M. Can YÜCE / Öteden beri egemenler cephesinde süren iktidar savaşı, son bir hafta içinde daha açık ve şiddetli boyutlar kazandı. Bunun daha da derinleşme eğiliminde olduğu ve sonuna kadar gideceği paylaşılan ortak kanıdır; aslında iktidar savaşı yasasının kendi iç mantığı da bunu gerektiriyor. Yani ya tarafların uzlaşması ile ya da taraflardan birinin kesin yenilgisi ve tasfiyesiyle sonuçlanacak bir süreçtir bu…
Bu yazımızda esas olarak bunu tartışmayacağız. Tartışacağımız konu, devrimci ve yurtsever hareketleri doğrudan ilgilendiren özel yargı ve bunun işleyişidir. Esas olarak devrimciler, Kürdistan yurtsever hareketi ve her türlü devlet karşıtı eğilim, düşünce ve hareketleri ezme, bastırma ve mahkûm ederek tasfiye etme hedefine, işleyişine sahip Özel Yargı kurumu, yukarda vurguladığımız iktidar savaşının da en önemli ve temel silahlarından biri olarak kullanılagelmiş, bugün de kullanılmaktadır.
Bolca tartışılan ve liberallerin ağızlarından düşürmedikleri “Yargı Reformu” tartışmalarında bu özel yargının hiç gündeme getirilmemesi, ya da son derece sınırlı ve kimi uç uygulamalarıyla gündeme getirilmesi rastlantı mı?
Bu kriz ortamında dikkatleri, esas olarak Cumhuriyetin yürürlükteki özel savaş yargılama kurum ve işleyişleri üzerinde toplamak, bunu tartışma konusu yapmak, çok daha sağlıklı ve önemli; bu, gündemi devrimci ve yurtseverler lehine etkileme anlamına da gelir!
Bu özel yargı, “Devletin Bekası, Vatanı ve illetiyle Bölünmez Bütünlüğü” stratejik hedefleri için geliştirildi, bu kurumlaşma, bütün egemen “Tarafların” ortak kararı niteliğindedir ve kökleri Cumhuriyetin kuruluş felsefesine, kurumlaşma hikâyesine kadar uzanır. Zaman zaman bu kurumlaşmanın egemen sınıflar içinde “karşıt taraflara” karşı kullanılması, anılan kuralı değiştirmez.
Tersine bu, özel savaş yargısının iç mantığının bir gereğidir. Tarihte de hep böyle olmuştur. Devletin kuruluş felsefesi, onu bir özel savaş kurumlaşması olarak şekillenmesini zorunlu kılmıştır. Bundan dolayı “devlet düşmanları” için en ağır cezalar öngörülmüş, yargılama süreci ve usullerinde ölçü ve kural tanımama durumu, genel bir kural ve hak olarak algılanmış ve uygulanmıştır. Özel savaşın kendisi, tanımı gereği, kural, ölçü, sınır ve en genel anlamda “hukuk” tanımama rejiminin kendisidir.
Hatırlanacağı gibi 12 Eylül Anayasası ile DGM (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kurumlaşmıştı. Bu mahkemelerin içinde askeri yargıçlar da görev almaktaydı. Ancak bunun AİHM’de sorun yaratması üzerine, özellikle Öcalan’ın yargılaması sürecinde bu askeri yargıçlar DGM bünyesinden çıkarıldı. Bu şekli değişiklikten sonra DGM’ler varlığını sürdürdü. Ancak AB’ne uyum çerçevesinde çıkarılan “yeni” Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemeleri Kanunu çerçevesinde yapılan değişikliklerin sonucunda DGM’ler kaldırıldı, onun yerine tam anlamıyla onun işlevini ve bütün özelliklerini kendisinde toplayan özel yetkilerle donatılmış savcılık ve mahkemeler geliştirildi. Bu savcılık ve mahkemeler, “Devlete karşı işlenen suçlara” bakmakla yükümlü ve bu konuda neredeyse sınırsız yetkilere sahip kurumlardı. Onları da F Tipi Cezaevleri tamamlıyordu.
Özel yetkilerle donatılmış savcılık ve mahkemeler, bugün ortaya çıkan kurumlar değildir. Kökleri İstiklal Mahkemelerine dayanır, oradan Sıkıyönetim Mahkemeleri ve DGM’de somutlaşan anlayış ve kurumlaşmanın güncel versiyonu niteliğindedir. Asker kaçaklarını yargılayan İstiklal Mahkemeleri de dahil, esas olarak Şeyh Sait Direnişinden hemen sonra ve bu direnişi bastırmak için kurulan İstiklal Mahkemeleri, devletin, TC’nin ve onun esas iktidar odağının bastırma ve “hukuksal” bir kılıf giydirme aygıtlardır. Aslında bu mahkemeleri, en geri burjuva ölçülere göre dar anlamda “hukuksal” saymak mümkün değildir. Bu mahkemelerle salt direnen Kürtleri değil, sadece onların direniş potansiyellerini değil, Kürtlerin direniş umudunu tümden yok etmek istiyorlardı.
Bu Mahkemelerle aynı zamanda “muhalif” konumundaki kişi ve çevreleri etkisiz hale getirmeye çalıştılar. Şeyh Sait Direnişini bastırmak için kurulan, sınırsız yetkilere sahip İstiklal Mahkemeleri, aynı zamanda içe dönük bir sindirme ve tasfiye hareketinin etkili bir silahı haline getirildi.
Daha sonra geliştirilen Sıkıyönetim Mahkemeleri de aynı işleve sahiptirler. Bunlar, normal bir yapılanmaya ve işleyişe sahip değildir ve yerini DGM’lere bırakmakla birlikte herhangi bir nedenle sıkıyönetimin ilan edilmesi durumunda yeniden işlev görecekleri çok açıktır.
Bugün yürürlükteki özel yargı, bir devamlılığı anlatmaktadır. İstiklal Mahkemelerinden sıkıyönetim ve DGM’lere kadar hiç kesintiye uğramayan bir devamlılıktır bu. Ölçüsüzlük ve sınırsızlık, bu yargı kurumunun ortak ve değişmez kuralı haline gelmiştir.
Son birkaç aydır Kürdistan’da içinde belediye başkanları da olmak üzere binlerce kişi tutuklandı. Elbette anılan yargı eliyle… İlginçtir bu olgu pek tartışma konusu yapılmadı. Kedisine demokrat ve insan hakları savunucusu sıfatını takanlar ise bu konuda suskun kalmayı tercih ettiler…
Yargı Reformu gibi lafların, gerçek demokratikleşme açısında hiçbir anlam ifa etmiyor. Bu yaklaşım daha çok tarafların ellerini güçlendirmek için kullandıkları bir silah ve manevra alanı niteliğindedir. Özel Yargıyı dağıtılmadan, demokratikleşme adına sözlenen her söz, içi boş kalmaya mahkûmdur!
Bu konuda samimi olmak mı isteniyor? O zaman yapılacaklar nettir: Özel Yargıyı bütün kurum ve uygulamalarıyla tasfiye etmek!
Özel Yargıya dokunmadan, tersine onu bir iktidar silahı olarak kullanma sevdasından vazgeçmeden demokratikleşmeden söz etmek büyük bir aldatmacadır.
23 Şubat 2010