanlarla hiç bir bağlantısı yoktu.

Bu adamın böyle bir derdi yoktu. Böyle şeylere metelik kadar değer vermezdi. Ona göre böyle şeyler aptalların, boş işleriydi.

Onun için esas olan, hileyle, kurnazlıkla, komplolarla ele geçirdiği iktidarıydı.

İktidarını korumak için ülkeyi de, halkı da, direnişi de satar, onlarca yüzlerce Mehmet Şener’i gözünü kırpmadan acımasızca öldürürdü.

Daha önce ölenler, kaçanlar ve boyun eğenler bu gerçeği görmüşlerdi.

Mehmet Şener’de gerçeği anlamış ve çözümler bulmaya çalışmıştı.

O kendinden öncekiler gibi, yoldaşları tarafından ya anlaşılmamış yada başka nedenlerden dolayı yanlız bırakılmış, canavara kurban olarak sunulmuştu.

Daha öncekilerde olduğu, daha sonra olacaklar gibi.

Bu bir trajedi ve insan aklının kolay kolay izah edemeyeceği bir durumdu.

Bu partide, birileri kurban edilmek için sunak taşına yatırıldığında diğerleri alkışlıyor sonra sıranın kendisine gelmesini bekliyordu.

Mehmet Şener’in akıbeti de maalesef böyle oldu.

Kürt halkı, kişiliği düşünceleri ve yapabilecekleri ile önemli bir evladını yitirmişti.

Yazık oldu.

Diğerleri ve onun ölmesiyle aslında bizim geleceğimiz öldürülmek istenmişti.

Bunda çokta başarılı oldular.

Bu partinin geçmişine ve bugününe bakıldığında, bu gerçek bütün çıplaklığıyla görülüyor.

Geçmişinde, özgürlük, direniş, değerlere ölümüne bağlılık, yoldaşlık varken, bugün’ün de bütün bu değerlerin tam tersi var.

Anlamadığımız buydu.

Mehmet Şener ve diğerleri öldürülürken, öldürülen geçmişimiz bugünümüz ve geleceğimizdi.

Anlayamadık.

Mehmet Şener, geçmişimizi bugünümüzü ve geleceğimizi kurtarmaya çalışmıştı.

Keşke anlayabilseydik.

Ne yazık ki olmadı.

Umarım bizi affeder.

Öldürülmesinin onyedinci yılında, anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Murat Dagdelen 29-10-08

muratdagdelen21@hotmail.com

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter