/ sendika.og
Çok alametler belirdi, vakit tamamdır.
Haram, helal oldu helal haramdır.
(Nazım Hikmet)
Ekonomik kriz kapitalizmin meşruiyetini dünya çapında sarsıyor. OECD’nin hazırladığı rapor açıkça, neoliberalizmin uygulandığı dönemde tüm dünyada gelir dağılımının bozulduğunu itiraf ediyor. Newsweek, “büyük bir siyasi istikrarsızlığa ve çatışmaya götüren bir felaketin eşiğindeyiz” tespiti yapıyor. Yunanistan’da polisin bir genci öldürmesiyle başlayan isyan niteliğindeki olaylar dünyanın gündemine oturdu. Tüm bunlar ve daha da çoğaltılabilecek örnekler neoliberal dönemin büyük krizinin (ki kapitalizm tarihinin en büyük krizi olarak da niteleniyor), kapitalizmin meşruiyetini ciddi biçimde sarsmakta olduğunu gösteriyor.
Dokuz günlük Bayram tatili hükümetin adeta imdadına yetişti. Bayram, ekonomik krizin Türkiye piyasalarındaki etkisine ara veren bir soluk aldırırken aynı zamanda ısınmaya başlayan siyasal atmosferi de soğutma olanağı yarattı.
Başbakan T. Erdoğan’ın krizi küçük gösterme çabalarının aksine OECD, krizden ciddi oranda etkilenen/etkilenecek ülkeler arasında Türkiye’yi de saymaktadır. Yüksek büyüme oranlarının yakalandığı altı yıllık dönemde bile işsizliğin arttığı Türkiye’de, büyümenin duracağı önümüzdeki yıllarda, işsizliğin daha da artacağı öngörüleri yapılıyor. 29 Kasım Mitingi’nde polisle yaşanan küçük çaplı arbedeyi büyük olayların habercisi olarak yorumlayan ‘aklı selim’ köşe yazarları, kapitalizmin bu meşruiyet krizinin Türkiye’de de varabileceği olası duruma işaret ediyorlar. Yunanistan’da büyük tepkilerle karşılanan, Türkiye’de ise henüz sınırlı tepkiler gösterilen polis şiddetinin aynı dönemde sorgulanıyor olması tesadüf değil.
Krizin yükü yeni sömürge halklarına yüklendikçe ve emekçiler bu yükün altında ezildikçe iki şey aynı anda gündeme geliyor: Demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına eşlik eden polisiye tedbirler artarken, halk tepkileri radikalleşiyor. Halkevcilerin doğalgaz zamlarını protesto eylemlerine halkın gösterdiği asmpati ve onay, önümüzdeki dönemde devrimcilerin meşrulaşma olanaklarının artmakta olduğuna işaret ederken, hak gasplarını kollayan polis şiddetinin meşruiyetinin de sorgulanmaya başlandığına işaret ediyor. Yani işsizlik, yoksullaşma ve hak gasplarının yarattığı öfke radikal tepkileri açığa çıkarıyor ve radikal tepkiler halk tarafından daha fazla benimseniyor.
Böyle bir süreçte yerel seçimler, sadece yerel seçim olmaktan öte bir misyon taşıyor. Yerel seçimler kısa vadede AKP ile AKP karşıtı farklı kesimler arasında bir referanduma dönüşürken seçim sonuçlarına bağlı olarak genel seçimlerin tarihi ve asli aktörleri de belirlenmiş olacak. Bu nedenle kapışma çok sayıda taraf arasında ve çok yönlü olarak yaşanacak. Bu nedenle seçmen kütükleri etrafında daha bugünden başlayan tartışmaların, seçimden sonra, çöplerden çıkan oylardan kolluk kuvvetlerinin sonucunu belirlediği sandıklara bir dizi şaibeye uzanması şaşırtıcı olmayacak. Seçim sonuçlarının meşru olup olmadığı tartışmalarının her dönemde yaşananları kat kat aşan oranda ortalığı kaplayacağını şimdiden söylemek de kehanet değil.
AKP, Kürt illerinde DTP karşısında aldığı ağır yenilgiyi kabullenip burada durmayacak. Bu yenilgiyi kabullenmesi bu dönem AKP tarafından belirlenen ve uygulanan egemen Kürt siyasetinin yenilgisi anlamı taşıyacaktır ki bu da kendileri açısından kabul edilemez. AKP’nin diğer parti ve güçlerin (ordu, TÜSİAD, Doğan Holding gibi) desteğini de alarak yeni ve daha iyi tasarlanmış ataklar yapacağı kesin. Kürtçe devlet televizyonu kanalının yayına başlaması, hatta Kürt türkücü Şivan’ın açılış programına çağrılması önerisi gibi uç öneriler başkaca radikal cinliklerin işaretidir. Bunun peşini kriz koşullarına rağmen bölgeye dönük ekonomik (siz buna parasal deyin), bir paketin açılması izleyebilir. Ayrıca DTP desteğini azaltmayı hedefleyen kontrgerilla yöntemlerine varan ince tasarlanmış taktikler de beklenmelidir. AKP’nin Barzani’nin desteğini almaya dönük adımları ise DTP girişimleri karşısında şimdilik başarısızlığa uğramışa benziyor. Bu noktada Cumhurbaşkanı Gül’ün inisiyatif alma çabası da şimdilik ertelenmek zorunda kalındı. Önümüzdeki kısa vade içinde AKP’nin her adımına DTP karşı bir adımla cevap verecek. Bu sürecin karşılıklı hızlanarak devam etmesi beklenmeli.
AKP yerel seçimlere dönük başka bir atağı da “Alevi açılımı” adı altında gerçekleştirmeye çalışıyor. Alevilerin bu konuda tek parça olmaması, ilerici Alevi kurumların daha etkin olması ve AKP’nin ideolojik yapısının yarattığı engeller bu atağın başarısının önemli zorlukları olarak ortada duruyor.
İç siyaset açısından bayram haftasına damgasını vuran bir başka olaysa CHP’nin çarşaf açılımına MHP’nin sert tepkisi oldu. MHP, CHP’nin girdiği kulvarın AKP’nin oy tabanından çok kendi oy tabanını ve merkez sağ oyları hedeflediği kaygısına kapılmış olacak ki, Bahçeli sert açıklamalarda bulundu.
CHP tabanındaki kaygı ve tepkiler ise yerel parti yöneticileri tarafından yerel yönetimlerde elde edilecek koltukların hatırına örtülmeye çalışılmaktadır. Ayrıca Baykal’ın “çarşaf açılımından” önce, diğer sosyal demokrat parti ve kesimleri kapsayan adımlar atarak taban nezdinde sağladığı artı puan, tabandaki tepkilerin oy kaybına yol açmasını engelleyeceğe benziyor. Ancak seçim sonuçlarının yaratılan beklentiyi karşılayamaması durumunda yaşanacak saflaşmanın ya da ayrışmanın da dinamiği belirlenmiş oluyor.
2009 yılı siyasal gündemi asıl olarak kriz, yerel seçimler ve Kürt sorunu etrafında oluşacak.
Sol, kriz ve yerel yönetimler karşısında henüz tek bir güç merkezi oluşturamadığı gibi ortak talep ve sloganlar (yani ortak bir program) da oluşturabilmiş değil. Solun bu durumuna yol açan en önemli nedenlerin başında bir yerel yönetim analizine ve anlayışına sahip olmaması geliyor. Devletteki neoliberal yeniden yapılanmanın ve bunun yerel yönetimlerde de yarattığı köklü dönüşümün yeterince algılanamamasından kaynaklanan eksik yaklaşımlar, Sol’un zaafının temelini oluşturmaktadır. Sosyal devlet dönemine ait yerel yönetimlerde sol bir yaklaşımla halkçı bir program uygulamak olanaklı iken neoliberal dönemde bunu söylemek olanaklı değildir. Bir önceki dönemde emeğin kentleşmesinin etkisiyle şekillenen yerel yönetimleri kent yönetimi olarak değerlendirirsek neoliberal dönemde bu yönetim bir kent işletmeciliğine dönüşmüştür. Dolayısıyla bu neoliberal dönüşümü halkın haklarının savunusu temelinde reddetmeyi merkezine almayan bir yerel yönetimin, solun yönetiminde dahi olsa halkçı bir program uygulaması olanaklı değildir. Dolayısıyla yerel yönetim programının birinci gündemi demokrasi, katılım kavramları değil, hak kavramlarıdır ya da demokrasi kavramı ancak hak kavramı çerçevesinde bir anlam kazanabilir.
Gerek kriz karşısında gerekse yerel yönetim seçimleri etrafında oluşturulmaya başlanan birliklerin ve platformların işlevli hale getirilmesi ve gündemlerinin doğru bir yaklaşımla belirlenmesi ve sürekliliğinin sağlanması önemli bir görev olarak önümüzde durmaktadır. 29 Kasım Mitingi ile elde edilen dinamizm, krizin ortaya çıkardığı olanaklarla birleştirilmeli ve yerel seçimler sürecinde somut kazanımlara taşınabilmelidir. Bu dönemde DİSK’in pazar yerlerinde yaptığı “tencerem boş” eylemleri, KESK’in çağrısıyla 26-27 Aralık’ta gerçekleştirilecek olan ortak bütçe eylemleri ve bölge mitingleri gibi eylemler, tüm halk kesimlerini kapsayan, somut talepleri olan programatik bir bütünlüğe kavuşturulmalıdır. Aynı zamanda hak mücadelelerinin bir parçası olarak başta iş güvencesi, örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, kazanılmış tüm hakları ortadan kaldırmayı hedefleyen güvencesizleştirmeye karşı direniş çizgisinin hayata geçirilmesi ve tüm alanlarda güvencesizlerin örgütlenmesi, devrimcilerin görevlerinin başında gelmektedir.
Halkevleri, “Aklamıyoruz Haklıyoruz” kampanyası, 2 Kasım Mitingi ve 29 Kasım Mitingi’ne verdiği katkılarıyla ortak programın oluşturulmasında önemli bir avantaj sağlamıştır. Hak mücadeleleri programının bu birlik ve platformların ortak bahar programı haline getirilmesi, Sol’u halkla bütünleştirecek, gündelik siyasette bir güç haline getirebilecek olan yegane yoldur. Yoksa Sol’un kısmi, gündelik hak kazanımlarını ve bu kazanımlar için mücadeleyi soyut bir iktidar mücadelesine feda etmesi alışkanlığının yarattığı iktidar perspektifinin zayıflaması ve halktan uzaklaştırılması sorunu çözülemez. Hak mücadeleleri iktidar mücadelesidir. Bu açıdan krize karşı Halkın Şartları ve bu şartların emekçilerin tüm yaşam alanlarında somut mücadele talepleri olarak örgütlenmesi, belli ölçülerde suyun, elektriğin, doğalgazın, ulaşımın parasız olması taleplerinin hızla halkla buluşturulması ilk adımı oluşturmaktadır. Bunun için mahalle meydanlarına, pazaryerlerine dağılmış ajitatörlerin işe başlaması ve kent merkezlerinde hak meydanlarının kurulmaya başlanması gerekiyor.
Gündem belli, izlenecek çizgi bellidir. Şimdi eksik olanı tamamlama, devrimci seçeneği halkla bütünleştirme, güçlendirme zamanıdır.