0 0
Read Time:5 Minute, 52 Second

10yil2M. Can YÜCE / 10 yıl önce neden, nasıl ve hangi gerekçelerle tam anlamıyla bir teslimiyet, tasfiye ve silahsızlandırma planının uygulamaya konulduğunu belgeleriyle özetlemeye çalıştık. Sunulan belgenin içeriği ve yapılan değerlendirmenin, 10 yıllık gelişmelerin kavranmasına ve bugünkü gelişme eğilimlerinin anlaşılmasına ışık tutacağına inanıyoruz.

Peki, bu 10 yıl içinde neler oldu? Kısa ve satır başlıklarıyla:

7 Temmuz 1999 Talimatı ve daha sonra yapılan teorik ve politik değerlendirmelerle “Silahlara teorik düzlemde” veda edildi; “silahların işlevini tamamlandığı”, bunun yerine “Demokratik barışçıl mücadele stratejisinin” benimseneceği söylendi ve bu, karar altına alındı. 7. Kongre, diğer temel durumların yanı sıra bu durumu da karara bağladı.

7 Temmuz Talimatında çerçevesi çizilen politika, 2 Ağustos 1999 tarihinde resmen açıklandı ve uygulamaya konuldu. O tarihten sonra “Silahlara veda” kararının bir gereği olarak gerillayı “sınırların ötesine” çektirme süreci başlatıldı. Bu süreç tam anlamıyla bir gerilla kıyımına dönüştürüldü. Yapılan resmi açıklamalara göre bu süreçte 700 dolaylarında gerilla yaşamını yatırdı. Öcalan, kendisini devlete kanıtlamak için acele ediyor ve ettiriyor, plansız ve programsız mevzilerini terk etmek durumunda kalan gerilla, TC ordularının açık hedefi haline getiriliyordu. Ancak ilginçtir, bu kayıplar ve nedenleri tartışma ve soruşturma konusu yapılmadı, bu kıyımın sorumlularından hesap sorulmadı. Hiç kuşku yok, bu kıyımın birinci derecen sorumlusu Öcalan’dır, ondan sonra da dönemin Başkanlık Konseyidir. Yine kendini devlete kanıtlama ve samimiyetini göstermek için iki teslimiyet grubu teslim edildi. Ama devlet, henüz bazı adımlar atma eğilimde değildi.

7 Kongre, İmralı çizgisini onaylayan ve resmi parti çizgisi haline getiren bir platform olarak tarihe geçti. Bu kongrede sadece silahlı mücadele teorik ve politik olarak mahkûm edilmedi, PKK’nin devrimci program ve çizgisi de mahkûm edildi. Benimsenen çizgi, özünde devlete ve düzene kabul edilme, başka bir deyişle kimi hak kırıntılarıyla af dileme çizgisidir.

Teorik ve politik olarak silahlara veda etmişlerdi. Ama düzene kabul edilmeleri, ancak devletin bir affına bağlıydı. Yani “silahlarıyla birlikte” teslim olmaya hazırdılar. Ama onları kabul edecek, ellerindeki silahları teslim alacak bir devlet kurumu, bir devlet yoktu. Dolayısıyla teslim etmek istedikleri silahlar ellerinde kaldı, kendileri de dağa “tutsak” bir yaşama mahkûm edildiler…

2004’un ortalarından sonra ise yeniden bir “çatışma süreci” başlatıldı. Ancak bu konuda daha önce söylenen sözler, alınan kararlar ve açıklanan politikalar hakkında tek bir söz söylenmedi. Sanki daha önce içinde oldukları süreç, bir ateşkes süreciymiş gibi yansıttılar. Bu, tam anlamıyla bir samimiyetsizlik ve ciddiyetsizlik örneğiydi. Peki, dün teorik ve politik düzlemde veda edilen silahlara, yeniden bir mücadele yöntemi olarak neden başvurmuşlardı? Hangi politik program uğruna, hangi askeri stratejiyle?

Bu konuda daha önce çok yazdık, tekrarlamak çok anlamlı değildir. Ancak şu kadarını tekrarlamakta yarar var: Yeniden başlayan çatışma süreci, Kürt halkının çıkar ve hedefleri ve yine onun bağımsız iradesiyle başlatılan bir süreç değildi. Açıklanan hedefler, birkaç kırıntı ve af karşılığında düzene ve devlete kabul edilmekten başka bir şey değildi. Bunlar biliniyor. Bu süreç, İmralı üzerinden dayatılan özel savaş aygıtının bir operasyonuydu… Çünkü özel savaş aygıtının birçok iç ve dış politika hesabı vardı. Bu hesapların bir gereği olarak sınırlı, politik program ve askeri stratejiden yoksun, denetimli bir “savaşa” şiddetle ihtiyacı vardı. Daha sonra ortaya çıkan askeri darbe planlarının aynı döneme denk gelmesi, gerçekten bir rastlantı mı? Yine o dönemin önemli bir iç iktidar çekişmesine, Irak ve Güney Kürdistan üzerinde yoğun bir mücadeleye sahne olduğu bilinmektedir!

Daha önce kendilerine altın tepside sunulan mutlak teslimiyet planının final aşmasına, kimi kırıntılarla af edilme istemlerine itibar etmeyen TC devleti, bugün, “Demokratik Açılım” adıyla bir paket hazırlığı içinde. Bu “açılım” ile Öcalan’ın 15 Ağustosta açıklayacağı söylenen “Yol haritası” gerçekten birbirinden bağımsız eğilim ve süreçler mi, yoksa içinde çok sayıda bağı barındıran birbirini tamamlayan bütünlüklü bir hareketin birer yansımaları mı?

Peki, devlet bu “açılımı” hangi koşullarda, hangi iç ve dış dengeler üzerinde gerçekleştiriyor?

Önce içe bakalım: Öteden beri birçok zemin ve düzeyde süren iç iktidar kavgasında ordu, önemli bir politik ve psikolojik gerileme içine girmiş, devlet içindeki sivri uçlar tasfiye sürecine alınmış, bir yönüyle yeni bir açılım için daha elverişli bir politik denge durumu yakalanmıştır. Ergenekon operasyonunun sonucunda yakalanan politik ve psikolojik üstünlük olmasaydı, bu açılımın gündeme gelme şansı bu kadar yüksek olmayabilirdi. Tabii bu, bu sürecin “muhalefetsiz” gürültüsüz süreceği anlamına gelmiyor. Tersine anılan çekişme sürecinde biraz kan kaybeden cephe, önemli bir direnç faktörü olmayı sürdürüyor!

Kuşkusuz gündeme getirilen “açılım”, ABD’nin Irak, Güney Kürdistan ve Ortadoğu politikasından bağımsız değildir. Tersine bu alanda Türkiye’ye yüklenen rol ile çok yakındın bağlantılı bir süreçtir. Diğer göstergeler bir yana ABD Ankara Büyükelçiliğinin girişim ve temasları bu durumun en açık kanıtıdır. 2007 Washington Mutabakatından sonra, TC, Irak ve Güney Kürdistan politikasında gözle görülür bir ağırlık kazandı. ABD’nin Irak’tan çekilme ve Afganistan üzerinde yoğunlaşma pratiği de anılan alanda TC’nin ağırlığı artırmıştır. Bu, bir bakıma daha etkin bir role hazırlama yaklaşımıdır. Yüklenilen rolü başarabilmesi için TC’nin Güney Kürdistan Federe Hükümetiyle daha iyi bir ilişki içinde olması, PKK sorununu çözmesi ve kırıntılar düzeyinde de olsa Kürt sorununda kimi açılımlar yapması gerekiyordu.

ABD, kendi orta ve uzun vadeli Irak politikasının “güvenliği” için PKK varlığının tasfiyesi veya düzen sınırlar içine çektirilerek etkisizleştirilmesini zorunlu görüyordu. Bunu salt TC’nin rolünü daha iyi yerine getirmesi için değil, bununla birlikte Güney Kürdistan ve Irak açısından gerekli görüyordu.

Aslında 10 yıldan bu yana düzene kabul edilmek için çırpınan Öcalan’ın duruşu da ABD ve TC açısından önemli bir fırsattı. Bu 10 yıl içinde sadece ideolojik ve politik tasfiye süreci önemli bir mesafe kazanmamış, aynı zamanda Kürtlerin kendini eşit görme ruhsal duruşunu da darbelemiş, politik olarak bir dilenci konumuna düşürülmüştür. Bu dilencilik konumu, aslında kendi içinde paradoksal noktaları da taşıyor. Hem diremiş, hem de bu direnişin özünü boşaltan, anlamsızlaştıran politik istem ve programların kendisi bu paradoksun özünü anlatmaktadır.

Şöyle de özetlemek mümkündür: Savaşlarda topçu atışları, ağır hava saldırıları ve bombardımanları, düşman üzerinde psikolojik baskı yaratarak irade zayıflatma, askeri deyimle “yumuşatma” hareketleridir. Mevzilerin iyice “yumuşatıldığı” tespiti yapıldıktan sonra piyade savaşı başlar ve bu, artık stratejik sonuç elde etme veya bu yolda ilerleme hamleler dizisidir!

Gelinen noktada İmralı sürecinin Kürt halkının bilincinde ve ruhunda gerekli “yumuşatmayı” yaptığını tespit eden TC, belli bir süreç başlatmaya karar vermiştir. İçeriği net olmasa da açılan paketin “bireysel haklardan” öte bir anlam taşımadığı çok açıktır. Buna “Cumhuriyeti restore etme hareketi” de demek mümkündür! “Etnik kimliklerin”, alt kimliklerin kabulü ve bunların Türk ulus tanımının içine eklenmesi denemesi yapılmaktadır. Bu, aynı zamanda Kürtlerin sömürge konumlarının yeniden tanımlanması ve kurulması anlamına da gelmektedir. Bu restorasyon “Açılımının” çerçevesi henüz net olmamakla birlikte gelinen nokta iç ve dış dengelerin bir gereği ve zorlaması olarak gündeme sokulduğu çok açıktır!

Üç boyutunu özetlediğimiz iç ve dış dengeler ve koşulları “tarihi fırsat” olarak değerlendiren TC’nin önünde önemli direnç noktaları vardır. Bu noktada yakın gelecekte “Milli mutabakat” sağlamaları olanaksız görünmektedir.

Öcalan’ın aylar öncesinden açıklanacağı söylenen “Yol haritası”, yukarda özetlediğimiz sürecin önemli bir ayağı konumundadır. Yapacağı açıklama özü itibariyle 7 Temmuz 1999 tarihli talimattan farklı olmayacaktır. Kimi “sert” ifade ve istemler de olsa bunlar, PKK ve Kürtleri Cumhuriyet sistemiyle bütünleştirme, başka bir ifadeyle kendini “Cumhuriyet Kürdü” olarak kabul ettirme hareketinden başka bir anlam ifade etmeyecektir!

Önümüzdeki birkaç günde “meşhur” Yol Haritası, ana çizgileriyle ortaya çıkacak ve içinde geçmekte olduğumuz günlerin fiili tasfiye sürecinin “Final aşaması” olup olmadığı bütün çıplaklığı ile anlaşılacaktır! Bu konudaki değerlendirmemizi bu yazı dizisinin 3. Bölümünde ortaya koymaya çalışacağız!

11 Ağustos 2009

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter