0 0
Read Time:4 Minute, 50 Second

Umut KOCAGÖZ /

29 Mart yerel seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte şehirlerin caddelerini süsleyen parti bayrakları kendi çapında bir yarış halini aldı. Bu yarış, aslında partili politik hayatın ezelinden beri kendi içinde debelense de, bu gerçeği hala değiştirememiş olmamız acıdır. Hatta, değiştirmekle kalmayıp bizzat bu seçim trafiğinin içerisine dahil olan bizlerin, zincirlerimizden de çok kaybedecek şeyleri vardır o zaman.[1]

Seçimlere katılıyor olmanın birçok nedeni (bahanesi) olabilir. Bu nedenlerin hepsinin tekabül ettiği yer burjuva politikliğini yeniden üretmektir. Bunun bir takım ayakları vardır elbette. Bu ayakları düşünelim.

***

Burjuva demokrasisi, temsili demokrasidir. Temsili demokrasinin iddiası, insanların düşüncelerini, hislerini, arzularını, nefretlerini belli bir grup, parti ya da temsilci altında sınıflandırmaktır. Bundan sonraki aşamada ise temsilciler temsil ettikleri insanlar adına konuşurlar, onların yapmadıkları ya da yapmaya yetkileri olmayan işleri yaparlar. Yani ilk olarak bir sınıflandırma ve sonrasında da bir sorumluluk devretme hali yaşanır. İnsanın kendisi ile ilgili bir görevi, sorumluluğu, iradeyi, düşünceyi devretmesi, paylaşmak değildir. Bu, devlettir! Aşkın siyasetin başladığı alan, devletin alanıdır ve insanı iradesizliğe, kulluğa götürür. Bu açıdan bizim temsili demokrasi ile işimiz olamaz.

Bir açıdan demokrasi kavramı zaten devletin kendisidir denebilir.[2] Sonuçta demokrasi, en azından bu biçimiyle, aşkın politik biçimiyle eşit olmayanların eşitlenmesi anlamına gelir. Herkesin tek bir oy hakkı vardır. Bilgi veya sermaye ilişkisinin bu eşitliği bozuyor olması önemli değildir; seçilmek isteyenlerin eşit düzeyde katılım hakkı vardır.(!) Bunun dışında, seçilmenin ya da seçmenin dışında bir alternatif yoktur.(!)[3] Bu açıdan da herkesin eylemi eşit bir şekilde geri dönüş yapar. Fakat bunlardan en temeli ve en önemlisi, bütün farklı düşünceler, çeşitli alternatifler altında ‘eşitlenir’. Mesela 1 milyon insanın görüşü, tek bir x şahsı tarafından ‘eşitlenir’. Fikirlerin çokluğu, insanların hislerinin yoğunluğu hiçbir şekilde önemli değildir. Bu irrasyonalite, aynı zamanda bu bir milyon insanın karar alma ve uygulama hakkını tek bir şahısta depolaması anlamına gelir. Parmaklarını kaldırarak oy kullanan insanların demokrasi anlayışından farklı değildir yani bu. Seçimler, parmak demokrasisidir; kağıttandır…

Temsil sistemini üretmek, insanın eyleme özgürlüğüne, düşüncelerin çokluğuna sınır koymaktır o zaman. Doğrudan kimse eyleyemez; çünkü seçilen biri vardır; üst mercidir… O’na iletilen talepler ile eylem gerçekleştirilir. Seçme bu açıdan talep etme eylemiyle bütünleşir; talep siyasetini yeniden üretir.

Başkaları için konuşmak utanç verici bir şeydir…[4] Modern devrimci siyasetin temel çıkmazlarından biri olan başkaları adına konuşma çabası ve hali, bu açıdan devleti yeniden üreten bir yapılanmayı teşkil ediyor. İşçisiz işçi partileri[5] yurtsever komünist partiler,(ki komünistlerin hepsini asla temsil etmezler ama ulusal bir komünist parti olma statüsüne sahiptirler), işçi ve köylülerin kurtuluşundan sorumlu yapılar… Bu sorumluluğu almak ile seçimlere katılıyor olmak arasında hiçbir fark yoktur. Bu açıdan benim seçim karşıtlığım ile seçimleri boykot eden seçim karşıtlarının arasında bir ilişki de olamaz.[6]

Devleti yeniden üreten bu tarzı eleştirmemiz gerekmektedir. Bu tarz, seçimlere katılarak ve kendi birimlerini de seçim usullerine göre kurarak bürokratik devlet mekanizmalarını işletir. Ya da bu tarz, seçimleri boykot etse de temsilcilik görevini üstlenerek insanları aşkın siyasete yönlendirir. Bu devlettir!

Temsil sisteminin üretilmesinin karşısındaki bu çabanın nedeni özgürlüktür. İnsanlar, birileri onlar adına konuşurken, birileri onlar adına eylerken, birileri onların sorumluluklarını alırken özgür olabilirler mi? Eğer böyle bir özgürlük var ise, o özgürlük anlayışı yıllardır seslerini göğe ulaştıran feministlerle, LGBTT hareketi ile ya da Zapatist hareket ile temas etmemiştir.

Halkın, işçilerin, öğrencilerin… temsilcileri yoktur. Ya da aslında şunu söylemek daha doğru olabilir; halkın, işçilerin, öğrencilerin temsilcileri vardır. Halk, işçiler, öğrenciler kapitalist dünyanın parçalarıdır. Bu açıdan sınıf savaşını yeniden kuran bu ögelerin sözcülerinin olması doğaldır. Fakat sınıflara karşı sınıfsızlığı savunan ve kendisini ve bütün toplumu sınıfsızlaştırarak özgürleştirecek olan proletaryanın temsilcisi olamaz. Proletarya, çokluktur. Çokluğun temsilcisi yoktur.

Çokluk, kendisini kendi ifade biçimleri ile kurar. Mesela, Zapatislerin kendi dilleri, kendilerini kurma biçimleri vardır. Heyecanla izlediğimiz bu hareket, iktidarı almak için temsilcilere gerek duymaz. İktidarın devleti üreten bir karşılığı olduğunu bilir. Feminist hareket içinde de bu örneklere rastlayabiliriz. Kendilerini kendi biçimleri ile özgürce ifade eden feministler, hareketi geliştiren ve özgürleştirenlerdir de aynı zamanda…

Akın Birdal’ın[7] İstanbul’a dair projelerini görünce bir şaşkınlık yaşadım. Bunun ilk nedeni, doğrudan demokrasi kavramını kullanıyor olmasındandı.[8] Birdal’ın demokrasi ile ilgili kurduğu cümleler ya da şehre dair projeleri gerçekten umut verici. Fakat bunun ‘yukarıdan’ ‘temsilciler’ yolu ile ‘insanlar için’ yapılıyor olması biraz düşündürücü. Gerçekten devletten ve partilerden bağımsız, otonom mahalle meclislerinin kurulması (ya da gerçekten bunların kurulmasına çalışılması ve bunların sürekliliğinin sağlanması) yerine bu yukarıdan kurulan dil ve yönetim biçimi, her ne kadar Paris Komününü hatırlatan geri çağırma hakkı ile beslense de o andan itibaren gerçekliğini yitirmiştir. Örnek olarak, Paris komünü ‘aşağıdan’ gelmiştir vs.

Chavez’in yöntemini hatırlatan bu şablon, halk meclislerini kurmaktan ‘yoksun’ olan halka halk meclisi kurmayı öneriyor. Başka bir bağlamda incelersek, seçildiği zaman bir ‘cennet’ vaat ediyor. Temsili modern siyasetin belki de en büyük fikri temeli bu dinsel vaat geleneğidir.

Seçimleri bir ‘araç’ olarak gören fikirlere bir şey denilemez ama bu bizim aracımız değildir. Bunun nedeni, aşkın politikliğin devlete içkin olmasıdır. Bunun nedeni, insanlara bir şeyler vaat ederek onlar adına konuşan politikliğin burjuvaziye içkin olmasıdır.[9] Bu ‘tarz’ araçların kullanılmasının bürokrasiye içkin olmasıdır. Komünizmin yöntemi başkadır elbette. Bu yöntem, insana içkin olan ‘hayat’tır…

15 Mart 2009

[1] Marx ve Engels’in ünlü sözü ile biraz oynama hakkımı kullanıyorum.

[2] Lenin’in Devlet ve Devrim kitabına bakılabilir.

[3] Biz varız!!

[4] Foucault, Entellektüelin Siyasal İşlevi, Deleuze ile söyleşi, Entellektüeller ve İktidar, Ayrıntı yay.

[5] Burada bana yöneltilebilecek temel eleştiriyi göğsümle karşılayabilirim: işçi partisi, işçilerin çıkarlarını temsil eder… işçisiz olması önemli değildir; işçi sınıfı bilincine sahiptirler… belki en kötüsü de bu ya; bu bilince sahip olan profesyonellerin neden gerçekten işçi olmadıkları sorusu… ‘tabi onlar partinin işçisidirler’. Yani diyorum ki, eleştirinizi biliyorum, ve bilimsel gelmiyor ne yazık ki…

[6] Bazı yapıların her seçim döneminde boykot çağrılarından bahsediyorum. Bu bazı yapıların bazıları da temsil iddiası ile yola çıkmış yapılardır.

[7] Burada Akın Birdal’ın kendisine yönelik bir eleştiri yoktur; burada işlenen tema ‘fikirsel’ düzeydedir. Birdal’ın da savunduğu bu modernist siyaset yöntemini eleştirmektir.

[8] http://www.atilim.org/haberler/2009/03/11/Akin_Birdal_projelerini_acikladi.html

[9] Pink Floyd’un Animals adı albümü dinlenebilir.

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter