Evet, haklısınız, bu başlık bir totoloji. Tabii ki her kriz “kritiktir”. Benim bu totolojiyle anlatmak istediğim şöyle bir şey: Avrupa Birliği süreci tarihinin en büyük mali krizinin ardından şiddetli bir resesyona giriyor. Üstelik de bu dünya çapında, hatta bir depresyona dönüşme riski taşıyan bir resesyon. Bu mali kriz ve giderek derinleşmekte olan resesyon, tüm ekonomik ve siyasi sorunlarını hızla ve keskinleştirerek gündeme getirerek, AB sürecinin geleceği üzerine kocaman bir soru işareti koyuyor?
Pazartesi yazımda değindiğim AB lider ülkeleri arasındaki uyumsuzluklara ve Yunanistan’da patlak veren toplumsal olaylara, bu giriş paragrafındaki saptamalardan hareketle de yaklaşılabilir.
Muazzam bir fren sesi
Dünya ekonomisinden muazzam, adeta inlemeye benzeyen bir fren sesi geliyor. Dünya Bankası dünya ticaret hacminin geçtiğimiz üç yılda ortalama yüzde 7,8 büyüdükten sonra gelecek yıl yüzde 2,1 daralmasını bekliyor. Morgan Stanley ekonomistleri de 2009 global büyüme beklentilerini üçüncü kez değiştirerek yüzde 0,9’a çektiler; dünya ekonomisinin büyüme hızının da 2010’da da en fazla yüzde 3,3 olmasını bekliyorlar. Dünya ekonomisinde resesyonun yüzde 2,5’lik büyüme hızı sınırında başladığı varsayılıyor. Dünya ekonomisi bu sertlikte fren yaparken birilerinin de ön camdan dışarı fırlaması kaçınılmaz.
Nitekim bankalar, devasa heç fonlar, 50 milyar dolarlık Bernard L. Madoff Yatırım olayındaki gibi milyar dolarlık yolsuzlukları da ortaya çıkararak, birbiri ardına batıyor, dev şirketler, örneğin ABD otomotiv şirketleri, serbest piyasa ortamında yaşayamayacaklarının ayırdına varınca devletten kendilerini kurtarmasını bekliyorlar. Ön camdan fırlamaya başlayan bir diğer grup da işçiler. İşsizlik hızla artarken, yıllardır masaj yapılan istatistikler, olayın gerçek boyutlarını gözlerden gizliyorlar. Örneğin Business Week yazarlarından Moira Herbst’in bir araştırması, marjinal işçiler de (o da yalnızca bir kısmı) eklendiğinde ABD işsizlik oranının yüzde12,5’e yükseldiğini ortaya koyuyordu. Diğer bir deyişle, ABD ekonomisi, depresyon ölçütlerinden biri olarak kabul edilen “yüzde 10” işsizlik oranını çoktan aşmış. Nihayet, geçen hafta Financial Times gibi ana akım yayımlar da, krizin temelinde kapasite fazlası sorunu yattığını, bu sorun aşılmadan krizin aşılamayacağını vurgulayan yazılar yayımlamaya başladılar (Michael Pettis, 14/12/08).
‘AB’de liderlik krizi’
İşte böyle bir ortamda, Deutsche Bank ekonomistleri Almanya (ve Avrupa) ekonomisinin daralma hızının gelecek yıl % 4’e ulaşabileceğini düşünüyorlar (Financial Times, 14/12).
Ancak, Giuliano Amato (İtalya Başbakanı, 1994-96), Jan-Luc Dehaene (Belçika Başbakanı,1992-99), Wim Kok (Hollanda Başbakanı, 1994-2002 ve AB Komisyonu eski başkan yardımcısı, Etienne Davignon gibi AB sürecinin saygın isimlerine göre Avrupa’da bir liderlik krizi yaşanıyor. Bu yazarlara göre “kriz başladığından bu yana AB komisyonu, bir ortak politika üretebilmek için liderleri bir araya getirmekte çok yavaş davrandı. Şimdi de liderler ortak bir politika oluşturmaya direniyorlar”… “Tüm Avrupa’da halk ‘Avrupa krize müdahale etmek için ne yaptı?’ diye soruyorlar” (The Guardian 14/12). Tabii bazı ülkelerde örneğin İrlanda’da yalnızca sormakla kalmıyor Lizbon Anlaşması’na “hayır” diyor, Yunanistan’da ayaklanıyorlar…
Dikkatlerin birdenbire liderlik krizi üzerinde yoğunlaşmasında, Almanya hükümetinin, AB’nin geri kalanına aldırmadan kendi yolunda, ulusal çıkarlarının peşinde gitme iddiası var. Financial Times yazarlarından Münchau, “Merkel’in depresyonu” başlıklı yazısında “bunlar krizi, adeta başkasının krizi sanıyorlar, ortak para birimi yokmuş gibi davranıyorlar”… “Bu gidişle seçimlere depresyonun ortasında gidecekler, ayırdında değiller” diyordu. Almanya dünyanın üçüncü, AB’nin, ikinci büyük ekonomisi; Almanya olmadan, İngiltere, Fransa ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, krize karşı ortak bir şey yapmak olanaklı değil. Diğer taraftan AB Merkez Bankası’nın gereğinden fazla temkinli politikaları, bütçe açıklarını ve borçlanmayı sınırlayan, “istikrar paktı”, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi ülkelerin ekonomilerini boğmaya devam ediyor.
Bu koşullarda, liderlik krizi, “istikrar paktının” çökmesiyle birleşirse, Avro tüm çapalarından yoksun kalmayacak mı? İşsizlik ve iflaslar, hızla artar mali yolsuzluklar su yüzüne çıkarken AB yöneticilerinin, çaresizlik sergilemesi, Yunanistan’da patlak veren dalganın, İtalya, İspanya, İngiltere gibi AB ülkelerinde tekrarlanmasına uygun koşulları hazırlamaz mı?
Cumhuriyet / 17.12.08