M. Can YÜCE / Bugün Genelkurmay Başkanı, belli bir topluluk önünde uzun ve “önemli” bir konferans verdi. Bu Konferans, öteden beri tartışılan konulara ve geleceğe ilişkin öngörülere devlet cephesinden açıklık getirmekte ve yanıt vermektedir; bir bakıma devletin resmi duruşunu ve ana çizgilerini ortaya koymaktadır. Bu anlamda önemli bir açıklama olduğunu düşünüyoruz.
Anılan konuşma kapsamında belirtilen konuların, dillendirilen Kürt “açılımları”, Kürt Konferansı, Obama’nın Türkiye gezisi, Ergenekon ve DTP operasyonlarıyla bağlantılı noktaları vardır. Elbette anılan konferans, bütün bunlara “güncel” bir yanıt olarak düşünülmemelidir. Onu, içinde geçmekte olduğumuz sürece ve onun temel eğilimlerine yönelik Ordunun, Genelkurmayın görüşünü, duruşunu, temel çizgilerini derli toplu olarak yeniden anlatan ve bunu “akademik” bir çerçevede ortaya koymaya özen gösteren ideolojik-programatik bir çerçeve olarak değerlendirmek gerekir. Bundan dolayı üzerinde durmakta yarar var.
Genelkurmay Başkanı, öncelikle;
"Ancak, unutulmamalıdır ki; her konuyu tartışabilme özgürlüğü devletlerin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içeremez.
Kimse Türkiye’den, ne Türkiye’nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısını zayıflatabilecek ne de Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinin değiştirilmesi yönünde isteklerde bulunabilir.
Türk Silahlı Kuvvetleri; ATATÜRK’ün bize emanet ettiği ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın" (www.tsk.mil.tr) sözleriyle hem iktidar konumunun altını çiziyor, hem de TC’nin esneme sınırlarını net bir biçimde vurguluyordu.
Bu net ve kesin vurguların, yapılan “Türkiye halkı” ve üst kimlik ve “ikinci kimlik” “açılımlarından” sonra gelmesi boşuna değil, bunlar, gerçekten devletin ne kadar esneme marjına sahip olabildiğini anlatıyordu.
Genelkurmay başkanın bu konferansında altını çizdiği ve Ordunun konumunu, duruşunu ortaya koyduğu temel noktalar nelerdi?
“Asker- sivil ilişkileri” başlığı altında son bir yıldır tartışılan ve epey sarsıntı geçiren ordunun iktidar ilişkileri içindeki konumunu, bunun ideolojik ve moral temellerini bir kez daha ortaya koymak ve bu konuda yaşanan erozyonu durdurmak ve baraj oluşturmak istemiş ve bunu ideolojik ve programatik bir çerçevede koymuştur. Bu anlamda ordunun TC’nin gelişme tarihindeki “öncü” rolüne ısrarlı vurguları bu kaygı ve isteği anlatmaktadır.
Salt bu değil kuşkusuz. İktidar ilişkileri içindeki konumunu vurgulamasının ideolojik ve politik gerekçelerini de en geniş çerçevede ortaya koymaya özen göstermiştir. Kürt sorunu ve Cumhuriyetin temel nitelikleri ve bu bağlamda laiklik, en geniş bir çerçevede değerlendirme konusu yapılmıştır.
Kuşkusuz Genelkurmay başkanının konuşmasında “yeni” unsurlar da var; kimi çevreler tarafında bu, “yeni” açılımların “ön habercisi” olarak değerlendirilirse şaşmamak gerekir. General Başbuğ konuşmasında, “Türkiye halkı” kavramını kullanmakta ve bunun ne anlama geldiğini genişçe açmaktadır.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir devrimdir. Devrimin amacı ise bir ulus- devletin yaratılmasıdır. Bu düşünceden hareket ederek ATATÜRK, Türk milletini şu şekilde tanımlamıştır:
"Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir."
"Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kimdir?" Cevap, Türkiye halkıdır. Görüldüğü gibi buradaki halk ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada – ki burası Türkiye’dir – yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir.”
Burada “Türkiye halkı” ve “Türk milleti” özdeşliği, aslında yeni bir unsur içermiyor, geleneksel Türk ulus tanımını tekrarlıyor. Altı çizilmeye çalışılan nokta, bu ulus tanımının “etnik köken” ve “ırki” bir temele dayanmadığı, “vatandaşlık” bağına dayandığı, “bütün unsurlar için kapsayıcı ve bağlayıcı bir üst kimlik olduğudur. Türk Milletinin “Türkiye halkı” olduğu tanımı, yani Türk ile Türkiye kavramlarının bir ve özdeş kavramlar olarak ortaya konulması, inkâr ve imha biçimindeki resmi çizgiyi aklamaya yetmiyor, onun değişime uğramaya başladığını göstermiyor. Tersine bir ısrarı dayatıyor, değişmez, silah zoruyla korunacağının mesajını veriyor. Bunun Genelkurmay Başkanı tarafından açıklanması da boşuna değil, bu, bunun böyle olduğunu vurgulamaya dönük bir yaklaşım olmaktadır.
Bu tanım ve özdeşlik bağlamında konulan “kültürel kimlik”, “ikincil kimlik” kavramları, toplumsal grup ve kimlikleri içermiyor, tersine onları bireysel kimlik olarak daraltarak anlamsızlaştırıyor. “Kürt kökenli vatandaşımızsınız, bireysel bir kimlik ve hak olarak bunu yaşayabilirsiniz, tabii Türk ulus kimliğine sadakat bağlamında, bunun ötesini tartışma konusu yapmak bile mümkün olmaz. Bunu da herkes bilmelidir!”
“Türkiye halkı” kavramıyla, aynı zamanda yapılmakta olan Kürt “açılımlarının” çerçevesi de bir kez daha ortaya konulmaktadır. TRT 6 gibi kimi açılımlar olabilir. Dil ve kültür alanında kimi adımlar da atılabilir. Ama resmi çizgi, yani Cumhuriyetin temel niteliklerine, Türk millet tanımı, ulus-devlet ve onun ortak değerlerine kesin ve mutlak başlılık koşuluyla, bunun ötesinde başka bir istek ve talepte bulunmamak koşuluyla…
Öte yanda, öteden beri dile getirilmeye çalışılan “Kürt Paketi”nin devlet cephesindeki anlamı ve onun ana çizgileri de belirlenmiş oluyor. Resmi çizginin bir iki rötuş ile tekrarı, bu bağlamda bir iki kırıntı ve bununla devletle “entegrasyon” sürecinin daha etkin bir biçimde sürdürülmesi, işte bu, “yeni” paketin ana çizgilerini anlatmaktadır.
Asimilasyon ve entegrasyon kavramlarının tartışılması ve entegrasyon kavramının bundan sonraki süreçte öne çıkarılması, resmi çizgide bir dil ve terminolojinin geliştirmeye çalışılması, resmi çizginin bu terminolojiyle uygulanmaya çalışılması, işte bu, devletin “yeni açılımının” ne olduğunu çok iyi anlatmaktadır.
Bu “açılım paketi” bağlamında “PKK’ye karşı mücadele konseptinin” içeriği de netleşmiş bulunuyor. Bunu Genelkurmayın son konuşmasında okumak mümkündür:
"- Devlet, Örgüte katılımların nedenlerini iyi inceleyerek, alacağı tedbirlerle, Örgüte katılımları kontrol altına almalıdır.
– Devlet, dağ kadrosunun Örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesini sağlamak için bazı değişiklikler yapmalıdır.
– Terörle mücadele, sadece terörist odaklı olarak görülmemelidir.
Terörle mücadele, devlet tarafından topyekûn şekilde, millî gücün bütün unsurları (güvenlik, ekonomi, sosyo-kültürel (eğitim ve sağlık dâhil), propaganda ve uluslararası) kullanılarak, koordineli ve etkin bir şekilde yürütülmelidir.
– Bölücü Terör Örgütüne uluslararası verilen destek ve Örgütün finans alanındaki serbestliği tam olarak engellenmelidir.
– Irak’ın kuzeyindeki Bölücü Terör Örgütünün varlığı -ki bu varlık Örgüt için hayatidir- mutlaka etkisiz hale getirilmelidir. "
Bütün bu önlemlerin anlattığı şey çok açıktır: Erich Maria Remarque’nin Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabının adını değiştirerek vurgulamak gerekirse;
Cumhuriyet Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!
Bitirmeden bir hatırlatma yapmakta yarar var: “Türkiye ulusu”, “demokratik Türkiye ulusu”, üst kimlik ve alt kimlik kavramlarını “Kürt sorununun demokratik çözümünde” anahtar kavramlar olarak gören A. Öcalan, Genelkurmayın bu açıklamasını okuduktan ya da tek dalgalı FM radyosunda dinledikten sonra, “en son Genelkurmay da benim çizgime geldi” derse, hiç şaşmayın!
Belli ki, Genelkurmay, “biz Cumhuriyet Kürdü olmak için çırpınıyoruz” laflarına hala beş paralık değer vermemektedir. Tersine onların bu sürünen duruşlu “politik ve askeri güçlerine” ihtiyaç duymaktadır. İktidar ilişkileri içindeki belirleyen konumunu sürdürmek, Güney ve Irak politikalarındaki etkisini daha da geliştirmek için böyle bir bahaneye şiddetle ihtiyaç duymaktadırlar. Hem belirlenen bağlam içinde “açılımlara” açık oldukları mesajıyla bir rahatlamayı, hem cephelerini genişletmeyi, hem de var olan bahaneleriyle iktidar konumlarını sürdürmeyi planlıyorlar. Laiklik ve orduya dönük eleştiriler karşısında aldıkları duruşla bu konumlarının savaşını her cephede verme kararında olduklarını en üst düzeyde açıklamış bulunuyorlar… General Başbuğ’un anlattıklarının ana çizgileri kısaca böyledir. Yani:
Cumhuriyet Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!
14 Nisan 2009