0 0
Read Time:6 Minute, 12 Second

Emekçi kadınlar başta olmak üzere dünya kadınları, 8 Mart Emekçi Kadınlar Gününü kutluyor, kendi sorunlarını tartışıyor, çözüm yolarını öneriyorlar. Kuşkusuz bütün kadınların bu konuya bakışları ve çözüm önerileri aynı değil, farklı eğilim ve anlayışlara göre biçimleniyor!

Kadın sorununa bakış açısı sınıfsal konumlara, ideolojik ve politik duruşlara göre belirleniyor ve bu temelde saflaşma sağlanıyor. Bu durumun bundan böyle de devam edeceği kesindir!

Kadın sorunu, köklü tarihsel ve toplumsal bir sorundur. Tarihi, sınıflı toplumlar, aile ve devlet kadar eskidir; esas olarak bu kurumlarla birlikte gündeme gelmiştir!

Bugüne dek düzen sınırları içinde ve düzeni aşan sayısız mücadeleler verilmiştir. Kadın kurtuluşu ve özgürlüğü hedefi doğrultusunda verilen bu mücadelelerin toplumsal mücadelelerin önemli bir bileşeni olduğu, ondan etkilendiği ve onu etkilediği bilinmektedir. Uzun yıları bulan bu çok yönlü mücadeleler, kuşkusuz kadının bilincinde, kendine ve geleceğine bakışında önemli bir düzey kazandırmıştır. Ancak gelinen noktada tüm önemli ve değerli kazanımlara rağmen genelde kadının özgürlük sorunu, esasta ve birçok boyutuyla yeni yönler kazanarak devam etmektedir.

Bu düzen, onun en çekirdek öğesi olan aile, içinde yaşanılan toplumsal yapı ve ilişkiler, kadının ezilme, sömürülme ve kölelik durunu yeniden üretmektedir. Toplumsal düzen, aile, bunların üzerinde yükselen siyasal kurumlar ve kültür, bunların ideolojik yansımaları erkek egemenliklidir. Bu kurumsal yapıların içinde kadının özgürlüğü mümkün değildir. Kadının özgürlüğü ve kurtuluşu bu düzene ve kurumlara sığmaz, tersine bunları devrimci bir tarzda aşmakla mümkün olabilir. Bu doğru bir bakış açısını, doğru bir mücadele çizgisini ve pratiğini kaçınılmaz kılmaktadır! Bu doğru anlayışın 2006 8 Mart Bildirilerimizde özetlendiğini düşünüyoruz. Kısaca aktarmakta yarar var:

“Kadınların kurtuluş, özgürlük ve eşitlik taleplerinin başarısı, ancak kendi öz mücadelelerinin eseri olmak durumundadır. Özgürlük, eşitlik ve kurtuluş gibi değerlerin bahşedilmeyeceğini, kadınların kendisi, kendi öz deneyimleriyle biliyorlar. Öz mücadele, öz bilinci zorunlu kılmaktadır. Bu öz bilinç, sadece kendi cinsel kimliklerinin ve bundan kaynaklanan istemlerinin bilinci değildir; bu, ulusal ve toplumsal bilinci de içeriyor, içermek durumundadır.

‘Kadının özgürlüğü ve eşitliği, kuşkusuz kendi eseri, kendi mücadelesinin ürünü olacaktır! Ancak bu, kadın özgürlük mücadelesinin tek başına, genel toplumsal mücadelelerden tecrit bir şekilde olacağı anlamına gelmiyor. Toplumsal ve ulusal mücadelelerden kendisini soyutlayanlar, kadın mücadelesini çok dar sınırlara çekenler, dolayısıyla düzen sınırları içinde kalanlar, öteden beri bunun kavgasını verenler var. Bunlar, belli ölçülerde dolaylı veya dolaysız etki ve katkılarda da bulunmuşlardır. Ancak kadın hakları, kadın özgürlüğü alanlarında kazanılan temel başarılar ile genel toplumsal mücadeleler arasındaki ilişki kesin ve nettir. Toplumsal mücadeleler tarihi, son iki yüzyıllık emekçilerin mücadele pratiği bunun sayısız kanıtını sunmaktadır. 8 Mart gibi tarihsel bir günün ve değerin altında emekçi kadın ve emekçi sınıfların çok yönlü toplumsal mücadelelerinin, bu konuda ödedikleri sayısız bedelin kesin damgası vardır!’ (Sosyalist-Şoreşger, 8 Mart 2006 Bildirisi)

Aynı anlayış, kendi içinde çelişkiler ve sayısız olumsuzluk taşısa da Kürdistan’da da doğrulanmıştır. Bu doğrulanmanın kısa bir özeti:

‘Kürdistan kadınlarının siyaset sahnesine, daha doğru ve tam deyişle yaşam sahnesine çıkmaları, kendi kimliklerinin bilincine varmaya başlamaları, ev ve dar sosyal çevrelerinin dışında başka bir dünyanın, daha aydınlık, geniş ve yaşanabilir bir dünyanın varlığının farkına varmaları, genel olarak, 1970’li yıllara denk gelmektedir. Bu yıllar, aynı zamanda, ulusal ve toplumsal bilincin, ulusal kurtuluş hareketinin yeşermeye başladığı yıllardır… O güne dek feodal ve ataerkil toplum yapısının boğucu, daraltıcı, köleleştirici, dar ve tecrit ortamının parçalanmaya başlamasıyla kadın için özgürlük ufkunun belirmesi aynı dönemde olmaktadır. Bu, Kürt halkı açısından da “kendi küllerinden yeniden doğuş” süreci anlamına geldiği gibi, Kürt kadını için de hemen hemen aynı anlama gelmektedir. Bu, 1990’lı yıllarla birlikte kitlesel boyutlar kazanır. Kuşkusuz bu, rastlantı değildir. Ulusal kurtuluş ile kadın kurtuluş hareketi arasındaki dolaysız ilişkiyi anlatmaktadır… Gerilla ve serhildanlardaki sıçramalı büyüme ile kadının kitlesel olarak kendi tarihine, geleneksel toplumsal değer yargılarına isyanı ve kendi yaşamının öznesi olmaya kitlesel düzeyde adım atması aynı süreci ve iç bağlantılarının kesinliğini göstermektedir.

Kürt kadınının kitlesel düzeyde yaşama katılımı, siyasette etkin bir rol üstlenmeye koşması, kuşkusuz bir adımdı, sadece bir adımdı; ancak vurgulamak durumundayız ki bu, kadın açısından, yerleşik değer yargıları ve kültürün kırılması açısından devrim niteliğinde bir adımdı. Bu adımın aynı nitelikte tamamlanması, sürdürülmesi, daha da önemlisi altının doldurulması, kurumsal ve kadrosal bir temele oturması, giderek mantıki sonucuna doğru yol alması gerekiyordu. Ancak ne yazık, kadın özgürlük mücadelesi doğrultusunda atılan dev adım, çok geçmeden tersine çevrildi, karşıtına dönüştürüldü. Bugün, özgürlük ve kurtuluş gibi tutkulu, büyülü kavramlar adına çok daha çarpık ve tüketici bir köleleştirme süreci sürdürülüyor.

Gelinen noktada ulusal kurtuluş ve kadın özgürlük mücadelesine katılan kadının durumu, paradoksal ve bundan dolayı son derece trajiktir. Gerçekten de bu kadar mücadele eden, mücadele sürecinde en büyük fedakârlıkları yapmaktan kaçınmayan Kürdistan kadını, bu trajik durumu kesinlikle hak etmedi. Paradoksu ve trajedisinin özü şudur:

Ulusal kurtuluş özlemleriyle mücadele saflarına katılan kadın, bunun kadın olmaktan kaynaklanan konumuna vurduğu devrimci darbelerin büyüklüğünün farkına varmaya başladı. Ulusal-toplumsal kurtuluş ile kadın kurtuluş özlemleri arasındaki bağlantıyı kendi deneyimi ile geliştirdiği bilinciyle kavradı ve daha çok mücadeleye sarıldı, bu, onun için adeta bir var oluş tarzı haline gelmeye başladı. Bu, büyük bir adımdı, ama ne de olsa devamı getirilmesi gereken bir adımdı, hem de başlangıç düzeyinde olan bir adım…

Ne var ki partide ve mücadelede iktidar tekelini kuran A. Öcalan, kadını da bir mülkiyet ve iktidar nesnesi olarak gördü ve süreç içinde kadın üzerinde tam anlamıyla ideolojik, psikolojik, politik ve örgütsel denetim kurdu. Yaratılan iktidar sistemi ve ideolojik-psikolojik hegemonya aygıtıyla özgürlüğe koşan kadını yeniden tutsak haline getirdi. Bu yeniden tutsaklık süreci büyük bir aldatma, yanılsama ve yalan perdesiyle meşrulaştırıldı. Başka bir deyişle yeniden tutsaklık özgürlük adına yapıldı, irade kazandırma adına yapıldı, yapılıyor. Oysa gerçekte işleyen süreç en geri, en kaba, aynı ölçüde çirkin bir köleleştirme ve iradesizleştirme, yaşam gücünden yoksunlaştırma hareketidir! Özgürlük adına yeniden köleleştirme, özgürleşme adına kazanılan adım ve olanakların köleleştirmenin hizmetinde kullanılması; irade ve yaşam gücü kazandırma adına, iradesizleştirme ve yaşam karşısında her açıdan silahsızlandırma, takatsiz ve çaresiz bırakma, tanık olunan en büyük paradoks değilse nedir?

Bu paradoksun sonuçları ise çok yönlü yıkım, çözülme, dağılma ve yitip gitmeden başka bir şey değildir… Peki, bundan daha büyük bir trajedi olabilir mi? Bu trajedinin kurbanlarının ise hala kendilerini yeniden köleleştiren, kendilerine ait, başta rüyaları, hülyaları ve özlemleri olmak üzere her şeylerine el koyan adam ve sistemine dinsel bir itaatle tapmalarına ne demeli? Bu, içinde yaşadıkları onulmaz trajedinin kendisini göstermiyorsa neyi gösteriyor? Aslında paradoks ve trajedinin sonuçları sanılanın ötesindedir. On binlerce kadın özgürlüğe koştu, mücadele etti, çeşitli düzeylerde, çeşitli biçimlerde. Peki, onlar şimdi neredeler, ne yapıyorlar, özgürlük istemlerine ne oldu, toplum karşısındaki ve toplum içindeki duruşları nedir? Hala kendi özgürlük hayallerine el koyan sitemin içinde olanların yaşam ve toplumsal ilişkiler karşısındaki güçleri ve iradeleri ne durumdadır? Ya mücadelenin çeperinde olan, ondan şu veya bu düzeyde etkilenen kadınların durumu? Yaşanan intiharların 2000’li yıllarla birlikte patlamasının bu genel paradoksla, genel tersine dönüşle, bunun toplumda yarattığı gerileme ve psikolojik travmayla bir bağlantısı yok mu?

Evet, Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesindeki teslimiyet, tasfiyecilik ve çöküş sürecinin kadın özgürlük hareketine vurduğu darbe çok büyük ve sonuçları sanılanın ötesindedir! Kürdistan kadınları her şeye rağmen mücadele ediyor, onların taşıdıkları mücadele potansiyeli ve dinamizmi de hiç kimse için sır değildir! Ancak İmralı teslimiyeti ile birlikte kadınların mücadele istekleri çarpıtılıyor, enerjileri ve eylemli duruşları boşa akıtılıyor, tüketici bir rol oynuyor. Öncelikle bunun farkına varmak ve ardından özgür bir duruş sergilemek gerekiyor.

Kürdistan kadınları ulusal kurtuluş ve kendi özgürlükleri için çok büyük bedeller ödedi, şehitler verdi, çok acı çekti. Bütün bunlara bağlılığın anlamı, kendi değerlerine ve özgürlük hayallerine sahip çıkmaktan, hayallerini kendilerinden çalanlara karşı net, kesin ve kararlı tutum almaktan başka bir şey değildir!’ (Sosyalist-Şoreşger, 8 Mart 2006 Bildirisi)

Özgürlük bilinci ve yolu, öncelikle bu güncel engelleri devimci bir irade ve bilinçle aşmaktan geçmektedir!

Bijî 8 Adar!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

                                                                                           7 Mart 2009                                                                         SOSYALİST-ŞOREŞGER

                                                               (Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter