Dursun Ali Küçük kimdir?
Dersim doğumludur 1974 yılında, sonradan PKK olarak adlandırılan Kurdistan devrimcileri gurubunun olşumunda önemli katkıları olan birisidir. Tanıdığımdan beri teorik olarak yetkindi. 12 eylül öncesi tutuklandı, uzun yıllar hapishanelerde yattı. 1990’ların ortasında tahliye oldu. PKK de basın alanında yönetici gazeteci olarak çalıştı. Yazar ve Kürt PEN`in üyesidir.Yaşamının geri kalan bölümünü röportajında kendisi anlatıyor.
‘ÖCALAN IN İKİ YÜZÜ VARDIR’
Selim Cürükkaya: Ali merhaba, sizinle tanışıklığımız 1974 yıllarına dayanır.
Bingöl TÖB-DER’ de tanışmıştık. O günü hatırlıyor musun?
D.Ali Kücük: Evet, adım gibi hatırlıyorum. Aydınlanma, tartışma ve örgütlenme süreçleriydi. Gençlik yıllarımızda tanıştık
İkimizde birbirimizi tanımıyorduk. TC’nin Kürdistan’a sömürgecilik uyguladığı,
Kemalist cumhuriyet sistemine karşı olmak ve buna karşı aktif direnişe geçme temaları bizi tanıştırdı.
Bir kahvenin 40 yıl hatırı var diyorlar. Tanışmamızın da yaşadığımız sürece hatırı oldu.
Selim: Sizde uzun süre cezaevinde kaldınız, tahliye olduğunuzda nereye gittiniz?
D.Ali: İlkin idam cezası verdiler, bozuldu, ömür boyu hapse çevirdiler. 16 yıl cezaevi yattıktan sonra tahliye oldum.
Tahliye olunca Dersim’e gidemedim. Faili meçhul cinayetlerin yoğunlaştığı süreçti.
Askerlik sorunu vardı ve TC’ye askerlik yapmak istemiyordum.
Bir an önce mücadeleye katılmak istiyordum. Yunanistan’a, oradan Suriye’ye geçtim.
Selim: Aradan yıllar geçtikten sonra Öcalan’la ilk karşılaşmanızı anlatır mısınız?
Sizi nasıl karşıladı?
D.Ali: Oraya gidişimde Şemdin Sakık ve aynı davada yargılanddığımız Salih Hanevdaroğlu beni karşılamaya geldiler.
Cemil Bayık’ın kaldığı eve götürdüler. Cemil ile gençlik yıllarında tanışıyorduk.
Ben arkadaşlarla yeniden görüşme ve tanışmanın heyecanı içindeyim.
Cemil ile birkaç gün beraber kaldım. İki gün sonra Öcalan geldi.
Cezaevindeyken de önderlik sistemi ve önderlikle ilgili yazılar okumuştuk.
Kafamda olumlu bir önderlik şekillenmesi vardı. Önderlikle karşılaşmanın heyecanı içindeydim.
Düşündüğümüz parti ve gelişmelerin belirleyicisi olduğunu düşünüyordum.
Yıllar sonra ilk görüşmemizdi ve bunu sabırsızlıkla beklemiştim.
Karşılaşmamız benim için bu temelde geçti.
Öcalan, bana cezaevlerini ve durumları sordu, bunları kısaca anlattım.
Cezaevinde yatmamızın boşa geçmediğini ve kendilerinin de parti
ve mücadele açısından gelişmeler yarattığını ve bunları değerlendirebileceğim türünden konuştu.
Kısa bir buluşma sohbetiydi.
Bundan sonra Türkçe Okula gönderildim.
Şemdin’le birlikte kalıyordum.
Öcalan okula ders vermeye sıkça gelirdi, geldiğinde kaldığımız odaya uğrardı.
Okuldaki ilişkiler, Öcalan’ı karşılamalar, yaşam ve da davranışlar fazlaca ilk döneme benzemiyordu.
Okul içtimalarında “Bu kan bu can ile seninleyiz Öcalan” sloganları sürekli atılırdı.
“Biji Serok Apo” diye bağrılır ve her dersin sonunda sürekli alkışlanırdı.
Sosyalizm ve demokrasilerde bunları görmedim ve okumadım.
Stalin için sürekli alkışlar aklıma geldi başta.
Derslerde Öcalan geldiğinde kimse konuşmaz, ne olursa olsun gülümasmez ve kıpırdayamazdı.
