Obama ve Latin Amerika üzerine düşünceler… / Soner TORLAK
Ve beklenen oldu: Başkanlık seçimlerinde “değişim” şiarıyla kampanya yürüten bir “siyahî”, Barack Obama ABD’nin 44. devlet başkanı seçildi. İki ay sonra Beyaz Saray’a oturacak olan Obama’nın yürüteceği politikalar için rivayet muhtelif olsa da, kampanyası çerçevesinde yaptığı açıklamalar ve rakibi McCain’le gerçekleştirdiği stand-up tadındaki polemikler, yeni başkanın nasıl eğilimlere sahip olduğu konusunda az çok fikir sahibi olmamızı sağladı.
Mevzubahis “sistem” olduğunda esas olanın süreklilik olduğu ve kopuşların sadece çok özel nesnelliklerde ve ciddi müdahalelerle gerçekleştiği aşikârdır. Aynı anlama gelmek üzere, Barack Obama’nın ABD’nin, örneğin, dış politikasında çok köklü değişimler gerçekleştireceği yanılsamasına kapılmak da en hafif tabirle abesle iştigaldir. Bu bir. İkincisi, sistemin kendi sürekliliğini sağlayabilmek adına ya da kısaca iki adım ileri atabilmek adına, bir adım gerilemeyi kabul etme eğiliminde oluşudur. Sistem, meşruiyetini yitirmeye başladığında, uzun vadede yıkılışını önleyebilmek adına kısa vadeli bazı açılımlarından, eğilimlerinden ve kazanımlarından vazgeçebilir. Bir de “öz ve tezahür” meselesi vardır. Marx boşuna “tezahür eden ile öz aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı” dememiştir. Barack Obama’nın “siyahîliği”, “değişim aşkı”, “mütevazılığı” ve “Afro-Amerikalılığı” gerçeğin birer tezahüründen ibarettir.
Bunun dışında Obama, Ortadoğu’da işgali açıkça devam edeceğini, Pakistan’da yeni bir cephe açacağını, İran’a “gerekirse” müdahalede bulunabileceğini, İsrail’in meşru bir devlet olduğunu, kendi iç pazarında korumacı ekonomik politikaları yürürlüğe koyarken dış pazarlarda neo-liberal uygulamaların devam etmesi için çalışacağını, halkın parasıyla tekelleri kurtaracağını, sosyal güvenliğin tasfiye edilerek özel sektöre peşkeş çekileceğini ve etanol üretimini destekleyeceğini açıkça söylemiştir.
Obama’nın seçilmesi, sol/radikal bir dalganın yükseldiği Latin Amerika’daki ilerici iktidarlar tarafından da “en azından diplomatik nezaket kuralları çerçevesinde” sevindirici bir olay olarak karşılandı. Kuşkusuz bu sevince yol açan şey, Bush-Rice-Cheney önderliğindeki yeni-muhafazakârların mütecaviz ve aymaz politikalarının ardından Obama’nın görece daha uzlaşmacı ve barışçıl bir siyasal hat izleyeceğine dönük inançtı. Ancak Latin Amerika’da biriken çelişkilerin, soyut bir değişim nosyonunun törpüleyemeyeceği kadar keskin olması nedeniyle Obama’nın önümüzdeki bir yıl içinde izleyeceği Latin Amerika politikası, bir anlamda ABD’nin gelecek birkaç başkanlık döneminde izleyeceği dış politikaların bir prototipi olacaktır.
Obama’nın dış politika eğiliminin en fazla belirginleşeceği başlıklar şunlardır:
Bir: Hatırlanacağı üzere Amerika Birleşik Devletleri, İkinci Dünya savaşı boyunca aktif olan ve görevine 1950 yılında son verilen ABD Donanması’na ait Dördüncü Filo’yu yaklaşık altı ay önce yeniden faaliyete geçirdi. Latin Amerika ve Karayip sularında görev yapacak olan filonun yeniden kurulması bir süredir tartışılıyordu. Özellikle Kolombiya’nın Ekvador sınırını ihlal etmesinin ardından artan gerginliğin ardından Venezüella ve Brezilya’nın bölge ülkeleriyle bir askeri pakt kurulmasına karar vermesi, bir anlamda Dördüncü Filo’nun göreve başlama süresini de öne çekti. “Latin Amerika ve Karayipler’de ABD nüfuzunu yeniden tesis etmek” amacıyla göreve başlayan ve bir ülkeyi işgal etmek için her tür donanıma sahip bulunan askeri filonun Obama tarafından etkisizleştirilip etkisizleştirilmeyeceğini zaman gösterecek.
İki: ABD hükümeti, “Plan Kolombiya” kapsamında Kolombiya’nın faşist hükümetine 2000 yılından bu yana toplam 5.5 milyar dolar tutarında askeri ve nakdi yardım yaptı. Plan Kolombiya adıyla anılan kapsamlı strateji, Kolombiya’nın içindeki muhalif unsurların ordu ya da kontrgerilla tarafından şiddet kullanılarak tasfiye edilmesinin yanı sıra, bölgede ortaya çıkan ve ABD’nin Latin Amerika stratejisini ciddi zararlara uğratan sol iktidarlara karşı da gerektiğinde topyekun savaşmaya hazır bir silahlı kuvvet yaratmayı hedefliyordu. Plan Kolombiya aynı zamanda iki ülkenin ortak askeri eğitimler yapmasını ve her türlü istihbaratı paylaşmasını ve de gerektiğinde beraber askeri operasyonlar gerçekleştirmesini de öngörüyordu.
ABD hükümetleri son 7 yıl içinde Kolombiya’ya, 1500 askeri danışman ve özel kuvvetleri, düzinelerce İsrailli komando ve “eğitimciyi”, 2 bin paralı askeri ve 200 bin kişilik güçlü Kolombiya ordusuyla yakın ilişki içinde çalışan 10 binden fazla paramiliter gücü de içeren 6 milyon dolarlık askeri yardımda bulundular. Bu plan dâhilinde yeniden yapılandırılan militarist Kolombiya rejimi hâlâ Washington’un Latin Amerika’daki ileri askeri kalkanı, özellikle de, anti-emperyalist Venezüella, Bolivya ve Ekvador hükümetini istikrarsızlaştırmak ve devirmek için en önemli siyasi-askeri araç olmayı sürdürüyor. Geçtiğimiz aylarda faşist Uribe hükümetinin insan hakları ihlallerine dikkat çeken Demokrat Parti’nin bir üyesi olarak Obama’nın Kolombiya’ya herhangi bir yaptırım uygulayıp uygulamayacağını ve “Plan Kolombiya”yı sürdürüp sürdürmeyeceğini zaman gösterecek.
Üç: Şu anda dışişleri bakan yardımcısı olan ve hem demokrat hem de cumhuriyetçi hükümetlerle uyum içinde çalışmış olan John Negroponte’un Obama döneminde de dış işlerine bağlı herhangi bir alanda görevlendirilip görevlendirilmeyeceğini de zaman gösterecek. 1981’den 1985’e kadar Honduras’ta ABD Büyükelçisi olan Negroponte, Nikaragua’yı istikrarsızlaştıran Honduras’ta konuşlanmış Kontra paralı askerlerini destekleme ve denetlemede en önemli rolü oynamıştı. Kontra gerillalarının Nikaragua sınırından girerek gerçekleştirdikleri saldırılar, 50.000 sivilin hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Aynı süre içinde, Negroponte’nin Honduras’ta askeri ölüm mangalarını kurmakta da eli vardı. Ölüm mangaları, Washington’un desteği ile yüzlerce solcu muhalifi öldürmüştü.
Negroponte, 2004’te Irak büyükelçisi oldu. Orada, ABD işgalcileri için, Orta Amerika’daki ölüm mangaları modelinde bir “güvenlik” çerçevesi kurdu. Bazı yazarlar, bu projeye “Salvador Seçeneği” adını koymuştu.
Bağdat’ta Negroponte, El Salvador’daki özel operasyonlara başkanlık yapmış olan birini Albay Steele’i güvenlik danışmanı olarak işe aldı. Bu iki adam arasındaki işbirliği 1980’lerin Orta Amerika’sına uzanıyordu. Negroponte Honduras’ta ölüm mangalarını kurarken, Albay Steele El Salvador’daki ABD askeri danışma grubunu yönetiyordu, (1984-86) ve savaşın en kızgın aşamasında özel bir tugay oluşturma sorumluluğunu üstlenmişti. Irak’ta Steele “Özel Polis Komandoları” olarak bilinen yeni bir elit güçle çalışıyordu. Bu çerçevede Negroponte’nin amacı, etnik bölünmeler oluşturmak ve Iraklı sivillere yönelik terörist saldırılar gerçekleştirerek ortalığı karıştırmaktı. 2005’te Negroponte Milli İstihbarat Müdürlüğü’nün başı olarak atandı ve 2007’de Dışişleri Bakanlığı’ndaki iki numaralı makamda yer aldı.
Dört: Amerika Birleşik Devletleri, 1960 yılından bu yana Küba’ya kayıtsız şartsız çok ağır bir ambargo uyguluyor. Ambargonun bugüne kadar verdiği zarar 90 milyar dolardan fazla olarak tahmin ediliyor. Ambargonun 2006 Mayıs’ı ve 2007 Nisan’ı arasında sadece gıda sektöründe neden olduğu zarar 258 milyon dolar. Vahşi yaptırımların sağlık sektörüne verdiği zarar, 30 milyon dolar. Bu insanlık dışı politika, Kübalıların sağlığını ve sağlık alanında yaptıkları araştırma çalışmalarını da olumsuz etkiledi. Mesela, çokuluslu şirket Novartis tarafından dağıtımı yapılan, “Visudyn” adlı ilacı Küba satın alamadı. Amerikan sermayeli Humphreys-Zeiss şirketi tarafından dağıtılan bu ilaç, “sertifikanız yok” gerekçesiyle Küba’ya verilmedi. Bu nedenle, “Ramón Pando Ferrer, Instituto Cubano de Oftalmologia" enstitüsü retina konusunda araştırma yapacak bir ekip oluşturamadı. Aynı şekilde, Abbot Laboratuarları, çocuklarda kullanılan ve anestezik özelliğe sahip olan “Sevorane” ilacını, Küba’ya satmadı. Çocuklara yönelik yasaklar, bu kadarla da sınırlı değil. Kalp rahatsızlığı olan çocukların tedavisinde kullanılan, kalp kapak protezlerinin Küba’ya satılması, Amerika Hazine Departmanı tarafından yasaklandı.
Sonuç olarak ambargo, Küba’nın eğitim, kültür, tarım, konut ve taşıma sektörlerinde telafi edilmesi güç zararlara neden oldu. Son 15 yıldır Birleşmiş Milletler oylamalarında ezici çoğunlukla “ambargoya hayır” kararı alınmasına rağmen, ABD, ambargoyu daima devam ettirme yönünde oy kullandı ve yaptırım alanını her geçen gün genişletmek adına mevcut yasalara, 1992 yılında Torricelli, 1996 yılında Helms Burton yasasını ilave etti. 2004’ten bu yana ise “özgür Küba için yardım komisyonu” adı altında ambargoyu her alanda derinleştiren düzenlemeler gerçekleştirdi. Karayip ülkeleriyle ilişkileri yeniden yapılandırmaktan bahseden Obama’nın Küba’ya uygulanan gayri ahlaki ve gayri insani ambargo konusunda neler yapacağını da zaman gösterecek.
Beş: Amerika Birleşik Devletleri, başta Bolivya olmak üzere Venezüella, Arjantin ve Paraguay’da mevcut rejimleri istikrarsızlaştırmak adına ayrılıkçı, şiddet yanlısı ve işbirlikçi muhalefete her türlü yardımda bulunmaktadır. Bolivya’da ayrılıkçı şiddet açıkça ABD Büyükelçiliği tarafından yönetilmekte, Paraguay’da 60 yıllık despotik iktidarı yıkan sol eğilimli Fernando Lugo’nun radikal adımlar atması, parlamentoyu işlemez hale getirilerek engellenmeye çalışılmakta ve Venezüella’da ise açıkça darbe tezgâhları kurulmaktadır. Obama’nın bu ülkelerde istihbarat ve elçilikler eliyle yürütülen operasyonlara son verip vermeyeceği de zamana havale ettiğimiz bir başka başlıktır.
Maddeler çoğaltılabilir. Söz konusu “arka bahçe” Latin Amerika olduğunda “değişim aşığı” Barack Obama’nın manevra alanı hem bölgeye yönelik emperyalist politikaların kurumsallığı hem mevcut çelişkilerin “değişim”i uzun vadeye yaymaya olanak tanımaması hem de bölge devletlerinin ABD hegemonyasına açıktan meydan okur konumda bulunmaları nedeniyle daha da daralmakta ve bu anlamda atacağı adımlar daha da hayati niteliğe bürünmektedir.
Öte yandan Obama’nın Latin Amerika’da izleyeceği siyasete dönük sınırlı açıklamaları, daha çok bölgede ABD hegemonyasını yeniden tahkim edebilmek adına geçici bir süreliğine esnek ve yumuşak bir diplomasi yürüteceğini ancak ilerici rejimlerin istikrarsızlaştırılmasına yönelik provokasyonları da sürdüreceğini göstermektedir. Özellikle Karayip ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek başlığında Haiti ve Guyana isimlerini anması önemlidir: Haiti’de ABD yakın zaman önce demokratik yoldan gelmiş bir hükümeti devirmiştir ve şu anda ekonomik kriz ve son olarak da kasırganın yarattığı tahribatlarla daha da ağırlaşan gıda krizi nedeniyle ABD destekli Haiti rejimi her türlü meşruiyetini yitirmiştir. Guyana ise artım ve hayvancılık potansiyelinin yanı sıra ALBA bloğuna yaklaşmakta olan zayıf bir ülkedir.
Obama, bölgedeki uyuşturucu trafiği ve organize suçlara dönük bir mücadele programı hazırlayacağını söylemiş ancak bu programın içeriğinde nelerin olduğundan bahsetmemiştir. Bölgedeki uyuşturucu trafiğini kontrol eden ve silahlı çeteleri/kontrgerillaları besleyen iki ülke Kolombiya ve Meksika’dır ve her ikisi de ABD’nin yakın müttefikidir. Bu anlamda Obama’nın uyuşturucu ve organize suçla samimi biçimde mücadele etmek amacındaysa öncelikle bu iki rejime ciddi yaptırımlar uygulamak zorundadır.
Sonuç olarak, Obama’nın Beyaz Saray’a çıkması nedeniyle ABD’nin Latin Amerika’daki faaliyetlerine son vereceğini düşünmek için şu anda elimizde kayda değer bir veri bulunmamaktadır. Neo-liberal tahakküme direnme ve alternatifinin yaratma anlamında dünya çağındaki ilerici mücadeleler açısından önemli bir konumda bulunan Latin Amerika’da hayata geçirilecek her tür “yeni” siyaset, ABD’nin diğer coğrafyalara müdahalesi bağlamında karakteristik önemdedir.
Benim âcizane görüşüm ise “bozuk düzende sağlam çark olmayacağı” yönündedir. Obama, emperyalizmin demir yumruklarına bir çift kadife eldiven geçirecek ve dünyaya sille tokat girişmeye devam edecektir. Ve buna “Latin Amerika dâhil”dir.
15 Kasım 2008