0 0
Read Time:3 Minute, 19 Second

‘Hiçbir umudum yok. Sonuçta devlet polisini koruyacak…’

Bu sözler, polis kurşunuyla boynundan vurulup hastanede yatan 18 yaşındaki Yasin Kırbaş’a ait. Her ne kadar devlet, polisini; “…polis memuru B.O. kendisini savunmak için silahını çekmiş ve boğuşma esnasında silahın ateş alması sonucu saldırganlardan Y.K. yaralanmıştır” resmi raporuyla korusa da, omuriliğinde polis kurşunu olduğu için daha 18’inde altını başkaları değiştiren Kırbaş “Hayır” diyor. “Sigara istedim. Yok dedi. Alkollüydü. Küfretmeye başladı. Neden küfrediyorsun ki diye sorunca ‘ben polisim’ dedi ve…”


Ne yani? Şimdi resmi raporla bu ifade arasındaki uyuşmazlığı çözmek için yetiştirme yurdunda büyüyen 18 yaşındaki Kırbaş’a mı inanacağız, yoksa her türlü kutsallığın tek adresi devletin raporuna mı?
Tamam, cevabınızı duydum.
Bilirim… Hepinizin devlete bağlılığı, insani duyarlılıklarınızdan daha baskındır ve böyle bir ikilemde tarafınızı çok kolay seçersiniz.
Polisini koruyan devletin kanun koyucu ve uygulayıcı yüzü benzer olaylarda hep ‘taksirli fiilden’ (kasıt olmadan) işlem yapılmasını uygun görürken üstelik… Taksirli fiilin reddedilemeyecek şahitleri de varken…
Daha olayla ilgili netleşen hiçbir şey yokken bile hemen valiler ve emniyet müdürleri ekranlarda boy gösteriyorlar… ‘Olayda kasıt olmadığını’ beyan ediyorlar… O ‘kurşuncu polislerin’ ne kadar üzgün olduklarını anlatıyorlar… Açığa alındıklarını ya da soruşturma başlatıldığını duyurup bir yandan yüreğimize su serpiyorlar, bir yandan da polislerin yargılanırken izlenmesi gereken yolla ilgili el altından işaret fişeği yakıyorlar: “İşlem taksirli fiil dikkate alınarak yapıla!”
Kimin şahadeti geçer akçe şimdi? Devletin mahkemesinde devletin polisinin öldürdüğü sıradan vatandaşların hakkı aranırken, devletin valisi ve emniyet müdürünün mü, yoksa sıradan ölümlerin/ölümlülerin mi?
Cevabınızı yine duydum. Ama bir de şunlara göz atalım…
14 yaşındaki Ahmet Yıldırım, Adana’da hırsızlık yaptığı iddiasıyla polis tarafından açılan ateşle sırtından ağır yaralandı. Yıldırım zanlı değildi, sabıkası yoktu ama o kurşun sırtında duruyor.
18 yaşındaki Çağdaş Gemik, Antalya’da ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle bir polis memuru tarafından öldürüldü.
Avcılar’da parkta oturan iki arkadaşı kaldırmak isteyen polisler, ‘Mahallenin çocuğuyuz’ diye kalkmak istemeyen Feyzullah Ete’yi göğsüne attıkları tekmeyle yere yıktılar, Ete hastaneye kaldırıldığında ölmüştü… Öldüren polis mi? Bir yıl sonra tahliye oldu.
‘Dur ihtarına’ uymadığı gerekçesi ile öldürülen Murat Kasap, Aytekin Arnavutoğlu, Baran Tursun, polis ‘Kovalarken düştü yüzü çizildi’ denen ama o çizikle ölen Serkan Çedik…
Çoğaltmanın anlamı yok. Liste uzar gider. Ve bu uzayıp giden liste Cumhuriyet tarihinden alınma değil, son birkaç haftanın olayları.
Ama baksanıza yaşlarına… Çoğu 20’nin altı. Hayatlarını karartan tetikleri çekenleri, ağabey diye çağıracak bir yaş aralığındalar.
Ancak ağabeyleri tekerleğe nişan alıyor, felç ediyor… Sandalyeden düşürüyor, yüzünü çiziyor, öldürüyor…
Çünkü ağabeyleri şöyle bir arka plana sahip:
Onların; pompalı silahıyla gösterici kovalayan sıradan vatandaşı bile aklayan militer Başbakanları ve “Devletime karşı suç işleyenleri vurmaktan hoşlanacağım” diyen adaletin herkese fazlaca eşit uygulanmasından yakınan milletvekilleri var.
Onların; “200 bin kişilik polis teşkilatı içinde yanlış yapacaklar tabii ki olacaktır” diyen normalleştirici Emniyet Genel Müdürleri var.
Onların, daha önce terörle mücadele yasasında bulunan ‘duraksamadan ateş etmeye ilişkin düzenleme’yi Anayasa Mahkemesi’nin ‘yaşam hakkını ihlal edeceği’ gerekçesiyle tehlikeli bulup iptal etmesine rağmen o düzenlemeyi arka kapıdan yasaya tekrar sokan kanun koyucuları var.
Ve onların, her derde deva olmasını beklediğimiz bu hukuk devletinde fiili durumu kanuni duruma uydurup genelde takipsizlik kararında birleşen cumhuriyet savcıları var.
Ama bir de şöyle bir şey var:
Tüm bunlar olduğu için onlar yok şu an. Sadece bu yıl 21 genç. Yok… Kalanlarsa, sorsanız, bu halleriyle yok hükmündeler.
Oysa aslında şu var:
Kütük değil, kötek değil, öldüren çizikler değil… Asıl olarak hukuk var. Yaşama hakkı var. Birilerine fazla gelse de, herkese eşit uygulanması gereken bir adalet anlayışı var.
Var diyorsak; kâğıt üzerinde. Siz bunu olmalı diye anlayın. Hatta sadece anlamayın. İçselleştirin. Gerçek kabul edin. Aksine ‘hayır’ deyin.
Anlayın ki; “Yeryüzünün bütün topraklarını tek bir çocuğun gözyaşına değişmem” diyebilen insanların da olduğu bir evrende, pisipisine akıtılan bu kadar kanı ve o kanın açtığı yarayı iyileştirebilmek için birilerinin akıttığı binlerce kat gözyaşını yok sayıp “Aman! Bunlar münferit olaylar canım. Ne yapalım?” çizgisinden uzaklaşasınız.
Anlayın ki; insan canının ne eğitim zayiatı ne de güvenliğin ikâmesi olabileceği normalleştiricili-ğine teslim olmayasınız.
Anlayın ki; vurmaktan hoşlanan-ları ve o hoşlananlara tapınanları bir daha hiç gelmemecesine kendi içlerine gömesiniz. Gömmezseniz, öldürülüp gömülüyorsunuz.

Radikal / 17.11.08

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter