M. Can YÜCE / 1 Mayıs, işçinin, emekçinin bayramı; Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü… Tüm emekçilere ve ezilenlere kutlu olsun…
Mücadele, kendinin, kendi sorunlarının, kendi ihtiyaçlarının bilinciyle birlikte ete kemiğe bürünür; kararlılık ve özveriyi gerekli kılar.
Mücadele, tek başına hareketi değil, kolektif bir çabayı, birliği ve dayanışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu, kendi toplumsal konumunun bilinciyle, toplumsal sorun ve ihtiyaçlarının dayatıcılığıyla ve bütün bunların gelecek tasarımını da içeren programatik bakış açısıyla bağlantılı olduğunu anlatır.
Mücadele, birlik ve dayanışma kavramlarının 1 Mayısa içerilmiş olmaları, boşuna değil, yaşanan gerçekliğin en özlü ve veciz ifadesi olmaktadır.
Birlik ve dayanışma içinde kararlı bir mücadele göze alındığında, bu, tüm baskı ve yıldırma çabalarına rağmen sürdürüldüğünde nelerin başarılacağının en somut kanıtını 1 Mayısın kendisi sunmaktadır. İşçilerin, emekçilerin ve diğer tüm ezilenlerin ortak ve birlikte mücadelesi, yani birlik, dayanışma ve mücadele kavramları bugün de önemini, anlamını fazlasıyla korumaktadır.
Mücadele, birlik ve dayanışma kavramları salt bir sınıfla, işçi sınıfıyla sınırlı değildir; salt o sınıfın dar “ulusal” sınırlarıyla da sınırlı değildir. Tüm ezilen ve sömürülen sınıf ve toplumsal güçleri kapsamak, “ulusal sınırların” ötesine taşarak enternasyonal bir biçim ve nitelik kazanmak durumundadır.
“Yeni bir dünya mümkündür” sözünün gerçek haline gelmesi de bu geniş bakışlı ve enternasyonal yaklaşımla mümkündür!
Kapitalizmin dünya çapında her gün biraz daha derinleşen krizi ortamında anılan kavramların somut güncel anlamı çok daha büyük önem kazanmaktadır. “Global kriz” neo liberalizmin iflası anlamına geldiği gibi, “Yeni bir dünya mümkün” sözünün anlam ve önemini artırmaktadır. Bu, aynı zamanda işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfların, işsizler ordusunun önemini, mücadele çizgisinin anlamını bir kez daha vurgulamaktadır.
Türkiye’de 1 Mayıs, son on yıllar içinde çok önemli bir mücadele, hesaplaşma, kıran kırana geçen bir psikolojik kırılma/kırma noktasına dönüştürüldü. 1 Mayıs 1977 katliamı, aslında TC’nin işçi ve emekçiye bakışını, 1 Mayısa karşı olan korku ve duruşunu kanlı bir biçimde anlatmaktadır. Bu katliamdan sonraki yıllarda 1 Mayısı yasakladılar, bayram ve tatil günü olma özelliğine son verdiler. Güçleri yetseydi, 1 Mayısı takvim yapraklarından dahi sileceklerdi. Ama bu doğal olarak mümkün değildi. TC ve onun özel savaş aygıtı, her yıl 1 Mayısı kana bulamakta sakınca görmedi, işçi ve emekçi düşmanlığını, kin ve öfkesini kanlı bir biçimde gösterdi. Aylardır büyük bir kampanya ile sürdürülen Ergenekon operasyonları, 1977 1 Mayıs katliamına uzanmadı. Uzanamazdı, çünkü anılan katliam TC’nin sayısız “karanlık” ve kirli operasyonundan biriydi.
O katliamla Taksim meydanını kana buladılar. Bununla yetinmediler, Taksim’i sürekli olarak 1 Mayısa kapatmak için delinmez bir devlet politikası oluşturup her yıl kanlı bir biçimde uyguladılar. Bu devlet duruşu, salt simgesel değil, aynı zamanda 1 Mayıs düşmanlığının da açık bir göstergesidir.
Buna karşı emekçilerin ve devrimcilerin tutumu, 1 Mayısı her açıdan ruhuna uygun kutlamak, bu bağlamda Taksimi, 1 Mayıs Alanını yeniden 1 Mayısa açmak biçiminde somutlaşmaktadır. Bu kararlı duruşun arkasında durmak, bunu kitlesel olarak yaşama geçirmek önemlidir. Elbette 1 Mayısı salt İstanbul ve Taksim ile sınırlandırmak doğru değildir. Ama bu, Taksim ve İstanbul’da ısrarın önemini azaltmaz. Tersine bu ısrarla birlikte bu kararlılığı diğer merkezlere taşımak da önemlidir. Politik ve simgesel ısrarın, 1 Mayıs 1977 katliamında yaşamını yitirilen 34 işçi ve emekçinin anısına saygının da bir gereğidir. Bununla birlikte bu ısrarın katliamcı ve yasakçı anlayış ve devlet çizgisini geriletme ve teşhir etmede önemli bir rolü vardır.
Burada daha da önemli olan ve mutlaka aşılması gereken nokta şudur: 1 Mayısa verilen önem ve bu noktada gösterilen ısrarın, kararlı duruşun mücadelenin diğer zamanlarına taşırılmamasıdır!
Bu, önemli bir paradokstur; genel olarak devrimci hareketlerin, işçi hareketinin yaşadığı ideolojik, politik ve moral sorunlarla doğrudan bağlantılıdır. Anılan bu sorunlar aşılmadığı sürece bu sorunlar da devam eder, hem de katlanarak…
Bu yıl, devlet, 1 Mayısı bayram olarak ilan etti. Bu, aslında yıllardır verilen mücadelenin, ödenen bedellerin bir sonucudur. Bu, süreklileşen bir mücadelenin kazanmada en belirleyici etken olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.
Kuşkusuz Kürdistan emekçileri 1 Mayısa yaklaşır ve onu kutlarken diğer emekçi kardeşlerinden farklı bir noktada olma lüksüne sahip değiller. Tersine toplumsal ve ulusal sorunlarını daha geniş ve enternasyonal bir perspektifle ele aldıkları ölçüde başarı şansını yakalayabilirler. Gerçi bugün İmralı teslimiyet ve tasfiyeciliğinin ağır etkisi altında olan Kürdistan emekçilerinin bilinçleri, mücadele ruhları ve birikimleri saptırılıyor, tasfiye edilmeye çalışılıyor. O nedenle 1 Mayısa yaklaşım daha da sıradanlaştırıldı, özü boşaltıldı. Ama bu güncel duruma rağmen bu durumun geçici olduğundan da kuşku duymamak gerekir. Newroz ve 1 Mayıs, sözcüğün devrimci anlamında Kürdistan emekçilerinin bilincinde, ruhunda ve günlük politik davranışında et kemiğe bürüneceği zaman gelecektir. Bundan kuşku duymamak gerekir…
Bijî 1 Gulan!
28 Nisan 2009
.