0 0
Read Time:3 Minute, 2 Second



Bayrampaşa, Ümraniye, Çanakkale, Çankırı, Bartın, Malatya, Ceyhan, Buca, Ulucanlar, Uşak, Kürkçüler, Bursa, Aydın, Niğde, Gebze… 19 Aralık 2000’de eş zamanlı olarak yirmi cezaevinde gerçekleştirilen katliamda, gaz ve yangın bombalarıyla ve kurşunlarla yirmisekiz devrimci katledildi, yüzlercesi yaralandı ve sakat kaldı…

“İçerisi teslim alınamadan dışarısı teslim alınamaz”

Sermaye düzeni işçi ve emekçilere sömürü ve sefaleti dayatırken, bu kölelik koşullarına karşı oluşacak haklı direnişin de korkusu içine hapsolmuştur. Bundan dolayı her hak alma eyleminde bir uyanış şüphesi içinde yaşamaktadır. Her türlü alana baskı ile hakim olmak zorunda kalması bundandır. Bu uyanışın önünü açacak ve direnişi büyütecek olan devrimciler ise düzenin duyduğu korkular içerisinde öteden beri en başta geliyor. Düzenin kölelik koşullarının sürekliliğini tehlikeye sokan her devrimci de bundan dolayı en yoğun baskı ve şiddet uygulamaları ile sindirilmeye çalışılıyor. Tutsak alma ve devrimci kimliği sindirme, sermaye devleti için devrimcilere yöneltilen en sistematik uygulamalardan biridir. Ne var ki, düzenin açık hapishanelerini ve kapitalizmin sadakalarını reddeden devrimciler için bu aygıt da yetersiz kalmaya mahkumdur. Zira zaman göstermiştir ki, ne zindan, ne idam, ne de işkence devrimci kimliği teslim alamamıştır.

19 Aralık sermaye devletinin bu çaresizliğinin ürünüdür. Devrim mücadelesinin yarattığı korku ile hareket eden düzen güçleri, tutsakların kimliklerini cezaevlerinde de teslim alamadıklarını gördüklerinde tecrit koşullarını dayatmışlardır. F tipine geçiş hazırlıklarının hızlandırılması ile devrimciler cephesinden başlayan direniş ölüm oruçlarına dönerken, sermaye devleti açısından gelinen noktada artık devrimcilerin canlarına kastetmekten, onları fiziksel olarak da yok etmekten başka çare kalmamıştır. “Sömürü düzeninin çarklarının, yoz kültürünün olmadığı tek bir yer, tek bir iz, tek bir umut ışığı kalmamalıydı. Her taraf bu düzen gibi karanlık olmalıydı. Bundandı işte bir gece yarısı, 2000 Aralık ayının 19’unda topla, tüfekle, kimyasal silahlarla ölüm kusmaları. 4. günün sonunda ise, teslim alınamayan bir gelecek umudunun 28 ayracı iliştirilecekti tarihin en aydınlık sayfalarına. Zaptedilmiş olsa da içerisi, dışarısı yine sefalete mahkum olacak, değişen sadece daha da artacak olan yoksulluk olacaktı. Ve sonra, bu düzenin devamı için yeni yalanlar bulunmaya devam edilecekti. Hapishanelerse, burçlarında kızıl bir bayrak gibi dalgalanan delik deşik edilmiş bedenlerle bu ülkeyi anlatacaktı. Ancak bu fırtına dindiğinde, bu zulüm tufanı sona erdiğinde doyasıya yaşanılabilecek olan bu ülkeyi… Bu yüzden karanlıktan aydınlığa doğru açılan bir pencereyi daha kapatmaktı amaçları. Fakat yine de yokedilemeyecekti gelecek güzel günlere dair umut ve inanç. Çünkü; ‘öldürülseler de hep ışığı taşıyanlar, her seferinde başkaları almaktaydı yerlerini.’” (Kızıl Bayrak, sayı: 49)

Düzenin bu korkularıyla çaresizlik içinde başlayan “Hayata Dönüş Operasyonu” 19 Aralık sabahı devrimci iradeyle karşılandı. Tutsaklar tecrit dayatmasının karşısında kararlılıklarını sürdürdüler ve yakılarak, vurularak yaralandılar, katledildiler.

Hazırlanan sağlık raporlarında yaşanan vahşet açıkça okunmuştur. Operasyona katılan gardiyanların ve güvenlik güçlerinin kasten ve sistematik biçimde uyguladıkları terör, düzenin katliamcı kimliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Tüm bunların ardından başlayan yargı sürecinde binlerce gardiyan ve jandarma hakkında “görevi kötüye kullanmak ve tutuklu ve hükümlülere kötü muamele yapmak”tan dava açılsa da bu taşeronların birçoğu “aklanmıştır”. Ortaya saçılmış onca belgeye rağmen katiller kollanırken, devrimci tutsaklar“uzun süredir isyana hazırlanmak, cezaevi idaresine karşı toplu ayaklanma”ya kalkışmakla suçlanmışlardır. Oysa, operasyonun bir yıl önceden hazırlanmaya başlandığı itiraf edilmiştir

Operasyon sonrasında yargı süreci de “bağımsız yargı”nın ne büyük bir yalan olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Gardiyan ve jandarmalar hakkında dava açılırken, ne onları operasyon süresince yönlendirenler ne de talimatı verenler bu sürece dahil edilmişlerdir.

19 Aralık katliamı, öncesi ve sonrası ile düzenin çürüyen yüzünün resmidir.

Cezaevlerinde o gün teslim edilmeyen irade dışarıda da direnişe güç katmıştır. Hem tecrit dayatması hem de direnişi kırmaya yönelik katliamlar, esas esareti bu kölelik düzenini “dışarıda” yaşamaya mahkum edilenleri sindirmek içindir. Düzenin korkusu esas olarak işçi ve emekçilerin öfkesinin er geç kendisine yöneleceğini bilmesindendir.

Devrimci irade ile saldırılar göğüslendiği sürece, işçi ve emekçilerin mücadelesinin büyümesinin önüne geçilemeyecektir.

(Ekim Gençliği’nin Aralık 2008 tarihli 113. sayısından…)

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter