0 0
Read Time:72 Minute, 37 Second

Yunanistan’a gelir, dostlar devreye sokulur, barınma olanakları sonuna kadar zorlanır. Ama Yunanistan hükümeti tavrını çok kesin bir biçimde dile getirir. Yaklaşık olarak şöyle: “Seni barındıramayız, sana siyasal sığınma hakkı tanıyamayız, senin için TC ile bir savaşı veya ciddi bir krizi göze alamayız, bu nedenlerle en kısa sürede ülkemizi terk et!” Öcalan’ın gideceği bir yer yoktur, çember çok daralmıştır. CIA, MOSSAD, MİT boş durmamakta, adım adım takip etmektedirler. Öcalan da bu durumu yakında yaşamaktadır ve bunu, 6. Kongre delegeleriyle yaptığı telefon konuşmalarında “amansız takip” olarak tanımlamaktadır. Yunanistan’da Öcalan, Yunan istihbarat örgütü ve Dışişleri bakanlığının denetiminde hareket etmektedir. Belli ki ta başından beri bir NATO, bir Gladio yapımı olan 9 Ekim uluslararası karşı-devrim hareketi içinde Yunanistan da vardır, özellikle Rusya dönüşünden sonra bu rolü çok etkin bir nitelik kazanır, artık bütün komplocu güçler CIA’nin yönetiminde tam bir işbirliği ve koordinasyon içinde çalışmaktadır.

Bu ara Öcalan Hollanda’ya götürülme vaadiyle Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’e uçakla götürülür, ama orada kendisine söylenenler yapılmaz, işin içinde ciddi bir oyun olduğu anlaşılır ve gerisin geri Yunanistan’a dönülür. Korfu adasına götürülür, oradan da son durak Kenya’ya uçakla götürülür. Öcalan’ın içinde bulunduğu Yunan istihbarat örgütünün kiraladığı uçak Kenya’ya doğru yola koyulduğunda takvim yaprakları 2 Şubat 1999’u gösteriyordu. 15 Şubata iki haftadan daha az bir zaman kalmıştı. Görünürde sorunsuz bir biçimde havaalanına inildi. Burada bekleyen Yunan büyükelçilik yetkilileri planlandığı gibi Öcalan’ı alarak Büyükelçilik konutuna götürdüler. Konuta yerleşen Öcalan son derece tedirgindir, güvenli ve güvenceli bir ülke arayışındadır. Büyükelçi ve diğer yetkililer merkezin direktifleri doğrultusunda hareket etmektedirler. İlerleyen günlerde Yunanistan hükümetinin yaptığı bütün vaatlerin boş olduğu anlaşılır, dahası Öcalan’ı Büyükelçilik binasından dışarı atmak için yoğun bir çaba gösterir, baskı uygularlar. Bütün bu çabaların hedefi bellidir: Büyükelçilik konutundan çıkartıldıktan sonra Öcalan’ı CIA ajanlarına tam anlamıyla yem haline getirmek!

Aslında Kenya’nın seçilmesi rastlantı değildir, planlanan uluslararası komplonun bir gereğidir. Bu plana göre Öcalan’a Avrupa’da barınma ve sığınma hakkı tanınmayacak, CIA, MOSSAD, MİT ve diğer istihbarat örgütlerinin ajanlarına kolayca yem olabilecek bir Afrika ülkesine sürülecek ve en son oradan en uygun bir biçimde alınacak, MİT ve Türk özel savaş elemanlarına teslim edilecektir. Kenya buna en elverişli bir ülkedir. Bir süre önce ABD dış temsilcilik binalarının bombalanması durumunu soruşturmak için Kenya’ya çok sayıda CIA ve FBI ajanları gönderilmiştir. Emperyalizmin kuklası bir hükümetin bulunduğu bu ülkede istenilen sonucu elde etmek neredeyse çocuk oyuncağı gibidir.

Yapılan uluslararası karşı-devrim planının en önemli unsurlarından biri de Öcalan’ı diri diri yakalamak ve emperyalist sistem adına sömürgeci yargının önüne çıkarmaktır. Yukarda vurguladığımız gibi özel savaş kurmaylığı, emperyalist hükümetler Öcalan’ın kişiliğini ve bu kişilik ekseninde oluşturulan örgütsel sistemi en ince ayrıntısına kadar tahlil etmişler, PKK’yi çökertmenin, devrimi tasfiye etmenin en kestirme ve kolay yolunun nereden geçtiğini saptamışlardır. “Öcalan’ı teslim alırsak, onun teslimiyeti üzerinden PKK ve Kürt halkını teslim alır, yıllardır bize kan kusturan devrimi bütün dinamikleri ve değerleriyle tasfiye ederiz!” Hareket noktaları bu temel yaklaşım olmuştur. Bu nedenle Öcalan’ı sağ yakalamayı esas almışlardır. Özellikle planın yapımcısı ve baş yürütücüsü ABD bu noktada ısrarlıdır. Gazeteci Tuncay Özkan istihbarat ve polis kaynaklarına dayanarak yazdığı Operasyon adlı kitapta, ABD’nin bu konudaki ısrarını çok net ortaya koyar. Anılan bu kitapta yazılanlara göre, ABD’nin Öcalan’a karşı ortak operasyon yapmanın en önemli koşulu olarak Öcalan’ı diri diri yakalamayı ve yargı önüne çıkarmayı öne sürer. Bu koşulun bir protokolle resmileştirildiği ve bağlayıcı bir metne bağlandığı da aynı kitapta yazılıdır. Sözü edilen protokol ile ilgili tarih bilgisi yanlış olmakla birlikte ABD’nin Öcalan’ı sağ ele geçirme konusunda ısrarlı olduğu, yargılandıktan sonra idam edilmemesi yönünde TC’den söz ve güvence aldığı, bunu da belli bir protokole bağladığı gelişmelerin seyrinden ve bunların doğru okunmasından çıkarmak mümkündür. ABD ve diğer karşı-devrimci güçler neden Öcalan’ı sağ olarak ele geçirme ve yargılama konusunda ısrarlıdırlar? Bu sorunun yanıtı çok önemlidir. Bir birine bağlı iki temel nedeni var.

Birincisi şöyle: Öcalan’ı ve kişiliğini, parti içinde kurduğu sistemi çok iyi tahlil etmişlerdi. Onu teslim almanın devrimi tasfiyede nerelere kadar götürebileceğini çok iyi görüyorlar. Onu yargılayarak onun şahsında bütün bir 20. yüzyıl devrimlerinin rövanşını alabileceklerini, Kürdistan devrimini tasfiye ederek devrim ve sosyalizm düşüncesini mahkum edip gözden düşürebileceklerini, böylece 21. yüzyıla alternatifsiz gireceklerini hesaplıyorlardı. Olayın siyasal ve moral prestiji de eklendiğinde işin önemi daha iyi anlaşılır.

İkincisi de şöyle: Öcalan’ı Kenya’da veya daha önce Minsk’te ya da Yunanistan’da öldürmenin bütün bir uluslararası karşı-devrim hareketinin boşa çıkması, tam bir fiyaskoyla sonuçlanması, devrim ve sosyalizm davasının yeni bir mite kavuşarak 21. yüzyıla giriş yapması anlamına gelirdi. Başka bir deyişle, komplocular kendi elleriyle yeni bir CHE efsanesi yaratacaklardı. Bunun da uluslararası devrim ve sosyalizm hareketi için ne anlama geleceğini en iyisi komployu planlar biliyordu. Roma sürecinde Kürdistan devriminin nasıl uluslararası boyutlar kazandığını herkes gördü, uluslararası karşı-devrimci güçler de bunu en ince ayrıntısına kadar değerlendirdiler. O nedenle Öcalan’ı öldürmeyi değil, sağ yakalamayı ve teslim alarak tarihlerinin en büyük başarılarından birine imza atmayı planlıyorlardı. Öcalan’ın öldürülmesi, belki kısa vadede Kürdistan ulusal kurtuluş savaşına büyük bir darbe olacaktı, ama bu olayın kendisi devrimi ateşleyen bir dinamik olacaktı, parti kendisini kısa sürede toparlar, yeni döneme uyarlar ve yeni bir dinamizm ve heyecanla savaşı büyüterek zafer kapılarını zorlayacaktı. Bu anlamda Öcalan’ın Roma’da iken söylediği “ölüm dirimden daha çok iş görecek” sözü, o zaman bir gerçekliği anlatıyordu. Bunu emperyalist ve sömürgeci özel savaş güçleri de biliyordu. O nedenle yeni bir CHE miti yaratmak yerine, teslim alınmış, diz çöktürülmüş, iradesi kırılmış, sömürgeci devlete hizmet eder hale getirilmiş bir Öcalan onların hayallerini süsleyen bir hedef olmuştur. Dolayısıyla İmralı sürecinde Öcalan, “beni katletmek istiyorlardı, böylece yüz yıllık bir Türk-Kürt savaşı yaratmayı planlamışlardı, bu da Yunanistan’ın temel istemiydi. Ben yaptığım siyasi çıkışla bu oyunu bozdum” demekle gerçekliği tahrif etmekte, kendi teslimiyetçi tutumunu teorileştirerek meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Gerçekler orta yerdedir. Komplocular isteseydiler Öcalan’ı Kenya’da öldürebilirlerdi, Türk özel savaş elemanlarına teslim edecek yerde katledebilirlerdi. Bunu önleyecek hiçbir güç, ahlaki ve hukuki kural ve ölçü yoktu. Aynı şeyi TC de yapabilirlerdi. Ama böyle bir hareket hiç birinin çıkarına değildi, komplonun temel hedefleriyle çelişirdi. Planın bu önemli boyutunu görmek ve değerlendirmek gerekir, tasfiyeciliği meşrulaştırma çabalarını deşifre etmek açısından bu gereklidir.

Sona yaklaşılmıştır. Yunanistan ABD’nin istemleri doğrultusunda baskılarını yoğunlaştırır. Öcalan’ın imdat, sığınma ve güvenlik çığlıkları Büyükelçilik konutunun kalın duvarlarını aşmamaktadır, karşı-devrim kapanı iyice kapanmaktadır. Son adımlar atılmaya, oyunun finali oynanmaya ramak kalmıştır artık. Ancak devam etmeden önce bütün bu önemli gelişmeler olurken Öcalan ve PKK merkezinin, oturumları süren 6. Kongrenin izlediği tutuma ya da politikasızlığa kısa da olsa bakmakta yarar var.

Gelişmeler hızla finale yaklaştırırken Öcalan ve PKK merkezi Öcalan’ın içinde bulunduğu durumu kamuoyuna kapalı tutmakta, böylece komplocuların işini kolaylaştırmaktadır. Oysa Roma’dan ayrıldıktan sonra Rusya’da, Yunanistan’da ve Kenya’da durumun ne kadar tehlikeli boyutlar kazandığı ortaya çıkmıştı, bunu anlamak için çok usta bir siyasetçi olmaya gerek yoktu. Ama Öcalan’ın yaptığı karşı-devrim hareketi içinde olan emperyalist hükümetlerden sığınma ve can güvenliği talebinde bulunmak olmuştur. PKK merkezi ve 6. Kongre ise Öcalan’ı izlemekte, konuyu ciddi bir biçimde gündemine dahi almamakta, Öcalan’ı ve gelişmeleri izlemekten, daha doğrusu sürüklenmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bu yanlış duruş ve eylemsizlik karşı-devrimci güçlere ummadıkları kadar rahat bir ortam ve zemin sunmuştur. Dolayısıyla karşı-devrim hareketinin başarısında Öcalan ve PKK merkezi de sorumludur, bunun hesabını halklarımıza ve tarihe vermek durumundadırlar.

Yunanistan istihbaratı ve dışişleri bakanlığı 15 Şubat korsanlık hareketinde çok etkin ve önemli bir rol oynarlar. Bir an önce Öcalan’ı Kenya’daki Büyükelçilik konutundan dışarı atmak için sayısız yöntem denerler, ama her defasında Öcalan ve yanındakilerin direnişi ile karşılarlar. Ancak giderek Öcalan’ın direnişi tükenmek üzeredir, gelinen noktada, Ankara’nın ucu gözükmektedir, kendisi de yanındakilere bu işin Ankara’da noktalanabileceğini söylemektedir. 15 Şubat 1999 gününü, uluslararası karşı-devrimci güçler aylardır yürüttükleri “operasyon”un final günü olarak belirlemişlerdir. Plan basittir, Kenya istihbaratı ve polisi konutun dışına çıkarılan Öcalan’ı ayrı bir arabaya alacak, CIA ve MOSSAD ajanlarının gözetiminde havaalanına götürülecek ve havaalanında bu operasyon için kiralanan uçakta bekleyen MİT ve özel savaş elemanlarına teslim edilecek ve böylece operasyon başarıyla tamamlanacak. Ancak burada temel sorun Öcalan’ı Büyükelçilik konutundan çıkarmakta düğümleniyor. Kenya polisi ve istihbarat elemanları büyükelçilik konutunu 15 Şubat günü kuşatır, büyükelçi Öcalan’a Hollanda’ya gideceğini, her türlü güvenlik tedbirinin alındığını, konuttan çıkmaması durumunda polis zoruyla çıkarılabileceğini kesin bir şekilde iletir. Hollanda’ya götürülme işinin bir oyun olduğunu anlamakta güçlük çekmeyen Öcalan, artık kesinlikle sona geldiğini anlar. Yanındakiler konuttan çıkmamasını, bunun ölüm veya kaçırılmayla eşanlamlı olduğunu söylerler. Ama Öcalan onları dinlemez. Konuttan çıkmaya karar verir. Çıkmasaydı, direnseydi ne olurdu? Bu soruya bugün kesin bir yanıt vermek çok zor. Ancak Suriye’den çıkışla başlayan tarihsel hatalar zincirine bu son noktada da yeni bir halka eklenir. Öcalan’ın Roma’da söylediği “Burada kahramanın mutlak trajik ölüm denemesi yapması gerekir. Benim buna da ne şansım var, ne de yapım elverişli” sözleri aklımıza geliyor. Gerçekten de yapısı elverişli değil.

Konuttan dışarı adımını atar atmaz Kenya polisi tarafından diğerlerinden koparılır ve yalnız başına bir arabaya bindirilir, hızla havaalanına doğru yola çıkarılır. Gerisi artık çok kolay, CIA ajanları Öcalan’ı uçakta bekleyen Türk özel savaş elemanlarına uçağın içinde teslim ederler. Uluslararası karşı-devrimci hareketin en büyük ve en zor olan aşaması bitmiştir. Bundan sonrası sorgu ve mahkeme aşamalarıdır. En az birinci aşama kadar önemlidir.

(…)

I. Sorgu

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8
News Reporter