0 0
Read Time:4 Minute, 42 Second

sadik_varerŞubat 2009. İran’da Şah Rıza’nın ‘beyaz’ diktatörlüğü yıkıldıktan sonra ‘yeşil’ bir diktatörlük kuran İslamcıların iktidarı otuzuncu yılında…

Bir süredir, internet ortamında bir mektup dolaşıyor; otuz yıl önce, İslamcıların teröründen kaçarak Türkiye’ye gelen, daha sonra Kanada’ya iltica eden ve Kanada’da felsefe öğretmenliği yapan İran’lı bir aydının mektubu.

“Devrim sırasında, devrim muhafızları tarafından önce tecavüz edilip, daha sonra ipe gönderilen çok sevgili kız kardeşim Mehtab’ın anısına” cümlesiyle başlayan mektubun bazı bölümleri şöyle:

“(İslamcılar) Türkiye’de hep demokrasi ve özgürlük diyorlar. İran’da da hep demokrasi ve özgürlük dendi. Humeyni, devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde sol görüşlü insanları da saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu.( … ) Bizim ailemiz İran’da laik, sol görüşlü ve aydın bir aile idi. Devrimden bir ay önce, devrimden sonra durum böyle olacak deselerdi, güler geçerdik, ‘deli misiniz?’ diye sorardık belki de. (… ) Büyük kesimi fakirleşen halk dincilerin pençesine düştü. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla onların safına çekildi…Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü. Çok fakirleşen Türk halkına da aynı şeyler yapılıyor. (… ) Sakın, Türk ordusu olduğu sürece şeriat gelmez demeyin, o gün geldiğinde tüm orduların eli kolu bağlanabilir. (… ) Ordunun ancak binde birlik bir bölümü rejim muhafızıdır. Yani harp okullarında eğitim görmüş subaylar ancak bu kadardır. Geri kalan erler, emirlere göre hareket eden vücudun parçaları gibidir. Beyin olan ise az sayıdaki subaylardır. İran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazlar, ellerindeki Kur’an ile erleri geçerek direnen subay ve komutanları öldürdüler. Burada kilit nokta, ellerindeki Kur’an ile harekete geçen İslamcılara karşı erlerin silah kullanmakta zorlanacakları gerçeğidir…”

İran’da İslamcıların iktidara çıkarken izledikleri politikaya ve iktidar sonrası şeriat uygulamalarına tanıklık eden İran’lı bir solcunun ‘tarih dersi’ niteliğindeki bu mektubunu ciddiye almak lazım.

Bir ideolojinin maddi bir güç haline gelmesi, kitleselleşmesi ve iktidar olması, o ideolojinin toplumsal çekiciliğine bağlıdır. Bir başka ifadeyle; şayet ideolojinizin çekiciliği yoksa, toplumsal bir devrimle siyasal iktidarı ele geçiremezsiniz.

1979 Şubat devrimi, yalnızca İslamcıların değil, İran’daki bütün sol ve demokratik güçlerin aktif olarak yer aldıkları bir devrimdi, fakat siyasal iktidar, zaten hazır, yaygın ve etkin bir ideolojinin, İslam ideolojisinin avantajını kullanan Mollalar’ın eline geçti..

İslam ideolojisinin ‘azizliğine’ uğrayan İran solu ve demokratları, daha ne olduğunu bile anlayamadan ‘İslamın kılıcı’ ile karşılaştılar.

İran solunun tarihsel hatası, devrim öncesinde, İslam ideolojisiyle siyaset yapan Mollalar’la ‘iyi geçinmek’ ve İslamcı hareketle ittifak yapmaktı.

Ve ne yazık ki, İran İslam devriminden otuz yıl sonra, bugün, şeriat tehlikesinin farkında olmayan Türkiye solunun bir kesiminde ve liberal demokrat cenahta benzer bir yaklaşıma tanıklık ediyoruz.

Türkiye’de, şeriat tehlikesinin kalktığını düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Evet, AKP’den şeriat çıkmayabilir; emperyalist efendilerin ‘gözetiminde’ ılımlı İslam siyasetini iktidara, kamusal alanlara, topluma taşıyan AKP, şeriat tehlikesini zayıflatmış gibi gözüküyor, ama diğer yandan, devlet ve hükümet ‘mertebesinden’ başlayarak türbanlıların çoğaltılması, alkollü içki yasağı, kültür merkezlerinde özellikle de resim ve heykele uygulanan sansür benzeri ‘kabul ettirilebilir’ ölçeklerdeki ‘küçük şeriat pratikleri’ni gündelik hayatın bir parçası haline getiren AKP sayesinde toplum, İslam ideolojisine fazlasıyla yakınlaştırılmıştır ve bu durum, kendilerini ‘uygun koşullara’ hazırlayan radikal İslamcılar için müthiş bir olanak sayıldığından, şeriat tehlikesi kalkmıştır denilemez.

İslam ideolojisi ile şeriat kavramını ayrıştıramayız. İslam, total bir ideolojidir. Yalnızca ‘tanrı ile kul’ arasındaki ilişkiyi, cennetle cehennem arasındaki trafiği düzenlemekle yetinemez; siyasal ilişkilerden ekonomik ilişkilere, kadın – erkek ilişkisinden insanların giyim tarzına, velhasıl insan ve toplum yaşamının genel ve özel bütün alanlarına müdahale eder. Şeriat, hayatın, asla değiştirilemez ve yorumlanamaz Kur’an ayetlerine göre düzenlenmesidir. İslam ideolojisine yaslanarak siyaset yapan şeriatçıların devlet iktidarını ele geçirdikten sonra yeni bir anayasa ve ceza yasası ile uğraşmalarına gerek yoktur; şeriatçılar için yasa, kutsal ayetlerdir. Devlet ve toplum, bu ayetlere göre yeniden örgütlenecektir.

İslam ideolojisine saygıda kusur etmeyen demokratlar, şayet bu ‘saygıda’ içtenlikli iseler, kutsal ayetlerin emrettiği devlet ve toplum düzenine de saygılı olmak zorundalar!. Ve bu zorunluluk, pek çok şeyin yanında, demokrasinin de ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. G. Şaylan’ın “İslamcı Akımlar Ne İstiyor” başlıklı çalışmasında, çok partili rejim mevzuuna ‘açıklık’ getiren bir İslamcı ‘teorisyen’in düşüncesine yer verilmiş:

“İnsan olarak Allah’ın koyduğu kurallara ters davranabiliriz, ama o zaman hem bu dünyada hem de öteki dünyada huzura, rahata kavuşamayız. Bu bakımdan İslami bir düzende bir sürü siyasi partinin ne anlamı ne de gereği vardır. Bir kere düzen adaletli olduğu için kavga yapmanın temeli kalmamıştır. İkincisi ve daha önemlisi, mevcut düzen ve siyasi kurumlar Allah’ın istekleri doğrultusunda biçim almışken buna muhalefet eden, değişmesini talep eden siyasi partilere nasıl müsaade edilebilir?. İslam düzeninde çok partiye gerek yoktur..”

İslam ideolojisine saygı duyan ve yer yer İslamcılarla ittifak yapan demokratlarla bazı solcuların insan hakları, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi ‘Batı icadı’ şeylerden vazgeçmeleri gerekebilir!. G: Şaylan’ın aynı çalışmasında bu meseleye de ‘açıklık’ getiren İslamcı ‘teorisyen’ şöyle diyor: ” Elbette bir İslam devletinde fikir yayma ve örgütlenme özgürlüğü tanınamaz. Biz İslamız diye ortaya çıkıp İslama uymayan, ters düşünceleri yayanlara da müsamaha edilemez”

İslamcılar sosyalist ideolojiye hiçbir zaman saygı duymadılar, ama takiye örtüsü kaldırıldığında ayan beyan ortaya çıkan büyük bir düşmanlık duydular ve bu anlaşılır bir şeydir. İslam ideolojisine göre, egemenlik Allah’ındır. Sosyalist ideolojiye göre ise, egemenlik hakkı emeğindir. ‘Egemenlik ulusundur’ palavrasıyla örgütlenen burjuva demokrasisine, “egemenliği Allah’tan alıp ulusa verdiği” için tahammül edemeyen İslamcılar, egemenliği emek insanlarına vermeyi amaçlayan sosyalistlere hiç tahammül edemezler.

Sosyalist – devrimci güçlerin uğruna mücadele ettikleri bütün değerlere düşman olan ve bu değerlerin savunucuları ile birlikte yok edilmesinde hiçbir sakınca görmeyen İslamcılar, bu hususta ne kadar kararlı olduklarını, yakın geçmişte binlerce Kürt devrimcisini, sosyalist ve aydını katlederek gösterdiler.

Hiç kuşkusuz, inananların tanrıyla kurdukları ibadet ilişkisine saygı duyulur, fakat dünyanın bugününde insan vicdanında kalması gereken dini inancı siyasal amaçlarla değerlendirenlere, orta çağın devlet ve toplum düzenini çağımıza taşımak isteyen İslamcıların düşüncesine saygı duymak solun işi değildir!..

İran deneyi açıktır; İslamcıları motive eden şeriat düşüncesiyle örgütlenecek olan bir devlet , klasik faşist devletlerden daha az tehlikeli olmayacaktır.

Sadık Varer

www.enternasyonalle.com

sadik2aresim: sadık varer

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter