Mektup 6
Arkadaşlar, (Sabri OK’a)
BK’ye yazdığım rapora yönelik yazdığınız yazınızı aldım. Üzerinde durmaya, anlamaya çalıştım. Bu konuda çok şey söylenebilir. Ancak ondan sonraki gelişmeler daha önemli. Daha sonra size iki yazı daha gönderdim. Biri Başkanın 7.7.’99 tarihli talimatına ilişkindi. Size gönderdiğim bu raporuma bir-iki ek yaparak BK’ye gönderdim. Avrupa üzerinden. Bir fırsat doğdu, bu notumu kısa tutmak durumundayım. Çünkü yetiştirmem gerekiyor. Düşüncelerimi kısa ve maddeler biçiminde yazmak istiyorum.
1- Başkanın 7.7.’99 tarihli talimatı, deyim yerindeyse yüreğimizi ağzımıza getirdi. Silahlı mücadeleyi sona erdirdiğimizin açıklanması, gerillanın Güney’e çektirilmesi ve Barış Kongresi ile yeni bir çizginin benimsenmesi ve bu süreçte devletteki gelişmelerin beklenmesi öğelerini içeren plan, hangi açıdan bakılırsa bakılsın korkunçtur. Bunun yılın sonuna kadar tamamlanması isteniyordu. Bu talimatın bende yarattığı ruh hali bir kaç aylık ömrü kaldığını öğrenen bir hastanın ruh halinden daha beter bir ruh haliydi. Daha önce de kaygılarım, sorularım, korkularım ve endişelerim vardı; ama bu talimat bütün bunları en üst boyuta çıkardı. Ne var ki, BK’nin bu talimata verdiği yanıtı dün Avrupa üzerinden öğrendim. Bu yanıt, derin bir rahatlatma yarattı; ölümü bekleyen birinin yeniden tümden yaşama dönmesi gibi bir duygu yarattı. Tabii bu kaygılarımızın süreçten kaynaklanan büyük tehlikelerinin ve bunlardan kaynaklanan büyük korkuların bittiği anlamına gelmiyor. Ama BK’nin bu kararını çok önemli buluyorum. (Bu konudaki duygu ve düşüncelerimi Avrupa üzerinden ilettim.) Sanırım size de ulaşmıştır. Ama yine de kısaca özetleyeyim: “Başkanın barış girişimini desteklemeyi sürdürüyoruz. Bazı adımları atmamız ancak karşılıklı yaklaşımlarla, karşı tarafın atacağı adımlarla mümkündür. 7.7.’99 tarihli talimatta belirlenen plan konusunda bizim kendi başımıza karar vermemiz mümkün değil. Ancak tüm örgüt güçlerimizin kararıyla olabilir. Bu da zaman alır.” Birebir bu sözcüklerle olmayabilir ama anlamı bu.
Bu karar önemlidir. Şu nedenlerle: Bir; anılan planın kabul görmeyeceği anlatılmaya çalışılmıştır. İki; bu yapılırken Başkan yalnız bırakılmamış, destek ve desteğin çerçevesi vurgulanmıştır. Üç; en önemlisi BK inisiyatifi yeniden eline almaya başlamıştır. Bunun bundan sonraki süreçte yaşamsal önemde olacağını düşünüyorum.
2- Bence bizim birbirimizin kaygılarını, endişelerini anlamaya çalışmamız önemli. Benim çırpınışım her şeyimiz olan partimizin ve devrimimizin üzerindeki planların hızla sonuca doğru gitmesi, ama buna karşılık BK yaklaşımlarının bunu tersine çevirebilecek yeterlilikte görülmemesidir. Bu, kaygılarla derinleşmiş sorularımı, ulaştığım sonuçları yazdım. Belki de kimi tanımlamalar amacını aşan nitelikte olmuştur, belki de kimi noktaları iyi ifade etmemiş olabiliriz, ama çıkış noktam, kaygılarım ve anlatmak istediklerim açıktır. Bu öz yakalandıktan sonra her sorunu anlamaya dönük, güç alıp vermeye dönük tartışmalar yürütebiliriz. BK’ye de yazdım. Milyon kez doğrulanmayı değil, yanılmayı isterim, değerlendirmelerimin, kaygılarımın yersiz çıkmasını isterim. Bizim için tek belirleyici şey partimiz ve mücadele değerlerimizin varlığı ve geleceğidir. Bu kaygı dışında hangi birimizin bir kaygısı olabilir ki? PKK bizim her şeyimizdir, bunun dışında bir soluk alış verişimiz olabilir mi? Bütün çabam, çırpınışım, kimi “sert” tanımlamalarımın tek nedeni budur. Kaygılarımda korkularımda haksız mıyım? Hayır, bütün veriler, sürecin bütün ayrıntıları, kaygılarımı yoğunlaştırıyor. En son 7.7. ’99 talimatı ise bu kaygı ve korkuyu yukarda sözünü ettiğim düzeye çıkardı.
3- Savunmalar ortaya çıkmadan, mahkeme açılmadan önce, ortaya çıkan veriler ve bize ulaşan bilgilerden yola çıkarak, size endişelerimi ve kaygılarımı içeren uzun bir mektup yazdım. Siz de genel olarak katıldığınızı belirtmiştiniz. Orada “bir çizgi başkalaşımına mı gidiyoruz” sorusunu sormuştum. Yine BK’nin 6 Mayıs bildirisinde ortaya koyduğu taktik yaklaşımı doğru bulduğumu ve desteklediğimi, ama bunun sürecin mutlaka doğru değerlendirmesine oturması gerektiğini vurgulamıştım. Sürecin doğru değerlendirilmesi konusunda bilgi yetersizliği kadar, bazı değerlendirme yazılarında yanılgıların ipuçları da vardı. Yine Savunmanın nasıl olması gerektiği konusunda görüşlerimi çok özet iletmiştim. Daha önce avukatlara da söylemiştim. Bunları şunun için yazıyorum. Son yazınızda sanki getirdiğim eleştirel görüşleri yeni belirtiyorum gibi bir noktadan hareket ediyorsunuz. Oysa başından beri kaygılarımı, düşüncelerimi en geniş biçimde ve olabildiğince açık yazmaya çalıştım.
4- Sizi anlamaya çalışıyorum, konuyla ilgili kaygılarınızı da kestirebiliyorum. Ama savunmayla ilgili yaptığınız değerlendirmeye katılmıyorum. PKK çizgisi ile savunma çizgisini hiç bir biçimiyle bağdaştırmak mümkün değil. Bunu Başkan çok açık söylüyor: “PKK çizgisi ve programı ’70’li yılların dogmatik söyleminin, soğuk savaş yıllarının ürünüdür, yanlıştır, hayalidir. Bunu ’90’ların başında değiştirmeliydik” diyor. Şimdi siz ikisini birleştirmeye çalışıyorsunuz. Bu mümkün değil. Sorun kitabi olup olmama değil. Başkan bu savunmasını bizim önümüze bir tartışma platformu olarak koyuyor ve toplanacak Barış Kongresinde yeni çizgi haline getirilmesini istiyor. Dolayısıyla yeni bir kongre tarafından kararlaştırılana kadar savunma platformu bizim için hukuki bağlayıcı bir çizgi ve program değil, bir tartışma platformudur. Başkanın dediği de bu, tüzük hükümlerinin gereği de bu. Ama böyle yaklaşılmadı. İki farklı platformu birleştirilmeye, harmanlanmaya ve teorisi yapılmaya çalışıldı. Bu yanlıştı, bilinçleri bulandırmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Birlik, barış ve kardeşlik sözlerine bir itirazım yok. Ama bunların ideolojik-politik özü önemli. Çizgimize göre bunların yeri var; ama savunmadaki anlamı çok farklıdır. Kısacası yapılması gereken şu (BK’ye yazdığım raporda da belirttim): “Başkanımızın barış girişimlerinin, çabalarının arkasındayız… Savunma ise yeni bir program ve çizgi öneriyor. Bunu anlamaya çalışıyoruz, bu konuda yetkili olan Kongremizdir.” (Savunmanın tartışılmasına girilmeyebilirdi, ama sorulan sorulara da böyle yanıt verilirdi.) Bence burada Başkanı yalnız bırakmama telaşı, yaklaşım saptanırken aceleci davranmaya götürdü.
Program, ideolojik çizgi talimatla empoze edilemez. Tartışma sürecinden sonra Kongre ile resmiyet kazanır. Dolayısıyla gündelik talimatlarda bu noktaya dikkat etmek gerekirdi. Buna dikkat edilmedi.
Elbette yaratılan meşruiyet karmaşası haklı olarak bu soruyu sordurtur: Hangisini esas alacağız, 25 yıllık çizgiyi mi, savunma çizgisini mi?
Siz niye savunma hakkında öyle düşünüyorsunuz demiyorum. Doğru da olabilirsiniz. Ama tartışmalı bir durumun, Kongrece kararlaştırılmamış, bir çizgi ve programı birbirimize talimatla “uy” diyemeyiz ki. Talimat politika, taktik, eylem vb. noktaları içerir ve itirazlar olsa da uyulur. Bunlar biliniyor.
5- Raporlarımın amacı polemik yaratmak değildir. Yeni bir tartışma süreci açmak değildir. Tersine ben bizim yeni bir çizgiye ihtiyacımızın olmadığına, doğrulanan ve yaratıcı bir tarzda uygulandığında bizi zafere götürecek bir çizgimizin olduğuna inanıyorum. O nedenle 1900’lü yılların tartışmasını başlatma istemi raporlarımın hiç bir satırında yok. Kitabi eleştirinize de bir şey demiyorum. Bütün eleştirilere de katılsam, katılmasam sonuç almaya, ders çıkarmaya çalışıyorum. Ama benim temelli sorularım var, kaygılarım var, anlamakta güçlük çektiğimi vurguladığım noktalar var. Yanıtlarınızı bu noktalarda yoğunlaştırmalıydınız. Daha güç verici olurdu. Ama onu yapacak yerde, ayrıntılara takılmışsınız, bana yaptığınız eleştiriyi kendiniz tekrarlamışsınız. Teorik-(“kitabi”) tartışma derdinde değilim. Örneğin Demokratik Cumhuriyet kavramının üzerinde bile durmadım. Süreci bütünüyle, anlayabildiğim kadarıyla, ana öğeleriyle ve olası yönlerini ortaya koymaya çalıştım. Mademki birbirimizi ikna etmekle sorumluyuz, her şeyden önce yoldaşlığın bir gereğidir bu, o zaman temel konularda durulmalıydı.
6- Başkanın tutumunu ve savunmasını hiç bir zaman basit nedenlerle karşılamadım. Dahası o yönü üzerinde hiç durmadım bile. Somut veriler ve ortaya çıkan sonuçlar üzerinde durdum. Size yazdığım ilk yazıda Başkanın en zor koşullarda bazı şeyleri kurtarmak için uzlaşma girişiminde olduğunu yazmıştım. Ama bunun neyi kurtaracağı konusunda benim kaygılarımın olduğunu belirtmiştim. Şimdi de en zor koşullarda “ne kurtarabiliriz” kaygısının esas olduğunu düşünüyorum. Amaç ve niyet, düşünce ve çabalarıma rağmen, bu yaklaşımın, hele 7.7. ’99 tarihli talimatla Başkanın yaşamını bile kurtaramayacağımız açık değil mi? Dolayısıyla bu konuda kimi hatırlatmalarda bulunmanızı anlamakta güçlük çektiğimi belirtmeliyim.
7- Yazınızda beni üzen şu nokta oldu: Eleştirilerinize bir şey demiyorum… Hatta daha ağır ve somut eleştiriler de yapılabilir. Bunları anlamaya ve sonuç çıkarmaya çalışırım. Ama yazınıza sinen hava, vurgulanan kimi sözcükler, “kendini esas sorumlu ve koruyan”, bizi de daha farklı konumda görme izlenimi veriyor. Böyle düşünmediğinize inanıyorum. Ama objektif olarak böyle bir izlenim çıkıyor. Bunu da belirtmiş olayım.
8- MK üyelerine raporumun okutulmasını istememi “eğilim örgütleme” olarak değerlendirmişsiniz. Bana göre yanlış ve zorlama bir şeyler çağrıştırıyor. Meşru bir zeminde ve meşru bir hakkın işletilmesidir. Ben BK’yi eleştiriyor ve MK’nin müdahalesini istiyorum. Raporumun özü bu. Doğru veya yanlış. Yaklaşımım bu. MK yılda bir olağan toplanıyor. Tüzüğe göre olağanüstü toplanabilmesi için ya Genel Başkanlığın istemi gerekir; ya da MK üye tam sayısının üçte ikisi (95 tüzüğüne göre bu oran üçte birdi; 6. Kongrede bu oran üçte ikiye çıkarıldı. İlk fırsatta size Kongrede yapılan değişiklikleri, tüzük ve programı göndeririz.) Peki, bu üçte iki sayıya ulaşmak için yapılacak bir yol var mı? Diyeceksiniz ki yine “kitabi”? Kural bu, biz de onu işletmenizi istiyoruz. Bunun yadırganacak bir yanı yok, hele başka bir anlam çıkarmaya hiç gerek yok. O zaman birbirimizi anlamakta zorlanırız.
9- Günlükteki yazılarda dikkat etmeye çalıştım. Daha da duyarlı olurum. BK’nin politikası -son tutumu daha net ve sevindirici- elbette hepimiz için bağlayıcıdır. O temelde hareket ederiz. Eleştirilerimiz olsa da, bunu da kendi zeminlerinde dile getiriyoruz. Şu iki noktayı birbirinden ayırmamız gerekir. Çizgi ve program sorunları talimatlarla belirlenemez; politikalar talimat konusudur. Savunma çizgisi, bizim açımızdan bir tartışma platformudur. Hangimiz nasıl algılarsak algılayalım işin özü ve kuralı budur. Bu noktada talimatlarda, yazılacak değerlendirme yazılarında bu ayrıma dikkat etmek, en önemlisi bilinçleri bulanıklaştırıcı çabalardan uzak durmak gerekir.
Evet, barış politikasını destekleyelim. Ama bunun dayandığı resmi çizgi programdaki çizgidir. Basın ve yayın organlarına da bu temelde çeki düzen vermekte yarar vardır.
Sonuç olarak umarım ve diliyorum ki, birbirimizi anlamak için daha çok çaba gösteririz. Örneğin, “zamanımız yok, gerek de yok” gibi yaklaşımları doğru bulmak mümkün değil. Birbirimizi ikna etmek için zaman bir sorun olabilir mi? Elbette boş zaman öldürelim demiyorum… Anlamsız polemikler yapalım da demiyorum. Kesinlikle hayır… Sorular, kaygılar, korkular ve anlaşılmayan sayısız nokta var; işte ikna edilmemiz gereken noktalar bunlardır.
Kısa tutacaktım, yine uzadı. Durumlarımız genel olarak iyi. Devrimci selam ve saygılarımı sunuyorum.
19 Temmuz 1999
Yılmaz (M. Can YÜCE)
———————————-%————————–
Mektup 7
Sabri Arkadaş,
19 Ekim tarihli tehdit, hakaret dolu, en sıradan saygı ölçülerini bile zorlayan yazınızı aldım. Orada, nereden size ulaştığını bilmiyorum, sayısız yalan-yanlış “bilgi” üzerine değerlendirme yapmışsınız. Bunlar üzerinde uzun uzadıya durmayacağım. Ancak kimin “yoldaşlık hukukunu” çiğnediği konusuna değineceğim. Şu anda kimin partiden, değerlerden koptuğuna, kimin parti meşruiyetine ve disiplinine ters düştüğüne dair bir kaç söz söylemeye çalışacağım. Öncelikle şunu vurgulamalıyım: Hangi sınıfa ait olursa olsun her siyasetin bir ahlakı var. Hele devrimci siyasetin mutlaka devrimci bir ahlaka oturduğu kesindir. Bunun öncelikli koşulu, iddiaları, suçlamaları mutlaka belli dayanaklara, kanıtlara ve temele oturtma zorunluluğudur. “Güçlüyüm, ağzıma geleni söylerim, hiç bir kanıtlama gereğini duymadan akla hayale gelmeyecek suçlamalarda bulunurum ve böylece sonuç alırım” yaklaşımı, bırakalım devrimci ahlakı, en sıradan ahlakı bile ayaklar altına almaktır. Şimdi, yapılan asılsız suçlamalara bakın, tamamen yalan ve iftiraya dayalı karalamalara bakın! Bunların ahlaki bir açıklaması var mı? Şehitlerin adı ardına sığınarak akıl almaz suçlamalarda bulunmak, hangi mantığın, hangi ahlakın, hangi vicdanın ürünüdür? Bu karalama kampanyasının kendisi, yöntemleri, araçları bile Demokratik Cumhuriyet (DC) çizgisinin onun savunucularını hangi noktaya kadar getirdiğini çok net olarak gösteriyor.
Bunları şunun için belirtiyorum: Başkalarına “ahlak, terbiye” dersi vermeye çalışanların önce aynaya bakmalarını salık veririm, kendi içinde tutarlı, herkese ve her zeminde aynı şeyleri savunmalarını belirtmek isterim.
Kendi adımıza her zaman devrimci siyaseti devrimci ahlaka oturttuk, devrimci siyasal ahlaka oturmayan hiç bir araç ve yöntemi kullanmadık. Bu nedenle “amaca ulaşmak için her şey mubahtır” anlayışını reddettik. Bundan böyle de bu ilkeli yaklaşımımıza sadık kalacağız. Bireysel planda yapılan temelsiz suçlamalara yanıt verme, sorunu bireyselleştirip savunmaya geçme gibi bir sorunumuz ve niyetimiz yok. Çünkü şu anda yaşadığımız durum kişisel değil, kişilikleri aşan, tarihsel bir olgudur. Bireylerin tavrı ancak bu bağlamda anlam kazanır.
Bu noktada sorunu çok basitleştirdiğiniz, dar ve bireysel bir soruna indirgediğiniz çok açık. Öncelikle aramızdaki tartışma, yazışma trafiğine değinmek istiyorum. Benim size yazdıklarım, sizin gönderdikleriniz ortadadır ve belgelidir. Birçok yazı gönderdiğinizden söz ediyorsunuz, benim ise yanıt vermediğimi yazıyorsunuz. Bu doğru değil. Kiminle/kimlerle gönderdiniz, bunları araştırın, her şey daha iyi anlaşılır. Bu konudaki süreci kısaca özetleyeyim: Mayısın başında size uzun bir yazı göndermiştim. Bu yazıda kaygılarımı belirtmiştim. Siz de “genel olarak” katıldığınızı belirten kısa bir yanıt vermiştiniz. Ardından Savunma ile ilgili BK’ye yazdığım raporu ve ona ek küçük bir not göndermiştim. Siz buna karşılık olarak BK’den gelen bir not ve görüşlerinizi kısa bir not biçiminde iletmiştiniz. Mahkeme sürecinde benim yine “tarihsel darbe” olarak nitelendirdiğim süreç hakkındaki görüşlerimi kısaca iletmiştim. Ardından BK ve MK’ye uzun bir rapor yazmış ve bir nüshasını da size göndermiştim. Sizin yanıtınız baştan savma, ayrıntılara takılan, temel sorulara ise yanıt vermeyen türdendi. Bu ara yine İK talimatına ve bu konudaki yönteme ilişkin eleştirilerimi içeren bir not daha size göndermiştim. Yanıt almamıştım. Daha sonra Başkanın 7 Temmuz tarihli talimatına ilişkin görüş ve önerilerimi içeren bir yazı göndermiştim, artık sizden yanıt gelmedi. Bundan sonra yanınıza gelen arkadaşla birlikte bir not göndermiştim. O ara Avrupa’dan bize silah bırakma önerisinin BK tarafından diplomatik bir dille reddedildiği biçiminde bir haber gelmişti, bunun yarattığı rahatlamayı ve sevinci sizinle de paylaşmıştık. Bu tarihten sonra Eylül ayının ilk haftasına kadar ne yazılı, ne de sözlü tek bir bilgi, haber almadık. Doğal olarak bekledik. Eylül ayının başında Sadrettin’in durumunu, onların Konferans ve seçim durumunu içeren raporu ve sizin ek bir notunuzu aldık. Tam bir hafta sonra ise İ. Dündar ve A. Afşar’ların getirdiği görevden alma ve yeni görevlendirmeye ilişkin talimatları geldi. Bunların dışında MK’nin, BK’nin bizimle ilgili ne sözlü, ne de yazılı bir talimatı gelmedi. Ama şimdi siz bol bol yazı, talimat, not gönderdiğinizi söylüyorsunuz. Eylül ayının başında gelenlerin içinde Temmuzda BK’nin benim adıma yazdığı kısa bir not da vardı. Ama yazıldığı tarihten tam iki ay sonra elime geçti. Sizin yazdıklarınızın üzerinden de iki ayı geçmişti.
Şunu çok açık vurguluyorum: Ben her konuda size sık sık yazdım. Hem de olanca açıklığıyla. Hiç bir kaygı taşımadan ne düşündümse rahatlıkla yazdım. Ama siz böyle mi davrandınız? Şimdi “yazışmaları, tartışmaları kesti” diyorsunuz. Bunu doğru bulmuyorum, kabul etmiyorum. Gönderdiğinizi söylüyorsunuz. Ama kontrol etmiyorsunuz. Şimdi araştırmak -ve eğer göndermişseniz bunları açığa çıkarın- bu, sizin göreviniz. Tekrarlıyorum: Sizin Temmuz ve Ağustos ayında hiçbir yazılı ve sözlü bilginiz, notunuz, talimatınız gelmemiştir. En son Eylülün başında 2 ay gecikmeli bir paket ve bir de görevden almalara ilişkin bir yazı, ayrıca sadece genele ilişkin bir talimat gelmişti. Onun da son yarısı gelmiş, diğer yarısı da bir bayanda kalmıştı. İstememize rağmen getirilmedi.
Durum bu. Tartışan biz, soru soran, bu konuda mutlaka bir şeyler yapılmasını isteyen biz. Ama siz şimdi bu konuda bizi suçluyorsunuz.
Yine yoldaşlık hukukundan söz ediyorsunuz, ama bunu çiğneyenin kim olduğunu, tüzük hükümlerini kimin ayaklar altına aldığını, somut uygulamadan yola çıkarak vurgulayayım: Savunma metni ortaya çıktıktan sonra bu konudaki görüş ve önerilerimi raporlaştırdım ve BK’ye gönderdim. BK’nin Avrupa üzerinden verdiği yanıt, “biz sağlamız, kaygılanmayın, güvenin” biçiminde oldu. Yazılı yanıtı ise biliyorsunuz, aynı içerikte idi. Elbette bu yanıt ciddi olmaktan uzaktı, oyalamaya dönük olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Bizim ciddi eleştirilerimiz, sorularımız, kaygılarımız var. Buna karşı “yatıştırıcı”, duygularımıza hitap eden bir yanıt alıyoruz. Ardından MK ve BK’ye uzun bir rapor gönderiyoruz. Bir hafta sonra ise “silahlı mücadeleye son verme ve silahlı güçleri sınırların ötesine çıkarma” tutumunu içeren 7 Temmuz tarihli talimata yönelik bir rapor gönderdik. Tam da bu dönemde Avrupa üzerinden bize gönderilen bir haberle kandırıldık. (Bu konudaki düşünce ve duygularımızı size de göndermiştik.) Denilen şuydu: “BK, Başkana ‘silahların bırakılması konusu ciddi bir karar konusudur. Biz bunu kendi başımıza alamayız, kadrolarla görüşmemiz gerekir. Bu da zaman alır.’ Oysa BK’nin Başkana gönderdiği yanıt, “görüşlerinize katılıyoruz, ama bunu Merkez kararı haline getirmemiz gerekir. Bunu yakında yaparız” biçimindedir. Kelimeler belki bire bir böyle değil, ama yanıtın özü bu.
Dikkat edin: Burada resmen aldatılıyoruz, bizimle oynanıyor. Bunu hangi mantığa, ahlaka ve yoldaşlık hukukuna sığdığına siz karar verin. Temmuz ayında yazılarım kesiliyor. Ama hiçbir şey söyleme, sorma gereği bile duyulmuyor. Emeğe, insana, yoldaşa saygı bu mu? Daha da önemlisi, biz MK’ye rapor gönderiyoruz. Bu, bizim haktan öte görevimiz, karar süreçlerine böyle katılıyoruz. Raporun içeriğini beğenmeyebilirsiniz, yanlış görebilirsiniz. Ama tartışmadan, sormadan mahkûm etmek ve bununla birlikte bütün görevleri dondurmak hangi mantığa, tüzük hükümlerine, emeğe ve yoldaşlık anlayışına sığar? Düşüncenin, önerinin suçu mu olur? Haydi diyelim var diyorsunuz, peki niye tüzük hükümleri işletilmiyor? Benden savunmam alınmıyor? İşte “yargısız infaz” buna demezler mi? Yapılan tüzük ihlali, en sıradan yoldaşlık hukukunu ayaklar altına almak değil mi? Dahası bu konuda karar bile gönderilmiyor, ama alttan alta teşhir kampanyası açılıyor. Ağustos ayının başında BK imzalı Avrupa örgütüne gönderilen bir talimatta benim, Atmaca’nın, Çadırcı’nın adları belirtilerek teşhir kampanyası açıldı. 20 Ağustos tarihinde Duran Kalkan, DHP Konferansına dönük yaptığı telefon konuşmasında akıl almaz, açıkça iftiralarda bulunuyor. Benim ’82’de itirafçı olduğum iftirasında bulunacak kadar kendini kaybediyor. Sonradan da Özgür Politika’ya verdiği demeçte bizi kastederek tartışmaktan kaçtığımızdan, yoldaşlık hak, hukukunu gözetmediğimizden dem vuracak kadar pişkin davranıyor. Aslında 20 Ağustosta yaptığı konuşma tam bir ibret vesikasıdır. Onu bulup okumanızı, nasıl bir kin ve öfkeyle yaklaştığını göreceksiniz. Peki, neden bu kin ve öfke?
Bütün bunları yaşananların kısa bir özetini yapmak için yazdım. Kimin yoldaşlık ahlakı ve hukukunu çiğnediğini vurgulamak içindir.
Burada yaşananlar hakkında da bir iki şey söylemeliyim. Üç kişinin (Ömer, M. Bidav, M. Korkmaz) ciddi bir provokasyona yol açacak bir darbeci girişimleri oldu. Burada kalmaları durumunda denetleyemeyeceğimiz olaylar olabilirdi. Bu nedenle başka cezaevlerine götürülmelerini uygun gördük. İdare bölümüne götürüldükten sonra, idareye bu arkadaşların istedikleri cezaevine sevk edilmeleri istendi. İdarenin oynayabileceği oyunların önüne geçildi. Bu konuda denetim sağlandı. Bu gelişme üzerine bir iki gün sonra bir grup arkadaş, “biz de gitmek istiyoruz” dediler. Saatlerce uğraşmamıza rağmen müşahede bölümüne geçtiler. Şunu çok net vurgulamalıyım ki, bu ilk gruptakiler mevcut durumu fırsat bilen, yıllardır ailelerine yakın olmak için sevk isteyen, ama bu istemi reddedilen, devrim diye bir sorunları kalmayan, devrimle ayrışmayı önceden yaşamış kişilerdir. Müşahedeye gittikten sonra da her ihtiyacını karşıladık, var olan paramızı onlarla paylaştık. Daha sonra gidenler de kendi istekleriyle müşahedeye gitmişlerdi. Bu konuda yapılması gerekenin yapıldığını ve vicdanen rahat olduğumuzu çok kesin bir biçimde vurgulamalıyım. Ama başkalarının yalanları, çarpıtmaları ise bizi ilgilendirmiyor. Söz konusu bayanları tanıyoruz. 8 kişilik grubun gelip teslim olacağı haberi TV’de verilirken bunlar arkadaşları tahrik ediyor, açık laf atmalardan her türlü provokatif davranışa kadar birçok davranış sergiliyorlar. Ciddi bir olumsuzluk olmaması için bu 4 kişi başka bir bölüme alındı. Temsilci arkadaş her ihtiyaçlarını karşıladı. Barikat sürecinde gelmek istememelerine, bayan gardiyanlarla olumsuz bir ilişki içinde olmalarına rağmen arkadaşların yanına alındılar. Barikat sürecinde arkadaşların yanında kaldılar. Kısacası size bu konuda ulaştırılan bilgi ve haberler belli ki doğru değil.
Öte yandan “yok şu alanda, şu zindanda bizi destekleyenler var” biçimindeki laflar kuru sıkı yalan ve dedikodulardır. Bunları ciddiye bile almam. Burada süreci destekleyip ayrılanlar yan yana geldiklerinde dedikodu ve çekiştirmeden başka bir şey yapmıyorlardı. Daha yanımızdayken bile sayısız yalan ürettiler, bunları arkadaşların yüzüne de söyledik, kanıtlarıyla ortaya koyduk. Ne yazık bizim insan gerçekliğimiz bu. Yanımızda Başkana hakaret edildiği biçimindeki dedikodulara yanıt bile verme gereğini duymuyorum.
Kimi konulara bu biçimde kısa yanıtlar getirdikten sonra esas konunun özüne gelmek istiyorum. Sorun hiçbir zaman bireysel bir sorun değil. Kişiliklerimizi aşan, kişiliklerimizin şu veya bu özellikleriyle açıklanamayacak bir sorundur. Yine sorun hemen yakın gelecekte ne kadar politik güç oluruz, ne kadar silahlı güçle mücadeleyi yeniden güçlendiririz sorunu da değildir. Sorunu kişisel haksızlıklara bir tepki, kişisel kaygılarla açıklamak en büyük yanılgı olur. Sorun bu kadar basit, dar değil. Sorun büyük. Kürdistan tarihinin en önemli olayıdır; hatta Türkiye ve bölge tarihini etkileyecek bir süreçtir. Evet, ortada tarihi bir suç var, 25 yıllık çizgimizi, devrimimizi ve bütün kazanımlarını sıfırlayan, tasfiye eden bir çizgi ve süreç var. İşte bütün sorun, bunun karşısında takınılması gereken tavırdır, alınması gereken duruştur.
Aslında olup bitenlere, söylenenlere ve yapılanlara biraz eleştirel bakan herkes bu gerçekliği görmekte ve anlamakta güçlük çekmez. Bunun için öyle derinlikli bir ideolojik-politik birikime de gerek yok. Az çok anlama yeteneği olan görür. Siz ise hala kaybedilen bir şey olmadığını iddia ediyorsunuz. Gerçekten bu söylediklerinize inanıyor musunuz? Savunmalarla 25 yıllık çizgimiz terk edildi, onun yerine burjuva liberal bile denilemeyecek ve bizim inkârımız ve mahkûmiyetimiz olan Demokratik Cumhuriyet çizgisi getirildi. Amaçsızlaştırıldık, programsızlaştırıldık. Hayallerimiz yok edildi. “Türkiye’ye demokrasi, Kürtlere kültürel haklar”, işte DC çizgisinin azami programı. Hiç kuşkusuz bu, ideolojik, programatik tasfiye ve PKK’den kökten bir kopuş ve tersine dönüştür. Dolayısıyla DC’yi PKK’nin bir sağ veya sol yorumu, PKK çizgisinin yenilenmiş bir biçimi ve devamı, onun herhangi bir versiyonu olarak değerlendirmek kesinlikle mümkün değildir. DC çizgisi, bizim açımızdan tersine bir dönüş ve düzen ve devletle bütünleşme hareketidir.(Başkan 2. savunmasında bunu çok açık ve net ortaya koyuyor.)
Kopuş ve tersine dönüş, salt ideolojik ve politik çizgide olmadı. Aynı zamanda 25 yıllık mücadele pratiği, kazanımları inkâr edildi, dahası mahkûm edildi. Ama çok ilginç bugün DC çizgisi (daha doğrusu PKK’nin tasfiyesi) yaratılan değerler ve kazanımlar aracılığı ile hayata geçiriliyor. Daha sonra stratejiden vazgeçildi, bütün çalışmalarımızın esası ve odağı olan gerillayı tasfiye kararı alındı. Bugün uygulanıyor.
Bunun yerine “yasal demokratik” mücadele stratejisi kabul edildi. Koca bir devrim tasfiye edildi, koca bir parti ve gerilla güçleri tasfiye ediliyor. Halkın bilinci ve belleği siliniyor, sanal bir dünya içine alınarak aldatılıyor. Geriye ise sadece özü boşaltılmış bir gövde kalıyor. Bu yüz bini aşan “yasadışı konumda” olan kadro anlamına geliyor. Sorun bu gövdeyi TC ve düzenle bütünleştirmekte düğümleniyor. “Barış” çabalarının özü ve düğüm noktası da bu. Af, bu da olmuyorsa ceza indirimi ve o da olmuyorsa, kapsamı genişletilmiş pişmanlık yasası, şimdiki politikanın özü ve kendisi değil mi? Eğer parti içinden tepkiler gelmeseydi şimdi herkese pişmanlık dilekçesi vermesi için talimat çıkarılmış olmayacak mıydı? Bunun kanıtı Başkanın 5 Eylül ve 3 Ekim tarihli mektuplarıdır. İki grup teslim edildi. Amaç nedir? Kendini ve geliştirilen “dönüşüm” konusundaki samimiyeti devlete kanıtlamak için değil mi?
Bütün bunları benden daha iyi bildiğinizden zerre kadar kuşkum yok. Ama sorun bilip bilmemenin ötesinde PKK’lilik bilinci ve tarihsel sorumluluğu ile hareket etmektir. Sizin deyiminizle “sadakatle bağlılık” sizin yaptığınız gibi değildir. PKK’deki bağlılık ideolojiktir, programatiktir, stratejiktir ve bunların belirlediği ve biçimlendirdiği ruhsal bir duruştur. PKK’deki bağlılık, kesinlikle feodal, mistik, minnettarlık, karşılık bekleme gibi bağlılıkların dışında amaç ve mücadele içinde doğan değerler ortaklığıdır. Bu nedenle gerçek bağlılık çizgiye bağlılık ve her türlü kişisel duygu, kaygı ve beklentiyi aşan pratik-politik bir çaba içinde olmaktır.
Bütün bu olup biten ve gerçekleşenlerden sonra partiden kopan kim, partiyi terk eden kim, tersine dönen kim, değerleri ve kutsal yoldaşlık bağlarımızı dinamitleyen kim? Partiden kopan DC çizgisidir. Partiye ait ne varsa hepsini terk eden ve özünü boşaltan DC çizgisidir. Gerçekten bir söylediklerinize ve yaptıklarınıza bakın, ölçü kaldı mı, sınır kaldı mı? Kavramların, değerlerin bir anlamı kaldı mı? Düşman kimdir, dost kimdir, dost ve düşmana ne yapılır? Bu basit bir iki konuda söyleyebileceğiniz bir söz var mı? Bol bol sözünü ettiğiniz DC’nin anlamı nedir, Kürtler bunda nasıl temsil edilecek, hakları ne olacak? Bir iktidar perspektifiniz kaldı mı? Bu sorulara yanıtınız yok. O halde nasıl bizi PKK’yi terk etmekle, hatta ihanetle suçluyorsunuz? Gerçekten ihanet nedir ve neye göre, hangi ölçüler ve esaslara göre? Uzatmak istemiyorum. PKK’yi, her şeyi bitiriyorsunuz, bize de “batacaksak birlikte batalım” çağrısını yapıyorsunuz. Bunun devrimci ilke ve inançlarımızla bir ilişkisi var mı? Biz partiden bunu mu öğrendik? “Tek başına kalsan da bu davayı savunmalı ve sonuna kadar götürmelisin”, işte bizim partiden öğrendiğimiz budur.
Evet, partiden kopan, onu terk eden ve bunu tarihi bir tasfiye hareketiyle yapan sizsiniz. Bunun sorunluluğunun altından nasıl kalkacaksınız? Bizi tehdit etmeden önce bunu düşünmeniz gerekir. Yarın geriye kalan parti adını da bırakacaksınız.
Peki, biz ne yaptık, ne yapıyoruz? Biz ilk gün hangi sözümüzü verdiksek onun eriyiz, onun sürdürücüsüyüz. Devrimin ve partinin tasfiyesiyle aynı zamanda büyük bir inanç ve umut yıkımının, kırılmasının gerçekleştirildiği açıktır. İşte biz bu umudun bir tohum düzeyinde de olsa, tek bir yürekte de olsa temsil edilmesini ve yarına taşırılmasını istiyoruz. Yaptığımızın özü budur. 25 yıllık çizgi ve değerlerin bir umut olarak yarına taşınması misyonu, bir kişide de temsil edilse tarihsel başarıdır. İşte bizim anladığımız budur. “4 kişi mi her şeyi yeniden yapacak”, “dağa kaç adam çıkaracaksınız”, “siz mi başaracaksınız?”, “tek kişi kalırsın” ya da “marjinal bir grup bile olamazsınız” gibi, kusura bakmayın, “bakkal hesabına” dayanan yaklaşımlarla yapılanları kavramak mümkün değildir.
Dikkat edilsin, parti ideolojik, programatik, stratejik ve her düzeyde köklü bir “dönüşüme” tabi tutuluyor, ama bu, hiçbir yönüyle tartışılmadı, tartışanlar ise bastırıldı, susturuldu, teşhir ve tecrit edildi. Siyasal ahlak ve resmiyet açısından değerlendirildiğinde halkımızın tarihini ve kaderini, partimizin varlığını, bizim her şeyimizi ilgilendiren, hatta belirleyen bir konuda söz hakkı bile tanınmıyor. Hani demokrasi en büyük erdemdi ve “yeni” çizginin neredeyse “dini” haline getiriliyor. Peki, kendi dönüşüm sürecinde en sıradan demokratik tartışmayı bile yasaklayan bir anlayış ve yönetimin demokratiklik iddiasının bir anlamı olabilir mi? Devlete en sıradan bir eleştiriyi bile yapmayan, tersine engin bir hoşgörü ile yaklaşan, hatta devlet yönetiminde olmayan özellikleri kendisine yakıştıran bir anlayışın, kendisine yönelik bir eleştiriyi “provokasyon”, “ihanet”, “komploculuk” olarak suçlaması, hem de hiçbir kanıtlama gereğini duymadan bunu yapması hangi demokratik ölçüyle, hatta hangi insani değerle bağdaştırılabilir?
Daha da önemlisi: Parti merkezi organları yetkileri olmayan bir yetkiyi kullanarak tüzük suçu işlediler, yetki gaspını yaparak partimizi tasfiye sürecine aldılar, Programı değiştirme yetkisi Kongrenindir. Bu yetki kullanıldı. Şimdi olağanüstü kongre ne yapacak? Şimdiye kadar yapılanlara resmiyet kılıfını geçirecek ve bir de PKK için cenaze töreni işlevini görecek. Başka bir şey yapabilir mi? Gerçeklik bu olmasına rağmen, “Kongreye kapsamlı hazırlanıp katılabilirdin” demenin bir anlamı var mı? Birbirimizi niye kandırmaya çalışıyoruz? Başkalarını aptal yerine koymanın siyasal ahlakla hiçbir ilişkisi yok!
Sonuç olarak, biz yolumuza devam ediyoruz. Bu doğrulanan bir yoldur. Biz sözümüzün eriyiz. Bu, tasfiye enkazının altında kalıp soluksuz kalmama, ilkelerimiz ve inançlarımız temelinde yaşama ve 25 yılık değerleri, çizgiyi bir umut olarak yarınlara taşıma tutumu ve pratiğidir. PKK’lilik budur, PKK’ye bağlılık bundan başkası değildir. PKK’lilik sorumluluğunuzu yerine getirmiyorsanız bile bu iddiada olanlara saygı gösterin.’ Ben DC çizgisiyle PKK’den kopanların bu kopuşlarının geçici olacağını umut ediyorum; dolayısıyla geçici yol ayrılığının en kısa sürede sona ererek PKK çizgisinde buluşacağımıza inanıyorum. PKK çizgisinde yeniden buluşmak dileklerimle devrimci selam ve saygılarımı gönderiyorum.
7 Kasım 1999
Can
———————————–%————————–
Yazarın haberi, onayı olmadan yukarıdaki belgeleri kopyalamak, olduğu gibi başka bir site veya yayın organında yayınlamak yasaktır. Ancak aktif link vererek kısa kısa alıntılar yapmak mümkündür!