Ayağa kalkan, kaldırılan otur diyene kadar oturamaz ve ayağa kalkanlar saatlerce ayakta kalırdı.
Bu tarz kalkanlardan düşenler bile oldu.
Öcalan saatlerce anlatır, çıkar giderdi ve istisnasız herkes olumlu derdi.
Merkez komitede olanlar bile aynı pozisyondaydı.
Bunları yanına alıp tartışmazdı. Okuldaki yöntem, dışarıdaki ilişkilerinde de geçerliydi.
Abbas ve Fuat’ta gelmişti.
Öcalan “Bakın Fuat itiraflar yapıyor, sizde yapın” diyordu.
Bu kelimenin kendisi bile hoşuma gitmiyordu.
Çünkü TC bize cezaevlerinde itirafçılığı dayattığında kimliğimiz ve kişiliğimizi korumak için mücadele etmiştik.
Parti derslerinde “PKKlileşelim, savaşı kazalım” şiarı bu sürece aittir.
PKK’ de üç tür parti anlatılıyordu; biri Öcalan ve şehitlerin partisi, bu asıl PKK oluyor.
Biri kontra partisi, bu çetecilerin (Öcalan’ ı red edenlerin) PKK’ sidir.
Biri orta yol partisidir. Buda çetecilerle Öcalan arasında yer alan PKKlilerin çoğunluğundan oluşuyordu.
Zele pratiğinden gelenler vardı.
Objektif ve sübjektif ajanlık değerlendirilmesi yapılıyordu.
Potansiyel olarak herkes objektif ajandır.
Ne o zaman nede daha sonra kendimi objektif ajan görmedim ve bu tanımlamaları genelde de benimasmiyordum.
Mahmut Dora’nın kızı da okuldaydı, 15 yaşındaydı, Zele’de kalmıştı.
Zele pratiğinden gelenler kendini objektif ajan gördüğü için bu kızda ajan olduğunu düşünüyordu.
Baktım bir gün benimle konuşmak istediğini söyledi, küçük bir kızdı seviyordum.
Biraz konuştuktan sonra “Ben ajanım” dedi.
Sen niye ajan oluyorsun, TC’ye, MİT’e mi çalıştın diye espriyle sordum.
“Hayır, onlara çalışmadım” diye cevapladı.
Öyleyse sen ajan değilsin, sen temiz bir genç kızsın ve hiçbir günahın yoktur.
Yine bir şeyler anlatmaya devam etti ve oda tartışma ortamlarından etkilenmişti.
Ve bakıyor ki yanındaki diğer kızlar kendilerini objektif ajan tanımlıyor.
Her kes kendisine bunu söylediğine göre bu küçük kızda bende bunlardan farklı değilim, o zaman ajanım kanısına varıyor.
Kısacası cezaevinden çıkmış, partiye gitmişim, partimiz yanlış yapmaz kanısı bende hakimdi.
Yıllar sonra gittiğim partinin neler yaşadığını genellikle izliyordum.
Hoşuma gitmeyen şeyleri öne çıkarmıyordum.
Baktım derslerde herkes söyleneni onaylıyor, azda olsa şu kelimeye katılmıyorum diyemiyordu.
Hâlbuki ilk dönemlerde toplantılarda tartışmalar vardı ve farklı görüşlerde söyleniyordu.
Öcalan, Fuat’a böyle değil mi diye sorduğunda o aynı şeye fazlasıyla ekleme yapıyordu.
Onaylama, katılma ve evet ten başka kelime duymadım.
Tanınan kişilere yazılar yazdırılırdı. Bana cezaevlerine yazmam istendi ve yazdım.
Birde Önderlik sistemi ile ilgili yazdım.
Bunun anlamı şuydu; herkes onayladıktan sonra kim itiraz edebilir.
Gelen kişi bu sistemin içine girer.
Bir gün Öcalan’la odada yalnızdık.
Midesinin ağrıdığını ve neden olabileceğini söyledi, bende bu konuda bildiğim kadarıyla söyledim.
Karnını göstererek elememi söyledi, buna hiçbir anlam veremedim ve yapmadım.
Bir şey demedi. Beni yoklama tarzı olarak düşündüm.
Bir günde Şemdin ile bayanlar arasında sorun olmuştu.
Bayanların hepsini kaldığımız odaya çağırdı. Çözümleme yaptı.
Bana “Ali bu kızlar melektir değil mi” diye sordu.
Şaşırdım, Fuat türü evet diyemezdim.
Melektir demeyerek melek olmaya çalışıyorlar diye cevapladım.
Bu karşılaşmadan önce Öcalan’a daha fazla bağlıydım.
Bu sahayı ve kendisini görmeye başlayınca bende sorgulama sessizce başladı.
Kaldığım sürede Nasır’da geldi; daha sonra “keşke bu eğitime gelmeseydim” diye söylemişti.
Buradan çıkardığım sonuç; Öcalan’ı görenlerin bağlılığı artmıyor, azalıyor.
Bu benim ve genel için de geçerlidir.
Çünkü en yakının da ve evlerde tuttuklarının ezici çoğunluğu ayrıldı.
İmralı’dan şu kes, şu kızlar nasıl dediklerinin aşağı yukarı hepsi kopmuştur.
Selim: Sizin kafanızdaki örgüt anlayışı ile Öcalan’ın yarattığı örgüt arasında nasıl bir fark var?
D.Ali: Ben kolektif örgüt anlayışı, sadece genel demokrasi değil iç demokrasiden de yanaydım.
Tek bir bireyin belirleyici olduğu örgüt anlayışını ne başta ne de daha sonra düşünmüyordum.
Sonra pratikte baktım ki merkez komite, kongreler sadece göstermeliktir,
ne kollektif yönetim anlayışı var ne demokrasi işliyor.
Biçimsiz demokrasi biçimi olan azınlık çoğunluğa uyar işleyişi de işlemiyordu.
Kolektif yönetim Öcalan dışında tutularak tartışılıyordu.
Karar sahibi olmayanların kolektifliğiydi.
Gerçeği söylemek gerekirse çoğunu içime çektim.
Bir şey söyleyemiyorsun, Öcalan’ı eleştiremezsin, bir kelimesine bile karşı çıkarsan nelerin başına geleceğini biliyorsun.
Sakine bir gün bana “Bu Ali her şeyi biliyor, söylemiyor“, yani konuşmuyor dedi.
Doğru söylüyordu. Ama bunu söyleyenin kendiside konuşmuyordu.
Sistemin içine girdin mi çözümsüz kalıyorsun ve genellikle sessiz sorguluyorsun.
Benimki bir döneme kadar sessiz sorgulamadır ve zamanla bazı şeyler düzelebilir,
ortada başka bir seçenek yok, nereye gidersin görüşü hakimdi.
Otokratik sistemde herkesin iki yüzü vardır.
Biri resmi yüzüdür.
Genellikle buna göre konuşur.
Diğeri de gayri resmi yüzüdür.
Buda kendi kişiliği, iradesi ve görüşüdür.
Burada insan sıkışıyor, çoğu zaman ikinci yüzünü sessiz kalarak feda ediyorsun.
Çünkü ilk yıllarda tartışıyor, kendi kişiliğimiz ve inisiyatifimiz vardı, bu özelliklerinin sindirildiğini hissediyorsun.
Örgüt içinde Öcalan’ın benimasmediğin görüşlerine veya bazı konular da düzeltme,
ekleme yapma temelinde görüş belirtmeden itirazsız onaylama,
hata benimasmediğin halde parmak kaldırma ve onaylamak sonradan çok zoruma gitmiştir.
Bu tür şeylerin kişiliğim üzerinde tahripkâr etkisi oldu.
Sorgulamamdan sonra vardığım sonuç Öcalan’ın yarattığı sistem otokratik sistemdir ve en katı-merkeziyetçi örgüt yapısıdır.
Despotiktir.
Tanrının iyilikleri, şefkati ve cehennem ateşinde yakması ve gazabı bir aradadır.
Bu denkleme takılıp, sıkışıp kalıyorsun ve bazı zamanlar nefes alamıyorsun.
Öte yandan ülkeni, halkını ve kendini, özgürlüğü ve demokrasiyi düşünüyorsun.
Sovyetlerde bir zamanlar Stalin her şeyi yapandır, ama şimdi Stalin’in easmesi okunmuyor.
Çok iyi yaptı diyen neredeyse yok.
Korkuların toplamının sevgi sanıldığı zamanlar olur. Bunu yaşadık ve hala da yaşanıyor.
Selim: Tahliye olduğunuzda Avrupa’da kaldınız, dağda kaldınız, kötü bir gidişatın olduğunu,
eski arkadaşlarınızın çoğunun iç infazlarla öldürüldüğünü fark ettiniz mi?
Bunun nedenleri konusunda düşünüyor muydunuz?
D.Ali: Evet, pratiğini, girdisini ve çıktısını öğrenmeye başladıkça “önderlik sistemi” denilen olayın şifrelerini çözmeye başlıyordum.
Avrupa’dayken yeni bir gazete çıkarmayı düşünüyorduk.
Öcalan’a da söylendi, “İyidir yapın, ismi Halkın Günlüğü olabilir, isim konusunu da kendi aranızda tartışın” dedi.
Özgür politika ismini düşünüyorduk, tartıştık, bu isim kabul gördü.
Böyle bir iki olay daha oldu. Baktım ki bana çok kızmaya başladı.
Anladım ki, tartışın dediği şey, gidin söylediğimi kararlaştırın demektir.
Suriye’de bayanların kaldığı ev hikâyeleri biliniyor.
R. diye bir bayanda burada kalmıştı. Siz hikâyesini yazmıştınız.
Z. nın bununla ilişkisi olmuştu. Olmadık biçimde açığa çıkmıştı.
Z. ve R. yanıma geldiler, “biz birbirimizi seviyoruz, önderliğe bildirmenizi istiyoruz” temelinde konuştular.
Bunu yapamayacağımı ve kendileri istiyorlarsa söylemeleri gerektiğini söyledim ve kendilerine olumsuzda yaklaşmadım.
Birinin görev yeri değişti, bayanda Suriye sahasına çekildi.
İkisi de beni şikâyet ettiler.
Hepsini bilmiyorum, ama epey aleyhimde şeyler anlatmışlardır.
Bir gün baktım Öcalan bana telefon açtı.
MED tv yeni açılmıştı, onu gerekçe göstererek bana yüklendi, sadece beni hedef aldı.
TV den sorumlu olanlara hiçbir şey denmedi.
Oysa programların yetersiz olduğu, izin alınıp alınmaması belli olmadığından fazla program yapılmadığı kendisine söylenmiş ve kendisi de kabul etmişti.
Akif Hasan’ bu durumu çok iyi bilmektedir.
Neyse bana epey küfürler yaptı, her şeye küfretti, konuşmadım ve hiçbir cevap vermedim.
Bana “Babanın evine git, git Selim Çürükkaya gibi kitap yaz” dedi.
Cevap vermedim ve telefonu kapattı.
Kadın şifresini çözdüğümü düşünüyordu, oysa ben daha çözmemiştim ve bu davranışından sonra çözmeye başladım ve çözdüm.
Çünkü küfürlü temelde bana yaklaştığına şaşırdım.
Örgüt işleyişi yoktu, hemen sonra beni denetimde tutmak için Kürdistan’a sürgün etti.
Kürdistan benim ülkem, ülkemde olmayı ve gitmeyi ben her zaman istiyordum zaten.
Gittikten sonra bana hiçbir şey demedi, kendisinin haksız olduğunu biliyordu ve bilerek yapmıştı.
Sorun TV de değildi.
Kadrolara küfreder, halka küfreder, şehit olanlara nalları dikti der, birinin yanında diğerini acaba bu nedir diye değerlendirir.
Bunu her kes için yapar, arkasından küfretmediği insan yoktur, bazen herkesin önünde de küfürler yapar.
Kadrolarda sevdiği için küfür yapıyor kanısı taşırlar.
Çözümlemeleri redaksiyon yapıldığında küfürleri çıkarılır.
Pratikleri gördükçe işlerin iyi gitmediğini ve birçok alanda gerilemeler yaşandığını gördüm.
İç çatışmalar, örgütler arası kavgalar hiçbir zaman içime sinmedi.
Örgüt içi infazları beğenmiyordum.
Sonra bu infazların Lübnan ve Suriye’den başlayarak her tarafta Otokratik sistemin uygulanması için yapıldığı sonucuna vardım.
İnfazlar hep çetecilere yükleniyor, oysa bu doğru değildi.
Lübnan ve Suriye’de ilk infaz ve idam etmeler başladı ve yüzlerceyi buldu.
Aynı sistem daha sonra eyaletlere ve diğer yerlere taşındı.
İlk işkence uygulamaları da Suriye ve Lübnan’da başlar.
Selim: Öcalan İmralı’ya geri döndüğünde,
“devlet bana bir imkân versin son noktayı koyayım” dediğinde neler hissettiniz?
D.Ali: Ben itiraflar yaptığını ve hiçbir PKK’ linin kabul etmediği ifadeler verdiğini biliyordum.
Ayrı ayrı Öcalan karelerini birleştirmeye ve değerlendirmeye çalışıyordum.
Ama örgüt içinde Öcalan’ın gözü üzerinde kaşı var diyemezsin.
Bunu söylediğinde her şey biter.
Eskiden cezaevlerine düşenler dışarı işlerine karışamazlardı.
Başka ülkelerde çeşitli liderlerde hapse düşmüşlerdi, ama hiç biri içerden örgütü yönetmeye kalkmamıştır.
Bu işi dışarıdaki parti yönetimi ve yapısına bırakmıştır.
Bu açıdan bile yaptığını onaylamıyordum.
İlk savunması geldiğinde “demokratik cumhuriyet” diyordu, Kürtler için belirsiz kültürel hakları savunuyordu.
İlk izlenimim benimasmedim. Bunu okuyunca Ekrem’le karşılaştım, bu konudaki ilk sözü “Biz bunun için mi savaştık” oldu.
İkimizde aynı kanıdaydık.
Bir yandan yakalanmasının duygusallığı, öte yandan yapılanlar, şaşkınlık yaratmıştı ve kafalar karışmıştı.
Denilebilir ki yönetimdekilerin hepsinin kafası karışmıştı, kısaca eski sistemleri bozulmuştu.
“Son noktayı koyayım” demesinin hayırlı olmadığını biliyordum.
Aslında siyasi, ulusal ve birey kimliğim açısından boşluğa düşmüştüm, bu konuda çelişkilerimi çözmeye çalışıyordum.
Bağımsızlıktan en dibe inilmişti, mahkemede Öcalan ne PKK ‘yi, ne Kürtleri ne de mücadeleyi savundu.
İtiraflarında her şeyi ve TC’nin bütün iddialarını kabul etmişti.
Onun yaptığı asmpatizan bir PKK’ linin savunması gibi bile değildi.
Mahkeme ve savunmada bu konulara ne cevap verdi ne de yürütülen mücadeleyi savundu.
Asker analarından özür diledi, ama Kürtler içinde yürütülen yanlış uygulamalardan dolayı Kürtlerden özür dilemedi.
Ve bu hemen gözüme çarpan noktalardan biriydi.
Selim: Binlerce Kürt gencini kemalisttir gerekçesiyle infaz ettiren bir kafanın
bu gün Kemalizm’e Kemalistlerden daha fazla sahip çıkmasının nedenlerini izah eder misiniz?
D.Ali: Birçok şeyi birleştirip hala ayrılmadan vardığım sonuç; Öcalan sistemi, yönetim tarzı, işleyiş ve yaşam biçimi Kemalist’tir.
Bu açıdan Kemalizmi yeniden keşfetmesine, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı olduğunu sıkça ilan etmesine şaşırmadım.
Esat, Stalin, Saddam ve Mustafa Kemal sistemine benziyor ve onların kopyasıdır.
Liderlik kültü var ve çok fazla katı-merkeziyetçidirler.
Kendi partisini ve toplumu sindirmede benzerdirler.
Bu açıdan despotik otokrasi olduğu sonucuna varmıştım.
Bu tür parti sistemleri iktidara gelse despotik ve diktatörlük uygular ve otokratik sistem yaratırlar.
Öcalan sistemi bunların karmaşası ve kopyasıdır, onlar gibi zafer kazanmadan Kürtlere, toplum içine ve parti içine yönelmiştir.
Öcalan’ın kendisi yaptığı mücadelenin %95’inin içe yönelik olduğunu vurgular.
Kişi ve toplum ile ilgili değerlendirmeleri hep negatiftir/yani olumsuzlukları öne çıkaran bir çözümleme ve ruh hali yaratmıştır.
Kişilik kazanmayan ve düşünmeyen bireyler bu sistemde bir hiç olduğuna kolaylıkla inanır.
Kürtlerin ve şehit olan on binlerce insanın mücadelesini ayrı tutmak lazım çoğunlukla.
Hepsini Öcalan kabına koyup olumsuzlamak doğru olmaz.
Bu insanlar Kürtlerin bir statü, kimlik ve özgürlük kazanması için mücadele ediyor.
Sonradan baktım ki “Biji Serok, Bu can bu kan ile seninleyiz Öcalan” sloganları Ortadoğu diktatörlerinden alınmıştır.
Bu sloganlar Hafız Esat, Saddam, Humeyni vb için atılıyor.
Humeyni rehberlik sistemini Öcalan açık benimsiyor ve kendisi içinde savunuyor.
Bu günkü KCK’ de rehberlik sistemine katılıyor.
Eskiden Kemalizm eleştirilerek Öcalan kemalizmi vb sistemleri taklit ediyordu.
İçeri düşüp TC’nin bütün iddialarını kabul edip teslim olduktan sonra ise Kemalizmi açık olarak savunmaya başladı.
Özal ve Erdoğan bile Öcalan’ın Kemalizmi savunma tarzına katılmıyorlar, onlar ne klasik kemalizmi ne de kemalizmi güncelleştirelim diyorlar.
Türk milliyetçileri, demokratları, liberalleri, klasik Kemalistleri kemalizmi güncelleştirelim demiyor, bu dert Kürtlere mi düşmüş?.
Bu aslında ideolojik ve siyasi teslimiyetin ilan edilmesidir.
Evet, Kemalist ve Kemalist entrikacılık adına ne kadar insan eleştirildi ve infaz edildi, o zaman bu insanlardan özür dilemesi gerekir.
Üstelik bu insanlar ne Kemalistçi ne de entrikacıydı.
Selim: Türkiye devletinin Öcalan’ı kullandığını düşünüyor musunuz?
D.Ali: Evet, kullandığını düşünüyorum.
Bana göre Öcalan açıkça teslim oldu ve bunu sürdürüyor.
İdamın kaldırılması, kültürel kırıntılar ve genel af temelinde anlaşmışlardı.
Bu temelde gerillayı dağdan indirecek ve PKK, PKK olmaktan çıkacaktı.
Öcalan bunu yaptı.
Ordu ve generaller sanırım aptal mı ya da af çıkarıp gerillayı indirmeyi çıkarları ve sistemin ayakta tutulması için uygulamaya koymadılar.
Öcalan’ın Ecevit çözümü dediği tamı tamına budur. Barış grupları bunun için içerde yatmaya gönderildi.
Selim: Bu kullanmayı nasıl yapıyor?
D.Ali: Bana göre Öcalan’ın iki yüzü var.
Biri devlete ve orduya dönük yüzüdür.
Diğeri, PKK ve Kürtlere dönük yüzüdür.
Burada gerçek olan ve işleyen devlete dönük yüzüdür,
KKK ve Kürtlere dönük yüzü ise onları elde tutmak ve yönlendirmek için işliyor ve bu temelde konuşuyor.
Partiyi ve taraftarı Kürtleri İmralı’ya bağladı, bence en büyük başarısı bunu gerçekleştirmesidir.
Bu, KCK ve Kürtleri, Kürt çözümünü hapse koymak demektir.
Başka bir deyişle bunları birinci yüz ile buluşturmaya çalışıyor.
Öcalan devlete başka kadrolara başka konuşuyor.
Savunmalar temelinde söylenen görüşler sadece kadroları elde tutmak içindir.
Teorik savunmalar, demokratik uygarlık görüşlerinin başkalarından çalınması,
bu tarz bir dizi eklektik görüşleri PKK’liler genellikle Öcalan’ın belirlemeleri olduğunu sanırlar.
Hâlbuki bu tür görüşler on yıllarca önce savunulmuş ve uygulanmış.
Demokrasi ile ilgili olanlar yüzlerce yılı buluyor.
Çoğu bilmiyor ve öyle sanıyor ki bunlar yeniden keşfedilmiş.
Madem Öcalan her konuda doğru söylüyor ve hiç yanlış yapmıyor!
Geniş bilgilendirme ifadelerini de savunmalar gibi basıp topluma dağıtsınlar ve halk Öcalan’ın nasıl direndiğini öğrensin.
Öcalan yanlış yapmayan kişi olduğuna göre gizli görüşmelerini KCK ve halka da açıklasın.
TC’nin haberi olduğu ve generallerin, Ergenekoncu general ve subayların, MİT’in bildiğini PKK’liler ve halkta bilsin.
Savaşı Öcalan’a dayandırarak durdurdular ve sonra yine Öcalan yoluyla başlattılar.
PKK’liler savaşı Öcalan’ın söylediği tarzda durdurmayı ve sona erdirmeyi kabul etmedi.
Öcalan “kabul etmezseniz sizi hain ve tasfiyeci ilan ederim” diyerek dayattı ve öyle kabul ettiler, ama içlerine de sindiremediler.
Teorik muğlâklık, Kemalizm’e sarılma, cumhuriyetin içini doldurma, temel niteliklerine bağlı olma…
Kürt isyanları ve direnişlerini tukaka etme, Kürtler için hiçbir statü istememe, amacın ve hedefin kaybolması düşünce ve ruhen saptırmalardır.
Kadrolara ve Kürtlere bu benimsetilmeye ve kendisinin iyi direndiğini benimsetmeye çalışıyor,
kendisi dışında gelişecek alternatifleri yok etmek için uğraşıyor ve bu konularda devletle anlaşmalıdır.
Örneğin Özgür Kürdistan Federasyonu mu oluşmuş, Güneyde kon federal Kürdistan olsun diyor.
Sen, güneyi bırak, o zaman Demokratik Cumhuriyet diyeceğine
Kon federal Demokratik Cumhuriyet görüşünü ifadelerinde ve savunmalarında ortaya koy o zaman.
Güneyde konfederasyon oluyorsa kuzey de fazlasıyla bu geçerli olur.
Türkiye’de ise üniter birlik tezi ile bir sorununun olmadığını defalarca izah etti.
Ordu ve derin devleti, Ergenekoncuları ve asıl iktidarı bir tarafa bırakıp AKP hükümetini hedef gösterdi, bu ordunun isteğidir.
Savaşı başlatması ve hala PKK den ayrılmayanların bir yıldan fazla
savaşı reddetmelerinden sonra ısrarla 2004te yeniden kabul ettirdi ve savaşı kabul etmeyenler ayrıldı.
Kısaca KCK üzerinde tam kontrolünü sağladı.
Buna dayanarak uygun teorik ve siyasi kılıflarla bu kullanılmayı sürdürüyor.
Ağırlıklı kendisini gündeme koyuyor, amaç ve hedef bırakılmış, varsa yoksa Öcalan mitini ayakta tutmaya çalışıyor.
Selim: Kullanma işi Öcalan’la sınırlı mıdır?
Yoksa örgüt içinde başkaları da var mı?
D.Ali: Başkalarının olup olmaması o kadar önemli değil.
Eskilerden kalan 5 kişi Öcalan ne derse uymaya yattılar ve söylenene uyuyor ve dinliyorlar.
Çözümü ve partiyi İmralı’ya bağladılar.
Oraya rapor verip talimat alıyorlar. Bütün bunlar şüphesiz Genel Kurmayın denetiminde ve bilgisi dahilinde gerçekleşiyor.
PKK’nin ne yapmak istediğini ilk onlar biliyor.
Bir an kullanılmadığını düşünelim.
Böyle olsa bile ordunun nezaretinde her şey avukatlara söyleniyor ve onlarda bunların yapılması için KCK’ ye bildiriyor.
O zaman Öcalan’ı neden tutukladılar sorusu akla geliyor. Buna müsaade edilmeyeceğini aklı başında olan herkes bilir.
Tek kişilik yerde Öcalan’ın devleti atlatarak haber ve talimat vermesinin imkânı da yok.
Zaten her şeyi açık ve onların gözü önünde yapıyor.
Tanıdığımız genelkurmay ve ordu buna izin vermez.
Teslim olup kullanıldığı için onun yarattığı sistemi kullanarak partiyi de kullanıyorlar.
Selim: Örneğin Veli Küçük’ün arşivinde ele geçen bir belgede Türk Silahlı Kuvvetlerinin yetişkin subayları
PKK üst düzeyine yerleştirilsin deniliyor, size göre yerleştirilenler var mı?
D.Ali: Üst düzeyde yerleştirilen olduğunu sanmıyorum.
Son beş yılı bilmiyorum, başka düzeylerde gönderilen var mı yok mu bilgim yok.
Bence daha çok subayların bağlantı ve ilişkilenmeleri olabilir.
Eskidende ordu içinde bu tür mesaj ve ilişkilenmek isteyenler olmuştur.
Bu bilgilendirme adı altında yönlendirme türü denemelerdi.
Selim: Öcalan’ın Suriye’den Türkiye’ye gelmesi dönmesini,
Öcalan’a yapılmış bir komplo olarak değerlendiriyor musunuz?
D.Ali: Öcalan’a yapılan bir komplodan çok, Kürtlere ve PKK’ ye yapılan bir komplodur.
Suriye, Öcalan Suriye’den çıkmadan çok önce Öcalan’ı gözden çıkarmıştı.
Suriye’de kalarak, yanlış müttefikler seçerek, eskide ısrar ederek,
despotik uygulamalar yaparak ve demokratik dünyayı karşısına alarak, yanlış siyaset yürüterek, Öcalan kendi “komplosunu” kendisi hazırlamıştır.
Başkaları ve TC’de bunu Kürtlere ve PKK yapısına karşı komploya dönüştürdüler.
Öcalan İmralı’ya gittikten sonra TC ve derin devleti dışında tutarak komplonun dış güçlerce yapıldığını
ve Türkiye’ye komplo yapıldığını izah etmeye çalışıyor sürekli.
Türkiye’ye pek bir şey olmamıştır. Komployu yiyen Kürtlerdir.
Öcalan devletin denetimine girerek Kürtlere ve kadrolara sürekli hayal kırıklıkları yaratıyor.
Öcalan komplo teorilerini çok sever.
Eskidende birçok şeyi komplolarla izah ederdi.
Tasfiye ettiği PKK’lileri böyle damgalardı.
Öcalan’ın lügatine göre söylersek iç komploları ezici çoğunlukla kendisi yapmıştır.
Bence gizli görüşmelerö alıp vermelerle (vermemeler)
Öcalan Kürtlere karşı devlet denetimli komplo yapmayı sürdürüyor, yakında yenilerine tanık olacağız.
Selim: Öcalan İmralı’ya dönünce, itiraflarını sıralayınca siz Kandil’deydiniz,
bu sırada çok sayıda gerillanın ardıardına tutuklandığını biliyoruz,
tutuklanan bu gerillalara ne gibi muameleler reva görülüyordu?
D.Ali: PKK’ de adil yargılama ve bağımsız hukuk yoktur.
Mutlaka tutuklananların itiraf etmeleri ve söylenenler konusunda özeleştiri yapması ve Partinin haklı olduğunu kabul etmesi gerekiyor.
Bu dönem yakalananlarda bu tür uygulamalardan sözlü şiddet ve bazılarına işkence yapılması olayları olmuştu.
En çok işkence ve infazlar 2002 yılında uygulandı.
İlk yıllarda Öcalan’ın söyledikleri kafasına yatmayan veya başka gerekçelerle tutuklamalar olmuştu, genelde bu temelde duyduklarım ağırlıktadır.
Örneğin Dersim Eyalet komutanı İsa ve Haydar ve başka gerillalar kendisine yapılan ithamlar, suçlamalar vb yüzünden şehit düştüler.
Süleyman, Zeki ve Yılmaz giller ayrıldığında tutuklama ve yönelme arttı.99 yılında da ağırlıklı kadın hareketinde olanlar tutuklanmış ve yargılanmıştı.
Selim: Tutuklananların bazıları intihar etti, bazıları, öldürüldü.
İşkence görenler vardır, en azından ben bazılarıyla görüştüm.
İşkence ve uygulamaların Diyarbakır cezaevini geride bıraktığını söylediler, size göre yalan mı söylüyorlar?
D.Ali: Tutuklananlara sözlü şiddet ve baskı altına alma sürekli bir uygulamadır.
Savunma haklarına sahip değiller.
99’dan 2004’de kadar Kandil, Xınere ve Zap’ta tutuklananların bazılarına uygulamalı şiddet ve işkence yapıldığını duydum ve öğrendim.
İşkence uygulamaları ve infazlar Askeri Karargâh bünyesinde daha fazla oldu
Öyle ki Güneyli halktan insanlardan yüzlercesine sözlü ve uygulamalı şiddete kadar varmıştı.
Bu sürelerde tutuklu olanlardan üç gerillanın intihar ettiğini duydum.
Birisi işkence gördüğünden ve Kadın Kongresinde katledilen Gulan’ın öldürülmesinin kendisine yüklenmesini onaylamadığı için intihar etmişti.
Bu Küçük güneyli Faik’ti.
Biri de Amed’ten gelen bir kadın gerillaydı, 3.kez tutuklanmak istenirken intihar etmişti.İşkence görenlerin olduğu doğrudur.
Diyarbakır Cezaevine benzetmeleri, hatta onu aratmadığı görüşü doğru değildir.
O türden ne duydum ne de bilgim oldu.
Öte yandan işkence işkencedir, dozajının büyük veya küçük olması çok önemli değil.
İdama karşıyız demelerine rağmen idamları sürdürmeye devam ettiler ve idam ettikleri de kendi üyeleridir, bu durum hala da sürmektedir.
Faili meçhul cinayetlerde yaptılar, kendileri hem kendi içinde hem de ayrılanlardan bazılarını vurup üstlenmediler.
Devam edecek…