0 0
Read Time:6 Minute, 45 Second

baydemir-abdM. Can YÜCE / Siyasette tutarlılık, samimiyet ve ciddiyet çok önemlidir; bu esaslar güvenirliliğin de en temel ölçüleri olmaktadır. İlkeli olmak, bu ilkeleri her koşulda savunmak ve arkasında durmak, tutarlılığın en yalın ifadesidir! Tutarlılık, samimiyet ve ciddiyet birbirini tamamlayan bir bütündür; siyasal ahlakın da özü ve göstergesi niteliğindedir.

Ama ne var ki, halkın desteğini arkasına almış, tek kişiye dayalı iktidar sistemini kurmuş ve kurumlaştırmış olan Öcalan, anılan siyaset ahlakının temel ilkelerini ayaklar altına almakta bir sakınca görmemekte, tersine tutarsızlığı bir siyaset tarzı ve iktidarını sürdürme, derinleştirme yöntemi olarak kullanagelmektedir!

Diyarbakır Belediye Başkanı, bir söyleşide, “Silahların miadını doldurduğunu” söylemesi, Öcalan’ın saldırıya geçmesine yetmiştir. Sorulması gereken ilk soru şu:

O. Baydemir veya başka birinin kendi görüşlerini açıkça ifade etme hakkı yok mu? O. Baydemir, halkın oylarıyla seçilmiş, temsil ettiği konum itibarıyla belli bir saygınlığı olması gereken bir “Halk temsilcisi mi”, yoksa sizin “şamar oğlanınız” mı? Ya da sizin gibi düşünmek zorunda mı?

İki: Onun görüşlerine katılmayabilir, demokratik ölçülerde eleştirebilirsiniz, ama bu, ona hakaret etme, “alenen” aşağılama ve “itibarsızlaştırma” hakkını verir mi?

Üç: Sizin saygı göstermediğiniz, görüşlerinden dolayı aşağıladığınız bir Belediye Başkanının devlet ve halk katındaki itibarı ne olur?

Bu soruların kendisi ve yanıtları, Öcalan ve kurduğu sistemin ne kadar “demokratik” olduğunu açıkça göstermektedir. Bu iktidar sisteminin içeriğini, işleyişini, kadroların konumları, “hak ve özgürlüklerini” ve diğer ayrıntıları birçok yazımızda değerlendirdik, bunlara (tümü www.sosyalist-kurd.net sitesinde var.) bakılabilir.

Bu noktada bu tür aşağılanmalara maruz kalanların tutumu da önemlidir; daha da önemlisi kendisine karşı saygının bir göstergesidir.

En azından şunu söylemek kendilerine saygının sıradan bir gereğidir:

“Beni eleştirmeden önce silah ve silahlı mücadele konusunda bugüne dek söylediklerinize bakın, kongrelerinizde aldığınız kararları yeniden okuyun! Eğer öyle yapar ve samimi davranırsanız, benim söylediklerim, bugüne dek sizin söylediklerinizin sadece yalın ve özlü bir tekrarından başka bir şey değildir!”

Eğer bu kadarcık bir demokratik cesaretiniz yoksa hiç kimseye özgürlük ve demokrasi dersi veya öğüdü verme hakkını da kendinizde görmeyin!

Bu kadarcık bir demokratik savunma yapmazsanız Kürdistan’da, savunduğunuz “Demokratik Özerklik” zeminlerinde demokrasinin, demokrasi kültürünün gelişmesi mümkün mü?

Devlete karşı verilen mücadelede demokrasi ve özgürlükler talebinde bulunmak, bu konuda demokrasi havarisi kesilmek, belki “bir şeydir”, ama tek başına tutarlı bir anlam ifade etmediği de çok açıktır. Tutarlı demokratik duruş, kendi içinde ve ilişkiler zemininde demokrasi ilke ve kurallarının tutarlı savunusunu yapmak, bunun cesaretini ve gücünü göstermektir!

Eğer bu cesaret ve güç gösterilmiyorsa, bunun nedenlerini de tartışmak gerekir. Bir belediye başkanı, gerçekte aldığı oylara karşı sorumluysa, onun güç veya güçsüzlük kaynağı burasıysa, bu, özgür iradesinin temel dayanağı ise o zaman söylediği bir sözden, salt bir sözden dolayı aşağılandığında ne yapmalıdır? Suskunluk veya görmezlikten gelmek, resmi olarak temsil edilen konumla bağdaşabilir mi?

“Silahların miadını doldurduğunu” sözüne önce Karayılan sert tepki gösterdi, sonra Öcalan… Aslında bu iki tepki arasında belli bir fark var. İkisi de aynı kültürün, kendinden başkasına söz ve ifade özgürlüğü tanımama, despotik bakış ve kültürün en çıplak ifadeleridir.

Bununla birlikte Öcalan’ın tepkisinin çok daha geniş hedefi var. Sorun tek başına anılan sözün kendisi ve onun sahibi değildir. Bu “çıkışla” Öcalan, tek karar merci olduğunu, bunun devlet de dahil her kesim ve kurumun, kişilerin böyle bilmesini hatırlatmak ve vurgulamak istemiştir. Bu mesajın ilk hedefi Kandil’dir, ikincisi de devletin yetkili organlarıdır. Bu mesaj, aslında bir kaygı ve korkunun da dışavurumudur! Öcalan’ın korkusu Kandil’in bir “güç ve iktidar odağı” olarak sivrilebilme olasılığıdır. Bundan dolayı her fırsat doğduğunda bunu kendi iktidarını güçlendirme ve olası “merkezkaç” eğilimleri bastırma aracı olarak kullanır. Şimdi de yapılan budur! Bu mesaja muhatap olanların ilk fırsatta kendilerine “çekidüzen” verecekleri, vermeye çalışacakları, bugüne kadar sergiledikleri pratikten çıkarmak zor değildir.

Söylenen bir söz ve bunun etrafında kopartılan gürültünün politik ve ahlakı anlamını kısaca böyle özetledikten sonra şimdi de sergilenen tutarsızlık hakkında birkaç örnek vermemiz gerekir:

“Silahların miadını doldurduğu”, “silahlara veda” sözü ilk kez kullanan Baydemir değil, bu sözün ilk kullanımı, anılan hareket bağlamında söylüyoruz, Öcalan ve onu yürütenlere aittir. Öcalan, Savunmalarında ve dışarıya ilettiği bilgi notu ve mesajlarda, artık devrimin gereksizleştiğini, devrimci şiddetin zamanını doldurduğu, sorunların çözüm yöntemi olmaktan çıkarak sorunların nedeni ve ağırlaştırıcı bir öğesi haline geldiğini ifade ediyor. Bu konuda sayısız örnek vermek mümkün, ancak biz birkaç tanesiyle yetinmek durumundayız:

Avukatları aracılığı ile Öcalan’ın yaptığı 2 Ağustos 1999 tarihli açıklama aynen şöyledir:

“Türkiye’de çatışma ve şiddet ortamı; insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ağırlıklı olarak Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet bunda temel rol oynamaktadır. Çıkmazı aşmak ve sorunların çözüm yolu, şiddete son vermeyi gerekmektedir.

Bu nedenle PKK’nin 1 Eylül 1998’den beri tek taraflı yürütmeye çalıştığı ateşkes sürecinden 1 Eylül 1999’dan itibaren silahlı mücadeleye son vermeye ve güçlerini barış için sınırların dışına çekmeye çağırıyorum. Böylelikle Demokratik Çözüm yolunda yeni bir diyalog ve uzlaşma aşamasının gelişeceğine inancımı belirtiyorum. (Özgür Halk, Ağustos sayısı)

Teslimiyet gruplarıyla gönderilen mektuptan:

“Sayın Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı,

Genel Başkanımız savaşın durdurulması gerektiğini ve hatta bunun gecikmiş bir adım olduğunu defalarca vurgulamıştır. Genel Başkanımızın bu gerçekçi, sağduyulu ve sorumlu yaklaşımına, Partimiz, çatışmaları durdurup güçlerini çatışma alanı dışına çıkararak karşılık vermiştir. Partimiz, bu kararın stratejik bir karar olduğunu ve savaşa yeniden başlama niyetinde olmadığını dünya ve Türkiye kamuoyuna açıkça taahhüt etmiştir. Bu açıdan çeşitli çevreler ve makamlar tarafından dile getirilen bunun taktik bir yaklaşım olduğu biçimindeki değerlendirmelerin gerçeği yansıtmadığını bu vesileyle bir daha belirtmeyi gerekli görüyoruz. / 20 Eylül 1999 /PKK Merkez Komitesi”

7. Olağanüstü Kongrede yeni bir program ve tüzük kabul edilmiştir. Bunun dışında alınan kararların özetini Özgür Politika gazetesinin 10 Şubat 2000 tarihli sayısından olduğu gibi aktarıyoruz.

“Alınan tarihi kararlar:

-Silahlı mücadelenin bırakılması resmi olarak kabul edildi.

-Yeni parti stratejisinin temel mücadele biçimi, demokratik siyasal mücadele olarak kabul edildi.

-Silahlı mücadele örgütü olan ARGK’nin Türkiye’nin demokratik dönüşümü ve Kürt sorununun çözümüne bağlı olan varlığı, halk savunma gücü biçiminde düzenlendi.

-Cephe örgütlenmesi olan ERNK’nin yerine, her alanda Demokratik Halk Birlikleri örgütlendirilecek.

-Yeni parti yönetimiyle birlikte, Abdullah Öcalan oybirliğiyle yeniden PKK’nin Genel Başkanı seçildi.

-PKK Merkez Komitesi, Parti Meclisi adını aldı,

-Parti Meclisi üye sayısı 41’e yükseltildi.

-PKK Başkanlık Konseyi’nin 7 kişiden oluşan sayısı, 9’a çıkartıldı.

-PKK bayrağı kırmızı zemin üzerinde sol üst köşede bir güneş içinde yer alan kırmızı bir yıldız şeklinde belirlendi.”

Öcalan 2 Ağustos kararı vesilesiyle yaptığı açıklama da ise şunları söylüyordu:

“Basına açıklamamdır:

1- 1 Ağustos 1999 silahlı çatışmaya son verme çağrım , gerek ülkemizin devlet ve toplum yapısında doğuracağı sonuçlar ve gerekse de PKK’nin ideolojik ve örgütsel bünyesinde doğuracağı gelişmeler açısından hayatidir. Bunun basit taktik amaçlarla yapılmadığını özellikle belirmek isterim. Stratejiktir. Önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmeler bunu gösterecektir.

2- Zamanlama açısından 1 Eylülün seçilmesi pratik hazırlıkların pazarlıkların yapılması, güçlerin hazırlığını yapabilmesi, birliklerle haberleşme içindir. Böyle bir zamana ihtiyaç vardır. Ama yine de duyan tüm birlikler çekilmeye başlayabilirler.

3- Neden “teslim ol” değil de sınır dışına çıkma biçimindeki yaklaşımlar işi yokuşa sürme anlayışıdır. Olumsuz bir yaklaşımdır. Gerçekçi olmadığı gibi pratikte değildir Uygulama şansı yoktur. Çıkmazı derinleştirmeye hizmet edecektir. Kaldı ki Türkiye bile teslim almaya hazır değildir. (Ne yapacaklar on bin gerillayı) Dolayısıyla sınırların dışına alma herkes açısından olumludur. Güçlerin içeride olması halinde provokasyonlar devam eder. Silvan ve Batman’da yaşanan her iki olay bence bu şekilde gerçekleşmiştir.

Ayrıca bu vesile ile tüm insan hakları demokratik kuruluşlarının bu olayları araştırıp kamuoyuna aktarması için gerekli incelemelerin bir an önce yapılması sürecin ilerlemesi açısından hayatidir. PKK güçlerinin sınır dışına çıkması halinde provokatörler ortada kalır. Netlik doğar. Türkiye için en uygun çözümdür. Çünkü ikili oynayanlar var ve bunlar etkinliklerini yitirirler. Ayrıca gerek devletin yapacağı reformlar ve yasal düzenlemeler gerekse PKK’nin kendi içinde yapacağı demokratik dönüşüm hazırlıkları için sınır dışında bir hazırlığa hayati ihtiyaç vardır.” (5 Ağustos 1999 görüşme notlarından…)

Yukarda da vurguladığımız gibi buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün, ama bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz. Evet, “Silahların miadını doldurduğu”, “silahlara veda” sözü kime ait, bu sözü stratejik bir karar dönüştüren kim? Bu sorulara yanıt vermeden, daha önce söylenen söz ve alınan kararlar hakkında “özeleştirel” tek bir laf etmeden, bugün bu sözü edenleri aşağılamaya kalmak sadece tutarsızlık, samimiyetsizlik ve ciddiyetsizlik mi? Yoksa kendi iktidarını perçinlemek için kullanılan bir araç mı?

Bu konuda karar, en “yumuşak” ifadeyle bu tutarsızlık örneklerine muhatap olanlarındır! Evet, bu sorulara yanıtı siz verin!

Aslında Kürdistan’da “dost ve düşman” karşısında saygın bir taraf olmanın, “kendi içimizde” demokrasi kültürünün geliştirmenin yolu, öncelikle anılan tutarsızlık, samimiyetsizlik ve ciddiyetsizliklere karşı net, açık ve cesur tavır almaktan geçer!

16 Kasım 2010

 

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter