Aslında Başbakan haklı; kriz teğet geçiyor. Ama bazılarımızı teğet geçiyor. Bazılarının ise böğründen girip sırtından çıkıyor, ucunu çıkarıyor. Kimilerimizi yani kriz, sallandırıyor. İnsanlar her gün ya işten atılıyor ya da işten eve ‘Bugün de atılmadım’ diye dönüyor. Her gün insanlar işyerlerindeki öğlen yemeklerinde kimin atılacağını, kaç kişinin işten çıkarılacağını konuşuyor.
İşyerlerinde insanların yaşadığı o iç ezikliği, korku, endişe ve bunaltılı hal rakamlara yansıyamaz. Ama önceki gün Türkiye İstatistik Kurumu işsizliğe ilişkin verileri açıkladı. Ağustos ayındaki işsiz sayısı geçen yılın aynı ayına göre 207 bin kişi artarak 2 milyon 439 bin kişiye ulaştı. Önümüzdeki aylarda işten çıkarılacaklarla birlikte bu sayı elbette hızla yükselecek.
Kapitalizm tartışılıyor
Kriz adlı canavarın köyümüze gelişini onun ağzına emekçileri atarak savmaya çalışacak efendiler. Her zamanki gibi…
Kriz vesilesiyle bütün dünyadaki ciddi yayın organlarında kapitalizm tartışılıyor. The Economist’in kriz kapıyı çaldığında yayımlanan başyazısında olduğu gibi, çoğu ana akım medya organı sistemin aslında şahane olduğunu ve bu krizi de kendi kendine tedavi edeceğini ve tabii ki devlet desteğinin hiç de kapitalizme halel getirmeyeceğini falan filan söylediler.
Ve fakat bir yandan da ana akım basın organlarında ekonomistler şunu konuşmaya başladılar:
Açgözlülük nereye kadar?
Biliyorsunuz kapitalist sistemin en küçük atomu ‘şirket’ dediğimiz o musibet. Bu şirket adlı oluşumun da temel bir sözleşmesi var. O sözleşmenin ve dolayısıyla şirket adlı organizmanın temel meselesi ise kâr etmek.
Budur, bu kadar. Kâr ederken şöyle de yapalım, insanları mutlu edelim, dünyayı koruyalım, vicdanlı olalım, ahlaklı kalmaya gayret edelim vesaire gibi dertleri yok.
Dolayısıyla bugün her ne kadar kapitalizm “Kaynaklar tükeniyor, haydi, hep beraber toplumsal sorumluluk projelerine” dese de esasen temel sözleşmelerinde böyle bir ahlaki mesele yok. Şirket dediğimiz ve bütün sistemi üzerine kurduğumuz temel yapı taşında, yani vicdan denen şeyden eser yok.
Vicdansız sistem
Dolayısıyla sistem de vicdansız bir sistem, mükemmelen tecrübe ediyorsunuz zaten.
Ama işte, son krizle birlikte ekonomistler, yazarlar çizerler ciddi olarak bu ahlaki meseleyi belki de şimdiye kadar yapmadıkları kadar etraflıca masaya yatırdılar. Sistemi köküne kadar savunan iktisatçılar bile ‘açgözlülük’ meselesini konuşmaya başladılar.
Acaba sistemin temel yapı taşı olan şirketten ve şirket sözleşmesinden açgözlülüğü çıkarabilir miyiz?
Ya da o sözleşmeye açgözlülüğü dizginleyecek, kâr hırsını ehlileştirecek temel (!), ihtiyari değil mecburi bir ilke ekleyebilir miyiz?
Bu ekten kasıt, diyelim ki petrol şirketlerinin ülkelerin canına okuyup sonra gidip bir yerlere çocuk parkı yaptırması değil. Sözünü ettiğim, daha temel bir değişiklik.
Bu ilk kriz değil…
İktisatçılar, sistemin kafaları bunları düşünüyor. Peki bu sistemin emekçileri ne yapıyor?
Bu kriz ilk kez olmuyor. 2001’de çatır çatır işten atılan beyaz yakalılar yeniden işten atılıyor şimdi. Krizin bedeli her zamanki gibi ilk önce ve kesinlikle çalışanlara ödettiriliyor.
Peki o zaman derslerini alan beyaz yakalılar, o dersle sendika kurdular mı? Toplu sözleşme yaptılar mı? Ne yaptılar? Aradan geçen yedi yılda ne yaptılar? Bunu merak ediyorum ben.
Milliyet / 19.11.08