0 0
Read Time:5 Minute, 5 Second

dtp-ocM. Can YÜCE / “Benim felsefem egemenlik anlayışına karşıdır. Egemenlik zulümdür, iktidar vahşettir. Ben, egemenlikten nefret ediyorum. Bu anlayış, etnik milliyetçiliği körüklemek demektir. Ben, iktidara karşıyım. Benim anlayışım demokratik toplumun inşa edilmesi, demokratik mekanizmanın toplumda kurulmasıdır. Bunlar, egemenlik, ulus-devlet anlayışı İngilizlerin planıdır. Dünyaya bunu onlar pazarlıyor. Adeta bunu bir pislik gibi toplumun üzerine saçıyorlar. Onlar bu işlerin nasıl yapılacağını çok iyi biliyorlar, bu konuda yeterince uzmandırlar.” Gündem Online, 9 Eylül tarihli Görüşme Notu

“Bir süredir DTP odaklı olarak Kızıl Bayrak’a ve gazetemiz çizgisindeki sınıf devrimcilerine yöneltilen saldırı ve provokasyonlar hakkında aşağıdaki hususları ilerici-devrimci kamuoyunun bilgisine sunuyoruz:

1- Gelinen yerde bu saldırıların ve provokasyonların münferit değil fakat DTP merkezli olduğu, buradan savunulduğu ve yönlendirildiği kesinlik kazanmış bulunmaktadır. Soruna çözüm arayan devrimci güçler tarafından DTP İstanbul İl Yönetimi ile yapılan görüşmeler bu konudaki belirsizliği ortadan kaldırmıştır. DTP İstanbul İl Yönetimi olup bitenlerin sorumluluğunu üstlenmekle kalmamış, bunu son derece kaba yeni saldırı tehditleriyle birleştirmiştir.

DTP İstanbul İl Yönetimi aldıkları tutumun merkezi düzeyde olduğunu da ifade etmiş bulunmaktadır. Bunun böyle olup olmadığını şu an kesin olarak söyleyebilecek durumda değiliz. Ama ciddi bir siyasal parti olarak DTP’yi bir an önce kamuoyu önünde gerekli açıklamaları yapmak, saldırılara ilişkin tutumunu ortaya koymak, kapalı kapılar ardında savurduğu tehditleri kamuoyu önünde de tüm açıklığı ile sıralamak ve savunmak sorumluluğu beklemektedir.

2- Saldırılar gazetemizde yıllardır misafir yazar olarak yazan M. Can Yüce’nin yazıları üzerinden gündeme getirilmiş olsa da bunun bizim için herhangi bir inandırıcılığı yoktur. Asıl sorun bizzat gazetemizle, onun ilkelere dayalı bağımsız devrimci çizgisiyledir. Sol hareket ile ilişkilerini ilkesiz uyum ve koşulsuz tabiiyet üzerine kurmaya fazlasıyla eğilimli (ve biraz da buna alıştırılmış bulunan) PKK eksenli Kürt hareketi bu bağımsızlığı hiçbir zaman kabullenemedi ve değişik vesilelerle soruna dönüştürmeye çalıştı. Şu günlerde bunun yeni bir örneği ile yüz yüzeyiz. Son saldırılar da bunun bir ifadesidir. “ (http://www.kizilbayrak.net/)

Birinci paragraftaki sözler kime ait, sözü ve özü bir olan, sözü ile davranışı arasında tutarlı bir içtenlik olan bir demokrata mı? Yoksa kendisini dokunulmaz bir tabu, hatta tanrı haline getiren ve getirten, en sıradan bir eleştiri ve farklı sese tahammül etmeyen, yıllardır kurduğu iktidar sistemi ile tam bir despotik kültür yaratan, bunu da sayısız pratikle kanıtlayan gerçek bir despota mı?

Diğer alıntı ise kısa bir önce saldırıya uğrayan Kızıl Bayrak Gazetesinin bu konudaki açıklaması… Bu iki açıklamayı birlikte okuyup değerlendirdiğinizde karşı karşıya olduğumuz zorbalık ve aynı zamanda demagojik manipülasyonun hangi pervasızlık boyutlarında olduğunu anlamakta zorlanmazsınız? Öyle de olsa konuyu biraz açmakta yarar var.

Daha öncesi bir yana 1986 PKK 3. Kongresinden sonra içte en sıradan bir farklılığa izin vermeyen, bunu bastırma ve imha yöntemleriyle susturan, daha da önemlisi tam anlamıyla psikolojik terör ve karalama kampanyalarıyla farklı ses ve politik faaliyetleri bastıran, toplum içinde gelişme olanaklarını ortadan kaldıran Öcalan’ın ağzından bu sözler döküldüğünden sadece birkaç gün önce onun müritleri, bendeleri Kızıl Bayrak gazetesine saldırmış, bununla yetinmemiş ve verdikleri ültimatomla “Ya sitenizde yayınladığınız yazıları kaldırırsınız, ya da her türlü saldırganlığın hedefi olmaktan kurtulamazsınız” türünden pervasızlıklar içine girmişleridir…

Hani felsefeniz egemenlik anlayışına karşıydı, bu anlayışa göre “egemenlik zulüm, iktidar vahşetti…”. Öyle mi? Peki, bu yaptığınızın anlamı nedir? Hangi iktidar ve egemenlik sistemlerinde düşünce, ifade ve eleştiri özgürlüğü yasak ve susturma araçlarına hedef oluyor?

Siz sizin gibi olmayanları, sizi onaylamayanları, dahası sizi eleştirenleri mahkûm etme, toplum içinde teşhir etme, itibarlarıyla oynama ve gözden düşürme kampanyalarını gerçekleştirme hakkını ve sınırsız özgürlüğünü kendinizde görüyorsunuz! Ama bu zorbalıklarınıza hedef olanlar tek bir söz söylemeyecekler, tek bir protestoda bulunmayacaklar! Bulunduklarında ise her türlü hakaret ve yok etme yöntemiyle susturulmaya çalışacaklar… Bu pratiğin sizin literatürünüzdeki karşılığı ise “Demokrasi” oluyor… Peki, bu nasıl bir demokrasidir ki, farklı olanların en sıradan söz söyleme hakkı dahi yok!

Buna, açık ki, despotik zorbalıktan başka bir şey denilmez…

Demokrasi ve özgürlük adına söylenen sözler mi, onlar da zorbalığın ikiz kardeşi, kitleleri aldatma ve uyutma laflarıdır… Bundan öte bir anlamı var mı?

“Kutsal değerleri hakarete uğruyormuş”! Bir an için varsayalım ki, yapılan eleştirileri “hakaret” olarak algıladınız? Tamam. Ama bu “hakaretlerin” çapı ve kitlelere ulaşma düzeyi ile her gün milyonların kulaklarına ve gözlerine çarpıtılan gerçek küfürler ve hakaretler karşısında tek bir eyleminiz var mı? Örneğin “Terörist başı”, “Bebek katili” laflarını söyleyenlere karşı aynı refleksleri mi gösteriyorsunuz? Yoksa her aşağılanma karşısında daha fazla eğilerek “barış” elini uzatarak mı kutsal değerlerinizi koruyorsunuz? Mecliste devrimcilerin, yurtseverlerin kanlarında eli olan MHP şeflerinin ellerini tutan, bunu bir “olgunluk” olarak sunan kimlerdi? Bugün faşist güruhun ağzından sizin hakkınızda bal mı dökülüyor? Gerçek hakaretleri yapanlara, hatta her gün aşağılayanlara “barış elini” uzatanlar, değerleri koruma adına devrimcilere saldıranlar, hem davranışları, hem de sundukları gerekçeler bakımından tam anlamıyla bir ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik içindedirler…

Gerçekte onların derdi, hakarete uğramak ve buna tepki göstermek değildir! İç içe geçen bir genel ve güncel iki temel nedeni var:

Bir: Tek kişiye dayalı despotik iktidar sisteminin varlığını sürdürmenin başlıca yolu, her türlü farklı düşünce ve politik eğilimi bastırmak ve mahkûm etmektir. Susturma ve tabi kılma, biat ettirme, bir siyaset tarzı, bir siyaset kültürü haline getirilmiştir! Bu bir iktidar tekeli yaratmış ve bunun sonsuza kadar sürmesini istemektedirler… Sorun gerçekte hakaret ve ona tepki olsaydı, şimdiye dek sayısız kez kendilerini aşağılayan iktidara ve egemen güçlere karşı başlarını dik tutarlardı…

İki: Her fırsatta kendilerini aşağılayan devletin başlattığı “Demokratik açılım” sürecini “tarihi önemde” değerlendirdikleri için bu konuda sürece çomak sokabilecek her söz ve davranışı en büyük suç olarak görüp ve göstererek bastırmayı bir görev bilmektedirler… Güncel pervasızlıklarının güncel en önemli nedeni budur! Hiç kuşkusuz ortada bir rastlantı, bir yerel tutum yok… Kendi iktidar sistemlerini ve bunun güncel reflekslerini konuşturuyorlar!

Bu noktada demokrat ve devrimci olmanın ve kalmanın en temel ve güncel ölçüsü ile karşı karşıyayız: Bu zorbalık ve onun ikiz kardeşi ikiyüzlülüğe net ve “ama”sız bir tavır mı alınacak; yoksa bu durumu kendisine dert etmeyerek “orta yol” bir tutumla, kayıtsız bir yaklaşımla mı yetinilecek, ya da “biat edenlere biat” etmeye devam mı edilecek? Temel soru budur. Bu sorunun yanıtı ise gerçek anlamda bir sınavdır! Gerçek devrimcilik ile sahte devrimciliğin temel yol ayrımı, gerçek mihenk taşlarından biri budur!

Hiç kuşkusuz bu tutum gerçekte Kürt halkının gerçek dostlarının kim olduğunu da bir kez daha netleştirecektir. Gerçek devrimcileri ve kendisine demokratım diyenleri zorbalık ve ikiyüzlülük karşısında net ve etkili tavır almaya çağırmak, sadece devrimci bir görevi hatırlatmaktır!

                                                                                                           15 Eylül 2009

                                                                                                       

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter