0 0
Read Time:13 Minute, 27 Second

altHemen vurgulamak gerekir ki, şu anda 30. Kuruluş yıldönümü kutlanan PKK’nin 30 yıl önce kurulan PKK ile özde bir ilişkisi kalmamıştır. Bunu Öcalan’ın kendisi defalarca tekrarlamıştır. Şimdiki PKK’nin İmralı partisi olduğu çok açık… Bunu politik çizgisi ve tek kişiye dayalı iktidar sistemiyle böyledir. 10. Kongre ile aldıkları kararlar bunu tartışmasız kanıtlıyorlar.

Kuşkusuz 30 yıl önce kurulan PKK ile ortak noktaları da var: Ad, 3. Kongreden sonra gasp edilen ve kurumlaştırılan iktidar sistemi ve mekanizmalarıyla, kimi kadrolarıyla… Ama bu kadroların devrimci dönemin özeliklerinden bir eser kalmadığını da hemen not etmemiz gerekir. Bunların dışında ortak bir nokta ve bağ bulmak mümkün değildir.

PKK tarihini kavramak, vurguladığımız anlamda iki PKK’nin gerçekliğini ve aralarındaki karşıtlığı doğru değerlendirmek önemlidir; hem bugünü doğru kavramak açısından, hem de geleceğe doğru yürüyüş açısından… Bu konuda bugüne dek sayısız açıklamamız oldu, bundan sonra da ideolojik, politik ve pratik çabalarımız olacaktır. Devrimci PKK’yi ve ona kan ve can katan devrimcileri anmak bizim için hem ahlaki, hem de politik bir sorumluluktur. Bu nedenle bir yıl önce yayınladığımız bildiriyi bu yıl bir kez daha yayınlatmayı önemli görüyoruz. İşte 27 Kasım 2007 yılında yayınlanan bildirimizin tam metni:

“29 yıl, bizim gibi varlığı inkâr edilen, bütün hakları gasp edilen ve tarihten silinmek istenen bir sömürge halk için uzun bir tarih… Bir insan için ise ortalama bir ömrün yarısı kadar bir süre… Ancak genel insanlık tarihi açısından 29 yıl, sözü edilmeyecek kadar çok kısa bir “an”…

Hemen vurgulamalıyız ki, 27 Kasım, her şeyden önce asmbolik bir anlama sahip… PKK’nin kuruluş toplantısının yapıldığı gün; o gün, PKK Kuruluş Günü olarak kabul edilmiş ve bugüne dek kutlanagelmiştir. Bir partinin kuruluşu da hiç kuşku yok, bir süreçtir. Burada önemli olan bir iradenin ortaya konulması ve örgütlü bir yürüyüşe dönüştürülmesidir; bir programda, bir stratejide mücadele kararlılığının, bundaki ciddiyet ve samimiyetin net bir biçimde örgütsel bir ifadeye ulaştırılmasıdır!

29 yıl boyunca PKK hep tartışma konusu oldu, hemen hemen bütün çevreler bunu yaptı, yapmaya devam ediyor… Bunun anlaşılır nedenleri var. Ancak bütün bu tartışmaların sağlıklı ve Kürt halkının temel çıkarları açısından doğru sonuçlar çıkarmak amacıyla yapıldığını söylemek güçtür. Kürt halkının temel sorunları ve istemleri konusunda ciddi ve samimi olanların, bu tartışmayı doğru yapmalarında sayısız yarar var. Kürdistan ve Türkiye’de devrimci siyaset yapma iddiasında olanlar, devrimci siyasette sonuç almak isteyenler bu tartışmayı çok doğru yapmak durumundadırlar…

Geçmeden bir noktanın daha altı çizilebilir. Bu, aynı zamanda önemli bir paradoksu, trajik bir durumu anlatır: PKK’yi en az tartışanlar, belki de hiç tartışmayanlar PKK içinde yer alanlardır. Elbette tartışmışlardır, eleştiriler yapmış ve özeleştiriler vermiş, kendileriyle ilgi “derin çözümlemeler” yapmış; “yaşamımızın tek gerekçesi” diye tanımladıkları “Önderlerinin” “vurucu çözümlemeleriyle” kendilerini kamçılamışlardır! Ama biz bundan değil, özgür eleştiri ve tartışmadan söz ediyoruz. Örneğin 1999’a kadar hemen hemen her yıla bir rol biçilirdi. “Bir parça özgür vatan toprağı yaratma yılı”, “özgürleşme yılı” gibi… Bunların hiç biri tartışılmazdı. Ya da başarısızlık Öcalan dışındaki “unsurlara” fatura edilir, ama bu politikaların esas yaratıcı ve karar mercii tartışma konusu yapılmazdı. Böyle bir şey zaten tek kişiye dayalı despotik iktidar yapısına tersti… Tartışmalarla ilgili bu kısa hatırlatmadan sonra geçiyoruz…

Öncelikle şu temel soruları sormak ve doğru yanıtlar almak gerekir:

Bir: 29 yıl önce kurulan PKK neydi, çıkışının temelleri neydi, politik programı ve bunun özü neydi?

İki: Bugünkü PKK’nin 29 yıl önce kurulan PKK ile ilişkisi nedir, aynılıkları ve farklılıkları, kopuşları ve devamlılık noktaları, özellikleri nedir?

Üç: Bu soruların bir devamı olarak bugünkü PKK, Kürdistan UKM açısından en anlam ifade ediyor? Ona karşı devrimci yurtsever tavır ne olmalıdır?

PKK’nin kuruluşunun 29. Yılında bu soruları ve yanıtlarını objektif bir açıdan ve sorumluluk duygusuyla tartışmak çok daha anlamlı ve Kürdistan tarihinde devrimci bir çıkışa imza atan böyle bir kuruluşa verilmesi gereken en anlamlı ve doğru bir karşılık olduğunu düşünüyoruz.

Kuşkusuz Kürdistan ulusal kurtuluş tarihini PKK ile başlatmak doğru bir yaklaşım değildir. Onun öncesi de var, bu, kendi içinde ne kadar dağınık, bölük pörçük, etkileri ve sınırları dar olsa da yine böyledir! Bu, ne kadar doğruysa, aynı biçimde, PKK’nin Kürdistan ve KUKH içindeki yerini olduğu gibi teslim etmek, o kadar doğru ve tarihe, bu tarihin yaratıcılarına saygının gereğidir!

Hiç kuşku yok, bugünkü konumu, çizgisi ve pratiği ne olursa olsun, her şeye rağmen PKK, Kürdistan tarihinde ve KUKM açısından bir kilometre taşı olmuştur! Son otuz yıllık Kuzey Kürdistan tarihine damgasını vuran, UKM’nin öcüsü ve yürütücüsü temel bir dinamik işlevini görmüştür! Doğruları ve yanlışlarıyla, direnişleri ve olumsuz pratiğiyle, devrimci emekçi damarlarıyla orta ve egemen sınıflara uzanan teslimiyetçi yönleriyle bu yine böyledir!

Yine hiç kuşku yok ki, 1970’li, 1980’li, hatta 1990’li yılların PKK’siyle bugünlerin PKK’si bire bir aynı şey değildir. Devamlılık noktaları kadar, hiçbir biçimde uzlaşmayacak yanları olan, en genel ifadeyle iki PKK olgusuyla karşı karşıyayız. Bu iki PKK’yi şu şekilde simgesel ifadelere kavuşturabiliriz. Bir: Devrimci programı, ideolojisi ve direnişçi pratiğiyle Mazlumların PKK’si… İki: Bu düzen ve sistemle uzlaşmayı ve bu düzen tarafından kabul edilmeyi bir çizgi hailine getiren, süreç içinde devrimci emekçi çizgi ve kadrolarının tasfiyesini bir iktidar olma ve iktidar tarzı haline getiren, orta ve egemen sınıflara dayanan tek kişiye dayalı despotik iktidar sistemini kurumlaştıran Öcalan PKK’si…

En genel anlamda birincisine sahip çıkmak, ikincisini reddetmek, hem doğru bir tarih anlayışının, hem de devrimci ideolojik ve politik çizginin kaçınılmaz bir gereğidir! Toptan reddediş ve toptan kabul edişlerin bu 30 yıllık tarihi doğru kavramaları, doğru ve devrimci bir tarih anlayışına ve devrimci bir gelecek yürüyüşüne sahip olmaları mümkün değildir!

Yeniden birinci sorumuza dönelim: 29 yıl önce kurulan PKK neydi, çıkışının temelleri neydi, politik programı ve bunun özü neydi?

Çok kısa bir özet yapmak gerekirse şunlar yazılabilir. 3 yıl önce kaleme alınan bir bildirimizden:

“‘60’lı yılların sonları ve ‘70’li yılların başlarında dünyada, Türkiye’de sarsıcı gelişmeler olmasına rağmen bunların Kürdistan’a yansımaları sınırlıdır. DDKO’nun sınırlı bir çalışması var, ama bu çalışma Kürdistan sorununun kendisini tanımlamaktan bile uzaktır. Güney’deki gelişmeler de Kuzeyi sınırlı düzeyde etkilemektedir. Dünyaya açılan Kürdistan gençliğinin önemli bir çoğunluğu Türkiye devrimci gençlik hareketi içinde yer almaktadır. DDKO’yu yönetenlerin çoğunluğu ise Kürdistan’daki egemen ve orta sınıfların üst kademesindeki sınıf ve tabakalara mensuptur. Türkiye devrimci gençlik hareketinin ezilmesi, o güne dek bu hareketlerin Kürt sorununa getirdikleri yaklaşımların resmi çerçeveyi aşmaması, emekçi kökenli Kürdistan gençliğini Kürdistan eksenli arayışlara yöneltti. Emekçi kökenli bu gençleri motive eden devrimci sosyalist düşüncelerdi. Bu ideolojik tanımlama, onları yurtseverliğe ve Kürdistan gerçekliğine götürdü. Türk sol hareketine karşı geliştirdikleri devrimci eleştiriler, onları devrimci yurtseverliğe, KDP ve DDKO’ye aldıkları net eleştirel tutum onları devrimci enternasyonalist bir kimliğe götürüyordu. Düşünceleri, programları, dost ve düşman tanımları çok açık, yalın ve netti:

Bir: Ülkemiz Kürdistan, sömürge bir ülkedir. Öncelikle tarihsel, ulusal ve toplumsal gerçekliği ile Kürdistan bir ülke olarak kabul edilmeden ve tüm devrim düşüncesi, programı ve stratejisi bu gerçeklik üzerine kurulmadan Kürdistan’da söz söylemenin ve eylemde bulunmanın devrimci yurtsever bir değeri yoktur. Sözde değil, özde Kürdistan ülke gerçeğini kabul etmek, aynı zamanda resmi ideolojiden, Kemalizm’den de kopuşun mihenk taşı, olmazsa olmaz koşuludur!

İki: Sömürge Kürdistan sorunu özgürlük ve bağımsızlık sorunudur! Bağımsız, demokratik ve giderek birleşik Kürdistan hedefi, Kürdistan ulusal kurtuluş devriminin asgari programıdır. Bu hedefe bağlanmayan hiçbir stratejik ve politik yaklaşımın Kürdistan’da devrimci bir anlam ve değer ifade etmesi mümkün değildir.

Üç: Kürdistan’da sömürge yönetimi, her açıdan bir zor ve şiddet örgütlenmesidir. Kürdistan’da sözün bir değer haline gelebilmesi, halkın politik bir güç haline gelebilmesi halkın devrimci zorunun örgütlendirilmesi ile mümkündür!

Dört: Kürdistan sorunu özünde bir emekçi sorunudur. Kürt egemen sınıflarının bir Kürt sorunu yoktur. Ulusal Kurtuluş Devriminin itici güçleri işçiler, köylüler ve diğer emekçi sınıf ve tabakalardır.

Beş: Sömürgecilik, emperyalizm ve onları içte destekleyen Kürt egemen sınıfları ulusal kurtuluş mücadelesinin hedefleridir.

Bu düşüncelere sahip olmak, bunu bir program olarak ilan etmek, tek başına bir şey ifade etmiyordu. Her şeyden önce bunlara inanmak, bu sözlerde tutarlı ve samimi olmak önemliydi. PKK’yi kuran ve ilk dönem harcına emek koyanların en temel özellikleri, düşüncelerinde, sözlerinde ve inançlarında tutarlı, samimi ve ciddi olmalarıydı. Bu, söz ve eylem birliği, teori ve pratik bütünlüğü anlamına geliyordu.

Ciddiydiler, samimiydiler, tutarlı ve inançlıydılar, “sözlerinin eri”ydiler!.. Söylediklerini mutlaka yapıyorlardı. Bunun için “karınca gibi”, bitmez tükenmez bir enerjiyle çalışıyorlardı.

Bu özellikleri ve ölçüleri, kendi aralarındaki ilişkilere de yansıyordu. İlişkileri samimi, sıcak, açık, sözcüğün tam anlamıyla dostçaydı, çıkarsız ve hesapsızdı. Disiplin, şekillenmeye başlayan hiyerarşik ilişkiler bu ilişkilerini etkilemiyordu. Onlar, bu birbirine çelişkili olan özellikleri uyumlu bir bütünlük haline getirmesini bilmişlerdi.

O dönem devrimciliğini “Devrimci Romantizmin” en güzel örneği, aynı zamanda ülkemizde türünün son örneği olarak tanımlamak abartı olmaz, tersine sadece bir gerçekliğin tespiti olur.

Elbette “Devrimci Romantizm” döneminin sayısız toyluğu, “çocukluğu”, beslenilen ideolojik ve kültürel iklimden alınan olumsuzluğu vardı. Bunlar da bir olgu, ama bunların hiç biri o dönem devrimciliğinin bugün de esas alınması gereken değerlerinin önemini azaltmıyordu.

Devrimcilik, sadece dünyaya kafa tutmak, “olanaksızı istemek” değildi; aynı zamanda, o güne dek insanlığın en güzel ve değerli ahlaki özelliklerini yeni bir potada birleştirmek ve yeniden üretmekti. Devrimcilik, yeni bir ahlak ve kişilik demekti. Bu, çok soyut bir şey, çok “mükemmel” olan bir şey değil, gerçek insanın yaşam ve ilişkilerinde ete kemiğe bürünen somut bir şeydi.” (Sosyalist-Şoreşger, 2004, ’27 Kasımdan Bugüne” adlı Bildiriden…)

‘70’li yıllarda Kuzey Kürdistan’da başka gruplar da benzer programlarla ortaya çıkmışlardı. Ancak bu gruplar ciddi bir politik güce dönüşemediler. Diğer nedenlerin yanında bunun en temel nedeni şuydu: Bu gruplar ve onun mensupları, gerçek anlamda sözlerinde samimi değillerdi. Dile getirdikleri en parlak sözleri bile söz olmaktan öte bir değer ifade etmiyordu. Söz, pratik bir değer ifade ediyorsa anlamlıydı, sonuç yaratıcı bir kavram olmaya hak kazanabilirdi. Yoksa “söz uçar” giderdi… Olan da bundan başkası değildir…

Kürdistan’da ulusal kurtuluş tarihsel ve güncel bir ihtiyaçtı. Bunu düşünsel ve programatik düzeyde dile getirmek bir şeydi, ama bu söz ve program ciddiyet ve samimiyetle yerine getirildiğinde, bunun için hangi bedel gerekiyorsa o bedel, hiç tereddüt edilmeden ödeniyorsa bu söz ve program, tarihin yaratıcısı dinamik haline gelebilirdi. Programlar, onlara inanların, sınırsız cesaret, fedakârlık ve samimi pratiklerine sahip kadroların elinde tarihsel bir değer haline gelebilirdi… Bu gerçeklik Kürdistan tarihinin son on yıllarında da sayısız kez kanıtlanmıştır! Bugün İmralı teslimiyetine bakarak kendine pay çıkarmak isteyen kadro ve örgütlerin bir de tarihe bu noktadan bakmalarını salık veririz. Yoksa İmralı gerçeği onları hiçbir biçimde doğrulamıyor, onları haklı çıkarmıyor… Ya da onların “pratiklerinin” gerekçesi olmuyor, olamaz!

Şimdi de ikinci sorumuzun yanıtını kısaca özetlemeye çalışalım. Sorumuzu bir kez daha hatırlayalım: Bugünkü PKK’nin 29 yıl önce kurulan PKK ile ilişkisi nedir, aynılıkları ve farklılıkları, kopuşları ve devamlılık noktaları, özellikleri nedir?

Hemen çok net ve kesin bir dille ifade etmeliyiz ki, bugünkü PKK, yukarda kısaca özetlediğimiz PKK’nin tam karşıtıdır. 29 yıl önce kurulan PKK, devrimci bir çizgiye sahip, işçi ve emekçi sınıfların çıkarlarını esas alıyordu. Şimdiki “PKK” ise İmralı’nın damgasını vurduğu, orta tabakaların en geri ve kokuşmuş unsurlarına, Kürt egemen sınıflarına dayanan, var oluş gerekçesini bu düzen ve devlet tarafından kabul edilmek olarak tanımlayan teslimiyetçi İmralı PKK’sidir, İmralı Partisidir! Bu PKK için TC, onun uniter yapısı, sömürgeci egemenlik sistemi, resmi dilin Türkçe oluşu sorun değildir. Bunlar ve Cumhuriyetin temel nitelikleri onun da vazgeçilmez ve tartışılmaz kabulleridir; yeter ki, “farklı kültürlerin varlığı ve kendisini özgürce ifade etmesi bir anayasal hüküm” haline getirilsin!

İmralı PKK’si, hiç kuşkusuz bir günde ortaya çıkmadı, bu da uzun bir sürecin sonucudur. Öcalan birçok “çözümlemesinde”, “PKK tarihinin tasfiyecilere karşı bir mücadele ve tasfiyecilerin tasfiye edilmesi tarihidir” der. Bu sözler, bir gerçeği ifade ediyor, ama gerçeğin tersyüz edilmiş biçimini; ya da gerçeği ters yüz ederek… Bu sözleri şöyle tercüme etmek, ya da deşifre etmek gerekir: PKK’nin iç tarihi, samimi, dürüst ve direnişçi devrimcilerin sistematik bir biçimde tasfiye edilmesi tarihidir. Devrimcilerin tasfiyesi, koşulların, dengelerin ve sayısız etkenin yardımıyla emekçi çizginin tasfiyesi, aynı zamanda tek kişiye dayalı ve kaynağını egemen sınıfların en geri ve despotik iktidar kültürü ve tarzından alan Öcalan iktidar sisteminin kurumlaşma tarihidir. Bu kurumlaşmada mücadelenin zorlu koşullarında yetişmiş kadroların etkisizleştirilmiş olması, 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşanan kayıplar, toplu tutuklanmalar hatırı sayılır bir zemin sunmuştur. PKK II. Kongresi, Öcalan iktidar sisteminin gelişmesi açısından önemli bir geçiş aşaması işlevine önayak olmuş ve iki kongre arası yaşanan tasfiyeler (Davut ve Semirlerin tasfiyesi) sonraki gelişmelerin temellerini döşemiştir. III. Kongre, bir dönüm noktası, tam anlamıyla bir darbe kongresidir. Bu, Öcalan iktidar sisteminin “zafer ilanı”dır bir bakıma. Bu kongre ile devrimci kadroların tasfiyesi ve susturulması, teslim alınışı büyük ölçüde başarılmıştır. Ama bu sonuçtan henüz tam emin olmayan Öcalan “Dağ” ve “Avrupa”nın tam olarak denetlenmesine, kurumlaştırılmasına ihtiyaç duyar. “Çözümlemeler” ve zayıf, bundan dolayı kendisine bağlı unsurlara dayalı sitemin oturtulmasına hız verir. İçte kendi iktidarını ve onun aygıtlarını kurumlaştıran Öcalan, gerilla ve serhildanların yarattığı devasa politik gücü de bu iktidarını pekiştirmede ve derinleştirmede sonuna kadar kullanır. Bu gelişmeleri kendi “dâhiliğine” bağlayan Öcalan, başarısızlıkları da kadrolara fatura eder. “Tüm başarıların yaratıcısı o, tüm başarısızlıkların sahibi ise onun dışındaki herkes” anlayışı bir dokunulmaz dogmaya dönüştürülür ve iktidarı “kutsallık”, “tanrısallık” zırhına büründürülür. Ve bugün yarattıkları sistemin kulları, rahatlıkla onu “yaşamımızın tek gerekçesi” (27 Kasım vesilesiyle yayınlanan KKC Başkanlığı Bildirisi) olarak ilan etmekte ve bütün bir halkın kendisini ve enerjisini ona kurban etmekte bir sakınca görmeyecek düzeye gelmişlerdir!

III. Kongreden sonra iktidarını kuran ve tüm ipleri elinde toplayan Öcalan, IV. Kongrede bir itirazla karşılaşır. Mehmet Şener ve arkadaşları, onu tartışma konusu yapar. Ama o, bunu kısa sürede bastırır ve bu bastırma hareketini o güne kadar denetleyemediği zindanları teslim almanın, tüm iktidarını sağlama bağlamanın aracı haline getirir. Bundan sonra o artık her şeydir, diğerleri ise hiçbir şeydir! İktidar denklemi böyle kurulur. Bu, denklem, aynı zamanda onun temel felsefesidir de!

Bütün ipler Öcalan’ın elindedir artık. Ama PKK ve ulusal kurtuluş mücadelesi sadece bundan ibaret değildir. Bir halkı saran ve ayaklandıran bir mücadele vardır, bu mücadele gerçek öncüsünü yitirmesine rağmen, bundan yoksun olmasına rağmen yükselerek devam etmektedir. Bu mücadelenin kendisi, paradoksal olarak Öcalan’ın da gücünü oluşturuyor; hem iktidar ilişkilerinde, hem de kendini düzene pazarlamada politik bir güç ve olanak olarak… Bir yandan değerler ve mücadele olanakları, bir yandan bunların üzerine kurulan ve bunlarla tam bir karşıtlık oluşturan bir iktidar sistemi, bu paradoksal bütün, yukarda özetlediğimiz “iki PKK” paradoksunun da kendisidir!

Burada devamlılık ve kopuş süreçleri ve yönleri de çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bütün boyutlarıyla, çizgisi ve aygıtlarıyla Öcalan iktidar sistemi, 29 yıl önce kurulan PKK’nin özünden bir kopuşu, onun tersine dönüşünü anlatmaktadır; her şeye rağmen bu kanaldan akan milyonların, direnenlerin ve mücadele edenlerin özgürlük ve bağımsızlık istemleri, mücadeleleri ve bundaki ısrarı bir devamlılığı anlatmaktadır. Bu devamlılık ve kopuş-karşıtına dönüş yönleri ve hareketlerinin doğru kavranması, devrimci yurtseverlerin politik duruşlarının ne olması gerektiğini de anlatmaktadır!

Buradan yukarıda vurguladığımız 3. Sorunun da yanıtına gelmiş bulunuyoruz. Hiç kuşkusuz İmralı Partisinin, İmralı PKK’sinin, gerçek PKK ile bir ilişkisi yoktur. Onlar zamanlarını tamamlamışlardır. Ama hala yaratılan değerlerimizi kontrol ediyor, halkımızın mücadele potansiyellerini ve dinamiklerini tüketmeye devam ediyorlar. Tarihi mirasımıza ve halkımızın bağımsızlık ve özgürlük sitemlerine sahip çıkmak, bu sahiplenişi 1970’li yıllardaki devrimci ruhla devrimci bir kanala akıtmak günün devrimci yurtsever görevidir!

Sözlerimizi üç yıl önce 27 Kasım vesilesiyle yayınlanan Bildirimizin son sözleriyle tamamlamak istiyoruz:

“Bugün yine 27 Kasıma, PKK’ye ve o dönem şehitlerine bol bol övgüler yapacaklardır. Ama bunların hiçbir değeri yok. Bu övgülü kampanyaların tek bir anlamı var, geçmişin güzelliklerini ve değerlerini kötü bir miras yedici gibi harcamak, mevcut durumlarını gözlerden kaçırtmak. En hafif yorumla yaptıklarının anlamı bu…

27 Kasımdan, başka ifadeyle “Devrimci Romantizm” döneminden geriye ne kaldı? Tasfiye edilen çok şey var. Ama buna rağmen emekçi damarı, “Devrimci Romantizmi” tümden yok edemediler. Yok, etmeleri de mümkün değildir.

Bugün halkımızın, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin devrimci emekçi bir partiye ihtiyacı var. Ama bu parti, eskinin tekrarı olmayacak, olmamalıdır. Geçmişe ait ne kadar devrimci değer varsa hepsini kendisine katan ve kendisini zengin deneyimlerin ışığında yeniden üreten bir partiye ihtiyacımız var.

İhtiyacımız olan parti, hiçbir zaman kendisini amaç haline getirmemelidir. O, her zaman amaca uygun bir araç olarak kalmalıdır. İhtiyaç duyduğumuz parti, kurucuları ve üyeleri tarafından fetişleştirilmemelidir!

PKK, devrimci bir ihtiyacın ürünü olarak doğdu, Kürdistan tarihinde bir çığır açtı. Ama süreç içinde başkalaşıma uğratıldı. Onun gerçek devrimci mirasçıları olarak tarihine sahip çıkacağımızı ve bu bağlamda tarihi sorumluluklarımızı yerine getireceğimizi bir kez daha hatırlatmak isteriz.

PKK tarihi mirasına sahip çıkmanın, aynı zamanda devrimci ve sorumlu tarzda onun gerçekliği ile yüzleşmek ve hesaplaşmak anlamına geldiğini de biliyoruz. Bugüne dek bunun gereklerini yerine getirmeye çalıştık, bundan sonra da bu yolumuzda devam edeceğimizi vurgulamak isteriz. “

Her Şey Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesini Toparlamak ve Yeniden İnşa Etmek İçin!

25 Kasım 2008

SOSYALİST-ŞOREŞGER

(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter