0 0
Read Time:6 Minute, 52 Second

/ Aynel ÖMER altÇeşitli sosyalist dergilerin başarıyla tespit ettiği gibi Ecevit’in Obamalık yaptığı dönemden bu yana, 80 darbesinden bu yana doğru düzgün bir çıkış yapamamış, yaptığı çıkış da İSKİ gibi skandallar, susuzluk İstanbul’u gibi nedenlerle Tayyip Erdoğan figürünün yaratılmasına yardımcı olmuş CHP, tüm bunların 10-20 yıl üzerinden şimdi de türbanlı-çarşaflı üye alımıyla güya açılım yapıyor.

Ancak öyle bir tartışma koptu ki, CHP yaptığı açılımdan bin pişman oldu ya da olsa yeridir. Hani belki Kemalist kadroların, Cumhuriyet’i kurmaktan pişman olması gibi bir şey bu. Hem laiklik diye kafamızın etini yiyeceksin, darbelere çanak tutacaksın, hem AKP’yi din simsarlığıyla suçlayacaksın, sonra da türbanlı-çarşaflı bir kaç üyeyle hiç utanmadan “Anadolu’da gelenektir, laiklikle alakası yok” diyerek tüm bu oyunu bozacaksın. İnsanın bu fikrin sahibini alnından öpesi geliyor. Memleketin en cumhuriyetçi ve en ‘aydın’kesimini bu hale soktuğu için. Ama demek ki onlar da bunu yapma zorunluluğu hissettiler. 80 yıl önce çarşafı yasaklayan parti, şimdi oy alabilmek için çarşaflı üye alıyor.

Başta kadınlar, CHP üyeleri de gelişmelerden rahatsız. Ne çarşafı diyorlar. Deniz Baykal pişkin. Gitmiş rozetleri törenle takmış, “o kuyruğa giren kadınları siz gelemezsiniz diye ret mi edeyim sayın arkadaşlarım” diyor. Necla Arat gibi, Nur Serter gibi faşizan kadın tehlikesinin asmbolleri pek hoşnut değil: “Okula türbanla gelene de git diyemeyiz o zaman”. Dolayısıyla CHP, güya yerel seçimler öncesi yaptığı bu geniş açılımla oy istiyor. Ama ortada bir problem var. CHP, AKP’nin sistem değişikliğine itiraz ederken, bir yandan da sistemle sorun yaşayanları kendi tarafına katmaya çalışıyor. Ancak sadece AKP’nin yalancı olduğu iddiasıyla, değişimden bahsetmeden. Peki değişim yanlıları neden CHP’ye oy verecek? Mesela Arif Sağ ne planlıyor? Görevini mi yetine getiriyor yoksa? Yoksa her sistem içi Alevi gibi yaşama gücünü, çeşitli yerlerle tuhaf ilişkiler bütünü kurarak mı yaşıyor kendisi…

Sarıgül Başkan CHP Şampiyon

Oysa CHP’nin kaderi bu değil. Biraz daha Amerikancı, biraz daha piyasacı, biraz daha Allahçı, biraz daha popülist ve ucuz, biraz daha pastayı büyüterek yeme iştahına sahip bir ‘yiyici ekip’ tarafından yönetilmesi gerekiyor tıpkı AKP gibi. Tabii tüm bunlar, varolan CHP yönetiminin çok düzgün insanlar olduğunu düşündürmesin. Daha ziyade, Baykal ve ekibinin belirli dengeler üzerine orada olduğunu düşünmek gerekiyor. Aslan sosyal demokratlar da yenilgi ve sıkıntılarını Deniz Baykal’la dalga geçerek atıyorlar. Ancak bekledikleri değil de istemedikleri bir liderleri olacaktı neredeyse.

Evet, bu isim Mustafa Sarıgül. Şişli Belediye Başkanı, bir dahaki seçimlere DSP’den girecek olan, Erzincanlı ve Allah’ın adamı, Şişli’de gerçekleştirdikleriyle kendine güven yapmış, duygu gösterisi ve şov yapmakta sınır tanımayan, günümüzün iktidar ilişkilerini ve psikolojisini gayet başarıyla çözmüş, ikide bir de kullandığı Allah, kitap, Muhammed lafları ağzında iğreti dursada söylemekten gocunmayan, halkla ilişkiler konusunda herkesi suya götürüp susuz getirecek bir nitelik olarak Mustafa Sarıgül, işte sosyal demokratların aradığı ve Tayyip’e karşı çıkabilecek bir lider. Erdal İnönü’nün ölümünden tutalım da Galatasaray’ın stat açılışına kadar, alakalı alakasız her yerde görülme fırsatını kaçırmayan ve hatta oraya giden ilk kişi olan ve mutlaka görüşlerini bildirme fırsatı bulan, Baykal’ın fazla güçlü geliyor diye binbir komplo kuracak kadar alçaldığı, sarışın mavi gözlü Avrupai eşi Aylin Hanımı’da kampanyalarında göstermekten kaçınmayan, boşandıktan sonra çıktığı televizyon programında yüzüğünü çıkarmadığını söyleyerek, genç sevgili tuttuğu iddialarına ağlayarak cevap veren, şov yapan bir adam.

İşte bu adam eminim ki CHP’yi Anadolu’da kanatlandıracak adamdır. Ancak bu kez Nişantaşı’nın, Moda’nın, Bahçelievler’in, Çankaya’nın CHP’li sakinleri oy verecek başka bir parti aramaya başlayabilir. İşte çelişki bu çelişkidir, CHP’nin değil Cumhuriyet’in çelişkisi: Bir yandan halklaşmak bir yandan da halkın olduğu her yerden kaçmak gibi (haksız da sayılamaz belki bazı açılardan) bir tutuma sahip olan Cumhuriyet. Ya elitist psikolojisinden çıkarak halkla kaynaşacak (hayallerdeki Cumhuriyet yok olacak zira projeye göre halk, elitistlere katılacaktı mümkün mertebe) ya da giderek tecrit olacak ve Cumhuriyet’in yıkılışını oradan izleyecek. İki seçeneğinde ne anlama geldiği açık. CHP’nin psikolojik çizgisi de bu duruma paralel gözüküyor veya Doğu Perinçek ya da Mustafa Sarıgül gibi şovla uçta olma arasında hiçbir ayrım gözetmeyen liderlerin eline düşecek gibi duruyor. Ama bu iki arada bir derede durum Cumhuriyet’in psikolojisi, kırmızı çizgileri ve zorunluluklarıdır. Dolayısıyla kendilerini mantık kurtarmaz. Onların düştüğü ruhsal durumu tolere edecek olan şey, halkın ve ülkedeki diğer güçlerin psikolojisinin, kendisininkinden düşük olmasını sağlamaktır. Ancak bunu ne kadar başaracağı şüphelidir. Ancak büyük bir savaşla, Cumhuriyet istediği ortama kavuşur. Ve o savaşta bağımsız kalmayı başarırsa işte o zaman yeniden kurulabilir. Bkz. II. Dünya Savaşı.

“Sevsinler seni”

AKP’nin yaşadıklarını da düşünürsek bu durum daha da net ortaya çıkacaktır. Önce Fehmi Koru, Erdoğan’ı “eski Obama yeni Bush” diye tanıttı ve Kürt sorunu karşısındaki tutumunda gerileme olduğunu söyledi. Başbakan’dan cevap hazır: “Sevsinler seni.” Yani demek istiyor ki Başbakan: Ulan, (evet böyle diyor kesinlikle) şurada kırk kişiyiz Fehmi, hepimiz birbirimizi biliriz sen ne zaman Kürt demokratçısı oldun. Fehmi’nin iddiasına göre Gül ile Erdoğan arasında da bir çizgi farkı var. Tabii bu tartışmayı, AKP’nin uyuşturucu baronu olduğu yönündeki kanıyı bir türlü silemeyen Dir Mengir Mehmet Fırat (tanrı, komutan yani kendisi bu şahsın) yerine, Hrant Dink katliamı döneminde, ne hikmetse hep tuhaf kontrgerilla cinayetleri dönemindeki İçişleri Bakanlıkları ile gündeme gelen Abdülkadir Aksu’nun gelişi oldu. Birde yeni Genelkurmay Başkanı’nın hevesli ve ateşli görev aşkını düşünürsek, Ergenekon davası sünmüş ve yavşamış, ordu için pek bir şey değişmemiş, cezaevlerinde karakollarda işkence yeniden ‘hah ya şöyle işte, karakol dediğin böyle olur’ aşamasına gelmiş, Kürt hareketine karşı tahammülsüzlük, başarısızlık neticesinde katlanmış, AKP ile çeşitli konularda ortak bir yol haritası çizilmiş gibi duruyor.

Söylenmesi gereken, belki de ABD merkezli politik çevrelerin Türkiye’nin alması gereken pozisyonu hakkında şu ya da bu oranlı bir uzlaşmayı, belki de dönemsel olarak tercih etmeleri (belki de Britanya’nın uzun vadeli stratejisi-AB, ABD’nin vurucu güç organizasyonu-NATO ve İsrail’in iktidarı koruma isteği-TSK, arasında oluşan bir dengedir Türkiye bir toplam olarak). Ancak, Türkiye’yi yine de istikrar döneminde olmasını istedikleri bir şekil almaya zorlamadan da edemiyorlar (ve bu da sadece bir belki). Bir yandan devlet faşizanlaşma eğilimlerinde süratleniyor, bir yandan da basın eliyle demokrat ve müreffeh Türkiye gazı veriliyor.

Bal tutan parmağını yalasın

AKP bu dönemde sadece eski söylemlere geçişle dikkat çekiyor. Bir de bolca vaat. “Kürt sorununu çözecem, Alevi sorunu çözdük sayılır, Ermeni sorununu tarihçiler, Kıbrıs sorununu AB çözsün, sizde sevmezseniz terk edin”. Oh ne güzel! Peki, hükümetin bizatihi kendisi ne yapıyor? Bal tutan parmağını mı yalıyor? Peki, bu bal bitmesin diye, Diyarbakır’a, Van’a, Hakkari’ye gidenler niye kapalı kepenklere şaşırıyor, kızıyor. AKP, AİHM bastırıp Öcalan’ı tecritten kurtaramasın diye İmralı’ya 25 kişi daha götürmeyi düşünüyor(muş). Ama muhalefet, AKP’nin Doğu’ya seçim yatırımı yaptığını düşünüyor. Yani Kürt vatandaşların gözünü boyayarak, oy isteyecek deniyor. Bunu diyen faşist MHP-CHP koalisyonu böylece Öcalan’ın siyasette ne kadar hesaba katılması gerekli bir unsur olduğunu da söylemiş oluyor. ‘Yakında çıkarır AKP onu İmralı’dan’ diyedursunlar, kendileride ‘Sayın’ deme pozisyonuna doğru hızla ilerliyor.

Dolayısıyla söylentiler de artıyor. Ordu ve AKP anlaştı, uzlaştı, sistem AKP’yi doğuda kullanacak, İslami meselelerde çaktırmadan bir takım adımlar atıldı ve atılacak, ilerideki gelişmelere göre de (mesela savaş) AB ve ABD pozisyonunu da gelişmelere göre sürekli değerlendirecek demek, resme bakarsak çok mümkün. Mesela, ABD’nin Ermeni Soykırımı’nı kabul etmesi gibi formalite bir olay bile Türkiye’nin rejim sorununu ağırlaştırmaya yetecek. Obama rüzgarı bile Cumhuriyetimiz’i bir astım krizine sokabilecek. İşte yüzyıla doğru giderken Cumhuriyetimiz bu halde.

Son söz sana sevgili günlük

Ey Cumhuriyet. Acıların ne büyük! Sen evlatlarından kendilerini itirazsız bir şekilde sana feda etmelerini isterken, senin bayraktarlığını, silahtarlığını, defterdarlığını yapanlar, seni ayaklar altına almaktan, halkın üzerinde gürz gibi, çivili bir sopa gibi kullanmaktan, seni ve kendilerini en aşağılık şekilde birleştirmekten geri kalmıyor. Feda edenlerde sorgulama isteği, bal tutanlarda yüz kızarıklığı ve takatsizlik, artarak sürüyor. Gözlerimizin önünde, ayaklarımızın dibinde yere yığıldı yığılacak bir ihtiyarı anımsatıyorsun. O ihtiyarlar bazen o kadar yaşlıdırlar ki, en ufak krizlerinde ölüyor diye, artık ölebilir, ölsün diyen yakınları ve çevresindekiler, bir insanın ölümünü istemekten hiç utanç duymadan bir insan nasıl ölür onu görmek için başına toplanıyor.

Ey Cumhuriyet. Acın büyük, bir an dalgınlıkla, gerçek bir acısı olana duyulan saygıdan sana kardeşim derasm ciddiye alma beni, kendine kardeşlik coğrafyasında yer buldun diye şımarık bir çocuk gibi gönenme. Bu kendi acılarımıza, yani aslında senin gibi olmaktan doğan ve ancak bir parça barışık olabildiğimiz bizim acılarımıza gömülmüşlüğümüzden ileri gelmektedir; dehşetli, sapsarı bir yanılgıdır. Yenilmişler arasında da yerin yoktur, bunu bil.

1 Aralık 2008

www.mavidefter.org

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter