0 0
Read Time:4 Minute, 51 Second

Haluk GERGER /

NATO 60 yaşına girdi. Kimileri, herhalde değişiklik olsun diye, bir defalığına, yıldönümünü şampanya patlatarak kutlayacak. Kimileri de, başta Strazburg olmak üzere, üye ülkelerin çeşitli kentlerinde, protesto yürüyüşleriyle karşılayacaklar bu uğursuz günü. Mavi Defter okurlarına bizim doğum gününe ilişkin hediyemiz de bir "NATO değerlendirmesi" olsun.

Bugün NATO konusunda en fazla tartışılan iki konu var. Bunlardan biri, "Sovyet tehdidi"ne karşı kurulduğu iddia edilen NATO’nun, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra da neden hâlâ varlığını sürdürüyor olmasına ilişkin. İkinci tartışma konusuysa, NATO’nun antlaşmasına belirtilen ve genel ifadeyle "Atlantik bölgesi"ni kapsayan, "sorumluluk alanı"nın artık küreselleşmesi, bütün dünyayı içine alması. 

Aslına bu iki gelişmede de şaşırtıcı bir yan yok ve NATO, aslına, "kuruluş felsefesi"ne uygun davranıyor.  Varlığını sürdürmekle ve "sorumluluk alanı"nı genişletmekle NATO, sadece, kendi remi tarihini yalanlamış oluyor. Ve belki, bu arada, gerçek karakterini tanıyamamış olan aymazları şaşırtıyor.

NATO’nun karakterini, "üç doğum lekesi" belirliyor ve bunlar, 60 yıldır olduğu gibi, bugün de hükümlerini icra ediyorlar. Kuşkusuz, emperyalizmin bir silahlı örgütü olarak NATO’nun saldırgan kimliği ortada ama onun ayırt edici özelliklerini, bugünkü tartışmalara da yanıt olarak, bu üç "doğum lekesi" üzerinden anlatmak mümkün.

NATO, öncelikle, "iki devrim süreci"ne duyulan dehşetli korku üzerinde inşa edildi. Bunlardan birincisi, "sosyalist devrim" korkusuydu. Bu, aynı zamanda, onun "Emek düşmanı" karakterinin de dışa vurumuydu. Birinci karakteristik özelliği işte bu; işçi sınıfı ve genel olarak Emek düşmanlığı, antikomünizm, aynı anlama gelmek üzere, anti-Sovyetizm. İkinci korkuysa, iki paylaşım savaşıyla sömürgeci güçlerin yıkıma uğraması ve halkların ayağa kalkmasıyla sömürgelerde ortaya çıkan "milli devrimler" olgusuna ilişkindi. Bu da, "ezilen halklara karşı düşmanlık" biçiminde kazındı onun karakterine.

Resmi tarih, sadece birincisini yazar ve onu "Sovyet tehdidine karşı savunma" yalanına dönüştürür. Buna göre, NATO, Sovyetler Birliği’ni "kuşatma" ("containment") stratejisinin bir parçası olarak kurulmuştu. O sıralar ABD’nin Moskova Elçiliği’nde görevli George Kennan’ın analizine dayalı "kuşatma siyaset"ine göre, Sovyetler Birliği’nin dışarıya yönelme dinamikleri engellenebilirse, içsel "çürüme" tohumları harekete geçirilebilir, ardından da Komünist Parti’nin gücü kırılırsa, yapı çökebilirdi. Aslında yapılmak istenen, kuşatılan Sovyetler Birliği’nin, tecrit altına tutularak, yaşam alan ve dinamiklerinin çökertilmesi, bütün can damarlarının kesilmesi, doğal gelişme imkânlarının sınırlanması ve nihayet iç sabotajlarla, yıkıcı eylemler ve terörle, yıkımını sağlamaktı. Bunun için de, ülke, "barut ve çelik"ten oluşturulmuş bir askeri paktlar zinciriyle kuşatılacaktı. ABD’den başlayıp Doğu Avrupa sınırlarına uzaman NATO’dan, Güneydoğu Asya NATO’su SEATO’ya, oradan da Avustralya ve Yeni Zelanda’yı içine alan ANZUS’a ve nihayet Alaska üzerinden yeniden ABD ile kilitlenen bir zincirdi bu. Daha sonra, Türkiye’nin militarist girişimleriyle buna (başarısız) bir "Ortadoğu NATO’su da eklendi zincirin halkalarından biri olarak. Bağdat Paktı, üye olan tek Arap ülkesi Irak’ın çekilmesinin ardından, İngiltere, Türkiye, Iran, Pakistan ve kısmi üye olarak ABD’den oluşan CENTO’ya dönüştürüldü. Resmi tarih bu kadarını söylüyor. Ve elbette yalan söylüyor.

Evet, sözünü ettiğimiz yay (paktlar zinciri) içbükey bir hal aldığında, Sovyetler Birliğini kuşatmaktaydı gerçekten. Ama aynı zinciri dışbükey olarak düşünürseniz, bir başka gerçekliği daha ortaya çıkar militarist yapılanmanın; bu halde de, Ortadoğu, Asya ve Afrika’nın, oralarda ortaya çıkmakta olan "milli devrimler"in ve bağımsızlık hareketlerinin kuşatıldığı görülür. Yani, resmi tarihin hiç sözünü etmediği "ikinci kuşatma", NATO’nun "ezilen halklar düşmanlığı"nın bir sonucuydu. Yani, daha o zamandan, NATO’nun "sorumluluk alanı", antlaşmada belirtilen Atlantik bölgesi dışında, Asya-Afrika’yı da kapsamaktaydı. Sadece o zamanlar bu "sorumluluk"un gereklerini ya ABD tek başına, ya da, Türkiye, Tayland, Güney Vietnam gibi tetikçileriyle oluşturulan mekanizmalarla yerine getirmekteydi. Bugün, o "incir yaprağı" da kaldırıldı artık. NATO retoriğinde "Sovyet tehdidi"nin yerini "terörizm"in alması, nesnel koşullardaki değişimle birlikte, işte artık o "incir yaprağı"nın yükünden kurtulmanın demagojik imkânını da sağladı. Emek ve ezilen halklar düşmanlığı, tencere kapak misali, birbirlerinin üstüne "cuk oturmuş" oldu böylece.

NATO’nun üçüncü doğum lekesi, onun, klasik bir "düzen savunma" yapısı olmanın ötesindeki saldırgan "düzen dayatma" niteliğinden kaynaklanır. Bu nedenledir ki, her üye ülkenin kendisi içinde işçi sınıfı, onun politik temsilcileri, komünistler, giderek de, zaman zaman demokratlar, hatta liberaller hep tehdit unsurları olarak görülmüşlerdir. MacCarthy’cilik NATO’nun özünde varolagelmiştir. Onun bu niteliği, kendisini, aynı zamanda, her üye ülkedeki kendi eseri "psikolojik savaş aygıtları"nın üst eşgüdüm çatısı olmasını getirmiştir.  Kısacası, NATO’nun üçüncü özelliği, bir üst psikolojik savaş aygıtı ve iç terör yapılanması olmasıdır. İtalyan Gladio’dan Türk Özel Savaş Dairesi’ne uzanan yol, daha 1947-48’de özellikle İtalya ve Fransa’da, işçi sınıfı hareketine ve iktidarda koalisyon ortağı olan güçlü komünist partilerine karşı CIA önderliğinde yürütülen yıkıcı psikolojik savaş operasyonlarıyla döşenmiştir. Sermaye Düzeni’nin korunması ve savaş yıkıntısı içinde yeniden pekiştirilmesi, emperyalist merkezi çıkarlarının ilerletilmesinin de başlangıç noktasını oluşturacaktı elbette. Bu misyonun doğası gereği, iç düzenleme, NATO’nun "dış işleri" kadar önemliydi.

İçerde ve dışarda "sınıf savaşı"na ilişkin burjuvazinin tunç yasasını o dönemde bir Amerikalı General ABD Başkanı Eisenhower’a sunduğu raporda şöyle belirtmekteydi: "Bu oyunda hiçbir kural yoktur. Şimdiye kadar geçerli olan kabul edilebilir insani davranış kalıpları geçerli değildir… Etkin casusluk ve karşı espiyonaj servislerini geliştirmeli ve bize karşı olanlarınkinden daha akıllı, gelişmiş ve etkin yöntemlerle düşmanlarımızı istikrarlaştırmayı, sabotajı ve yok etmeyi öğrenmeliyiz… Amerikan halkının bu özü itibariyle iğrenç felsefeyle tanıştırmak, onu anlamasını ve desteklemesini sağlamak gerekebilecektir…" Öyle de oldu, öyle de yapıldı…

Hikaye uzun, çalkantılı, çok boyutlu ve kanlıdır bir yanıyla ama, aynı zamanda, yukarıda özetlendiği kadar basittir de. Şimdilerde şampanyalarını patlatanlar, bir tarafta Soğuk Savaş zaferini kutlamaktadırlar ama aynı zamanda kendi krizlerinin yürek çarpıntısında "mezarlıkta korku ıslıkları" da çalmakta, efkar dağıtmakta ve elbette yeni kanlı hamleler için cesaret toplamaya çalışmaktadırlar.

Şimdi her üye ülke içinde NATO’dan derhal çekilinmesini, giderek, NATO’nun feshini savunmak, onların cesaretini kırmak için üye ülke halklarının birincil görevi olarak ortaya çıkmaktadır bu 60. Yılda…

15 Mart 2009

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter