0 0
Read Time:11 Minute, 10 Second

450px-pkk-flag-1978_svgM. Can YÜCE / PKK hep tartışma konusu oldu, hemen hemen bütün çevreler bunu yaptı, yapmaya devam ediyor… Bunun anlaşılır nedenleri var. Ancak bütün bu tartışmaların sağlıklı ve Kürt halkının temel çıkarları açısından doğru sonuçlar çıkarmak amacıyla yapıldığını söylemek güçtür. Kürt halkının temel sorunları ve istemleri konusunda ciddi ve samimi olanların, bu tartışmayı doğru yapmalarında sayısız yarar var. Kürdistan ve Türkiye’de devrimci siyaset yapma iddiasında olanlar, devrimci siyasette sonuç almak isteyenler bu tartışmayı çok doğru yapmak durumundadırlar…

Hiç kuşkusuz dünü ve bugünüyle PKK önemli bir olgu, güncelde devam eden kökleri 30 yıl geriye giden bir hareket… Bu nedenle bütün boyutlarıyla ele alınması gerekir; doğru ve anlamlı sonuçlar ancak doğru ve çok boyutlu bakış açısıyla ortaya çıkarılabilir. Giriş itibarıyla üç temel soru sorulabilir:

Bir: PKK neydi, çıkışının temelleri neydi, politik programı ve bunun özü neydi?

İki: Bugünkü PKK’nin 32 yıl önce kurulan PKK ile ilişkisi nedir, aynılıkları ve farklılıkları, kopuşları ve devamlılık noktaları, özellikleri nedir?

Üç: PKK’de sahiplenilmesi ve reddedilmesi gereken temeller, gerçekler, pratikler nelerdir?

Kuşkusuz Kürdistan ulusal kurtuluş tarihini PKK ile başlatmak doğru bir yaklaşım değildir. Onun öncesi de var, bu, kendi içinde ne kadar dağınık, bölük pörçük, etkileri ve sınırları dar olsa da yine böyledir! Bu, ne kadar doğruysa, aynı biçimde, PKK’nin Kürdistan ve KUKH içindeki yerini olduğu gibi teslim etmek, o kadar doğru ve tarihe, bu tarihin yaratıcılarına saygının gereğidir!

Yine hiç kuşku yok, bugünkü konumu, çizgisi ve pratiği ne olursa olsun, her şeye rağmen PKK, Kürdistan tarihinde ve KUKM açısından bir kilometre taşı olmuştur! Son otuz yıllık Kuzey Kürdistan tarihine damgasını vuran, UKM’nin öcüsü ve yürütücüsü temel bir dinamik işlevini görmüştür! Doğruları ve yanlışlarıyla, direnişleri ve olumsuz pratiğiyle, devrimci emekçi damarlarıyla orta ve egemen sınıflara uzanan teslimiyetçi yönleriyle bu yine böyledir!

Yine hiç kuşku yok ki, 1970’li, 1980’li, hatta 1990’li yılların PKK’siyle bugünlerin PKK’si bire bir aynı şey değildir. Devamlılık noktaları kadar, hiçbir biçimde uzlaşmayacak yanları olan, en genel ifadeyle iki PKK olgusuyla karşı karşıyayız. Bu iki PKK’yi şu şekilde simgesel ifadelere kavuşturabiliriz. Bir: Devrimci programı, ideolojisi ve direnişçi pratiğiyle, direnenlerin, sembolik ifadesiyle Mazlumların PKK’siİki: Bu düzen ve sistemle uzlaşmayı ve bu düzen tarafından kabul edilmeyi bir çizgi hailine getiren, süreç içinde devrimci emekçi çizgi ve kadrolarının tasfiyesini bir iktidar olma ve iktidar tarzı haline getiren, orta ve egemen sınıflara dayanan tek kişiye dayalı despotik iktidar sistemini kurumlaştıran Öcalan PKK’si

En genel anlamda birincisine sahip çıkmak, ikincisini reddetmek, hem doğru bir tarih anlayışının, hem de devrimci ideolojik ve politik çizginin kaçınılmaz bir gereğidir! Toptan reddeden ve toptan kabul eden yaklaşım ve anlayışların bu 30 yıllık tarihi doğru kavramaları, doğru ve devrimci bir tarih anlayışına ve devrimci bir gelecek yürüyüşüne sahip olmaları mümkün değildir!

Yeniden birinci sorumuza dönelim: 32 yıl önce kurulan PKK neydi, çıkışının temelleri neydi, politik programı ve bunun özü neydi?

Kısaca özetlemek gerekirse:

60’lı yılların sonları ve ‘70’li yılların başlarında dünyada, Türkiye’de sarsıcı gelişmeler olmasına rağmen bunların Kürdistan’a yansımaları sınırlıdır. DDKO’nun sınırlı bir çalışması var, ama bu çalışma Kürdistan sorununun kendisini tanımlamaktan bile uzaktır.

Güney’deki gelişmeler de Kuzeyi sınırlı düzeyde etkilemektedir.

Dünyaya açılan Kürdistan gençliğinin önemli bir çoğunluğu Türkiye devrimci gençlik hareketi içinde yer almaktadır. DDKO’yu yönetenlerin çoğunluğu ise Kürdistan’daki egemen ve orta sınıfların üst kademesindeki sınıf ve tabakalara mensuptur.

Türkiye devrimci gençlik hareketinin ezilmesi, o güne dek bu hareketlerin Kürt sorununa getirdikleri yaklaşımların resmi çerçeveyi aşmaması, emekçi kökenli Kürdistan gençliğini Kürdistan eksenli arayışlara yöneltti. Emekçi kökenli bu gençleri motive eden devrimci sosyalist düşüncelerdi.

(Sosyalist düşünce ve pratikleri bugün birçok açıdan eleştirmek mümkündür; ancak bu, bu düşüncelerin o günkü tarihsel koşullarda Kürdistan’da oynadığı sarsıcı ve devrimci etkileri, PKK’nin oluşumundaki rolünü ve etkisini ortadan kaldırmaz! Burada tarihe mal olmuş bir gerçeklikten söz ediyoruz. Bu, eleştiri konusu olan düşünce sisteminin ideolojik ve politik tezlerini, onların kavranma düzeyeni aşan bir durumdur!)

Bu ideolojik tanımlama, onları yurtseverliğe ve Kürdistan gerçekliğine götürdü. Türk sol hareketine karşı geliştirdikleri devrimci eleştiriler, onları devrimci yurtseverliğe, KDP ve DDKO’ye aldıkları net eleştirel tutum onları devrimci enternasyonalist bir kimliğe götürüyordu. Düşünceleri, programları, dost ve düşman tanımları çok açık, yalın ve netti:

Bir: Ülkemiz Kürdistan, sömürge bir ülkedir. Öncelikle tarihsel, ulusal ve toplumsal gerçekliği ile Kürdistan bir ülke olarak kabul edilmeden ve tüm devrim düşüncesi, programı ve stratejisi bu gerçeklik üzerine kurulmadan Kürdistan’da söz söylemenin ve eylemde bulunmanın devrimci yurtsever bir değeri yoktur. Sözde değil, özde Kürdistan ülke gerçeğini kabul etmek, aynı zamanda resmi ideolojiden, Kemalizm’den de kopuşun mihenk taşı, olmazsa olmaz koşuludur!

İki: Sömürge Kürdistan sorunu özgürlük ve bağımsızlık sorunudur! Bağımsız, demokratik ve giderek birleşik Kürdistan hedefi, Kürdistan ulusal kurtuluş devriminin asgari programıdır. Bu hedefe bağlanmayan hiçbir stratejik ve politik yaklaşımın Kürdistan’da devrimci bir anlam ve değer ifade etmesi mümkün değildir.

Üç: Kürdistan’da sömürge yönetimi, her açıdan bir zor ve şiddet örgütlenmesidir. Kürdistan’da sözün bir değer haline gelebilmesi, halkın politik bir güç haline gelebilmesi halkın devrimci zorunun örgütlendirilmesi ile mümkündür! Sözcüğün gerçek ve tam anlamında politik bir güç haline gelmeden Kürt ve Kürdistan kavramlarını bile telaffuz etmek mümkün değildir!

Dört: Kürdistan sorunu özünde bir emekçi sorunudur. Kürt egemen sınıflarının bir Kürt sorunu yoktur. Ulusal Kurtuluş Devriminin itici güçleri işçiler, köylüler ve diğer emekçi sınıf ve tabakalardır.

Beş: Sömürgecilik, emperyalizm ve onları içte destekleyen Kürt egemen sınıfları ulusal kurtuluş mücadelesinin hedefleridir.

Bu düşüncelere sahip olmak, bunu bir program olarak ilan etmek, çok önemli ve kaçınılmazdır; ancak öyle de olsa sadece söz düzeyinde ve tek başına bir şey ifade etmiyordu. Her şeyden önce bunlara inanmak, bu sözlerde tutarlı ve samimi olmak önemliydi. PKK’yi kuran ve ilk dönem harcına emek koyan kadroların en temel özellikleri, düşüncelerinde, sözlerinde ve inançlarında tutarlı, samimi ve ciddi olmalarıydı. Bu, söz ve eylem birliği, teori ve pratik bütünlüğü anlamına geliyordu.

Ciddiydiler, samimiydiler, tutarlı ve inançlıydılar, “sözlerinin eri”ydiler!  Söylediklerini mutlaka yapıyorlardı. Bunun için “karınca gibi”, bitmez tükenmez bir enerjiyle çalışıyorlardı. İnandıkları için yaşamları dahil her şeylerini tereddütsüz ortaya koyuyorlardı.

Bu özellikleri ve ölçüleri, kendi aralarındaki ilişkilere de yansıyordu. İlişkileri samimi, sıcak, açık, sözcüğün tam anlamıyla dostçaydı, çıkarsız ve hesapsızdı. Disiplin, şekillenmeye başlayan hiyerarşik ilişkiler bu ilişkilerini etkilemiyordu. Onlar, bu birbirine çelişkili olan özellikleri uyumlu bir bütünlük haline getirmesini bilmişlerdi.

O dönem devrimciliğini “Devrimci Romantizmin” en güzel örneği, aynı zamanda ülkemizde türünün son örneği olarak tanımlamak abartı olmaz, tersine sadece bir gerçekliğin tespiti olur.

Elbette “Devrimci Romantizm” döneminin sayısız toyluğu, “çocukluğu”, beslenilen ideolojik ve kültürel iklimden alınan olumsuzluğu vardı. Bunlar da bir olgu, ama bunların hiç biri o dönem devrimciliğinin bugün de esas alınması gereken değerlerinin önemini azaltmıyordu.

Devrimcilik, sadece dünyaya kafa tutmak, “olanaksızı istemek” değildi; aynı zamanda, o güne dek insanlığın en güzel ve değerli ahlaki özelliklerini yeni bir potada birleştirmek ve yeniden üretmekti. Devrimcilik, yeni bir ahlak ve kişilik demekti. Bu, çok soyut bir şey, çok “mükemmel” olan bir şey değil, gerçek insanın yaşam ve ilişkilerinde ete kemiğe bürünen somut bir şeydi.

‘70’li yıllarda Kuzey Kürdistan’da başka gruplar da benzer programlarla ortaya çıkmışlardı. Ancak bu gruplar ciddi bir politik güce dönüşemediler. Diğer nedenlerin yanında bunun en temel nedeni şuydu:

Bu gruplar ve onun mensupları, gerçek anlamda sözlerinde samimi değillerdi. Dile getirdikleri en parlak sözleri bile söz olmaktan öte bir değer ifade etmiyordu. Söz, pratik bir değer ifade ediyorsa anlamlıydı, sonuç yaratıcı bir kavram olmaya hak kazanabilirdi. Yoksa “söz uçar” giderdi… Gerçekleşen de bundan başkası değildir… Devrimciliği bir yaşam tarzına dönüştürmek, günün her anını devrimciliğe adamak, aslında sözünü ettiğimiz samimiyet, ciddiyet ve tutarlılığın en üst ifadesiydi… Bu, bir bakıma bu düzen ve düzen ilişkilerinden kopuş anlamına geliyordu…

Kürdistan’da ulusal kurtuluş tarihsel ve güncel bir ihtiyaçtı. Bunu düşünsel ve programatik düzeyde dile getirmek bir şeydi, ama bu söz ve program ciddiyet ve samimiyetle yerine getirildiğinde, bunun için hangi bedel gerekiyorsa o bedel, hiç tereddüt edilmeden ödeniyorsa bu söz ve program, tarihin yaratıcısı dinamik haline gelebilirdi. Programlar, onlara inananların, sınırsız cesaret, fedakârlık ve samimi pratiklerine sahip kadroların elinde tarihsel bir değer haline gelebilirdi… Bu gerçeklik Kürdistan tarihinin son on yıllarında da sayısız kez kanıtlanmıştır!  Bugün İmralı çizgisine bakarak kendine pay çıkarmak isteyen kadro ve örgütlerin bir de tarihe bu noktadan bakmalarını salık veririz. Yoksa İmralı gerçeği onları hiçbir biçimde doğrulamıyor, onları haklı çıkarmıyor… Ya da onların “pratiklerinin” gerekçesi olmuyor, olamaz!

Şimdi de ikinci sorumuzun yanıtını kısaca özetlemeye çalışalım. Sorumuzu bir kez daha hatırlayalım: Bugünkü PKK’nin 29 yıl önce kurulan PKK ile ilişkisi nedir, aynılıkları ve farklılıkları, kopuşları ve devamlılık noktaları, özellikleri nedir?

Hemen çok net ve kesin bir dille ifade etmeliyiz ki, bugünkü PKK, yukarda kısaca özetlediğimiz PKK’nin tam karşıtıdır. 29 yıl önce kurulan PKK, devrimci bir çizgiye sahip, işçi ve emekçi sınıfların çıkarlarını esas alıyordu. Şimdiki “PKK” ise İmralı’nın damgasını vurduğu, orta tabakaların en geri unsurlarına, Kürt egemen sınıflarına dayanan, var oluş gerekçesini bu düzen ve devlet tarafından kabul edilmek olarak tanımlayan İmralı PKK’sidir, İmralı Partisidir!  Bu PKK için TC, onun uniter yapısı, sömürgeci egemenlik sistemi, resmi dilin Türkçe oluşu sorun değildir. Bunlar ve Cumhuriyetin temel nitelikleri onun da vazgeçilmez ve tartışılmaz kabulleridir; yeter ki, “farklı kültürlerin varlığı ve kendisini özgürce ifade etmesi bir anayasal hüküm” haline getirilsin!

İmralı PKK’si, hiç kuşkusuz bir günde ortaya çıkmadı, bu da uzun bir sürecin sonucudur. Öcalan birçok “çözümlemesinde”, “PKK tarihinin tasfiyecilere karşı bir mücadele ve tasfiyecilerin tasfiye edilmesi tarihidir” der. Bu sözler, bir gerçeği ifade ediyor, ama gerçeğin tersyüz edilmiş biçimini; ya da gerçeği ters yüz ederek… Bu sözleri şöyle tercüme etmek, ya da deşifre etmek gerekir:

PKK’nin iç tarihi, samimi, dürüst ve direnişçi devrimcilerin, Öcalan tarafından “olası muhalif veya seçenek olarak görülen PKK’lilerin” sistematik bir biçimde tasfiye edilmesi tarihidir. Devrimcilerin tasfiyesi, koşulların, dengelerin ve sayısız etkenin yardımıyla emekçi çizginin tasfiyesi, aynı zamanda tek kişiye dayalı ve kaynağını egemen sınıfların en geri ve despotik iktidar kültürü ve tarzından alan Öcalan iktidar sisteminin kurumlaşma tarihidir.  Bu kurumlaşmada mücadelenin zorlu koşullarında yetişmiş kadroların etkisizleştirilmiş olması, 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşanan kayıplar, toplu tutuklanmalar hatırı sayılır bir zemin sunmuştur.

PKK II. Kongresi, Öcalan iktidar sisteminin gelişmesi açısından önemli bir geçiş aşaması işlevine önayak olmuş ve iki kongre arası yaşanan tasfiyeler (Davut ve Semirlerin tasfiyesi) sonraki gelişmelerin temellerini döşemiştir.

III. Kongre, bir dönüm noktası, tam anlamıyla bir darbe kongresidir. Bu, Öcalan iktidar sisteminin “zafer ilanı”dır bir bakıma. Bu kongre ile devrimci kadroların tasfiyesi ve susturulması, teslim alınışı büyük ölçüde başarılmıştır. Ama bu sonuçtan henüz tam emin olmayan Öcalan “Dağ” ve “Avrupa”nın tam olarak denetlenmesine, kurumlaştırılmasına ihtiyaç duyar. “Çözümlemelere” ve zayıf, bundan dolayı kendisine bağlı unsurlara dayalı sitemin oturtulmasına hız verir. İçte kendi iktidarını ve onun aygıtlarını kurumlaştıran Öcalan, gerilla ve serhildanların yarattığı devasa politik gücü de bu iktidarını pekiştirmede ve derinleştirmede sonuna kadar kullanır. Bu gelişmeleri kendi “dâhiliğine” bağlayan Öcalan, başarısızlıkları da kadrolara fatura eder. “Tüm başarıların yaratıcısı o, tüm başarısızlıkların sahibi ise onun dışındaki herkes” anlayışı bir dokunulmaz dogmaya dönüştürülür ve iktidarı “kutsallık”, “tanrısallık” zırhına büründürülür. Ve bugün yarattıkları sistemin kulları, rahatlıkla onu “yaşamımızın tek gerekçesi” (2007 27 Kasım vesilesiyle yayınlanan KKC Başkanlığı Bildirisi) olarak ilan etmekte ve bütün bir halkın kendisini ve enerjisini ona kurban etmekte bir sakınca görmeyecek düzeye gelmişlerdir!

III. Kongreden sonra iktidarını kuran ve tüm ipleri elinde toplayan Öcalan, IV. Kongrede bir itirazla karşılaşır. Mehmet Şener ve arkadaşları, onu tartışma konusu yapar. Ama o, bunu kısa sürede bastırır ve bu bastırma hareketini o güne kadar denetleyemediği zindanları teslim almanın, tüm iktidarını sağlama bağlamanın aracı haline getirir. Bundan sonra o artık her şeydir, diğerleri ise hiçbir şeydir! İktidar denklemi böyle kurulur. Bu, denklem, aynı zamanda onun temel felsefesidir de!

Bütün ipler Öcalan’ın elindedir artık. Ama PKK ve ulusal kurtuluş mücadelesi sadece bundan ibaret değildir. Bir halkı saran ve ayaklandıran bir mücadele vardır, bu mücadele gerçek öncüsünü yitirmesine rağmen, bundan yoksun olmasına rağmen yükselerek devam etmektedir. Bu mücadelenin kendisi, paradoksal olarak Öcalan’ın da gücünü oluşturuyor; hem iktidar ilişkilerinde, hem de düzen ve devlet ile “pazarlıklarında” politik bir güç ve olanak olarak… Bir yandan değerler ve mücadele olanakları, bir yandan bunların üzerine kurulan ve bunlarla tam bir karşıtlık oluşturan bir iktidar sistemi, bu paradoksal bütün, yukarda özetlediğimiz “iki PKK” paradoksunun da kendisidir!

Burada devamlılık ve kopuş süreçleri ve yönleri de çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bütün boyutlarıyla, çizgisi ve aygıtlarıyla Öcalan iktidar sistemi, 32 yıl önce kurulan PKK’nin özünden bir kopuşu, onun tersine dönüşünü anlatmaktadır; her şeye rağmen bu kanaldan akan milyonların, direnenlerin ve mücadele edenlerin özgürlük ve bağımsızlık istemleri, mücadeleleri ve bundaki ısrarı bir devamlılığı anlatmaktadır. Bu devamlılık ve kopuş-karşıtına dönüş yönleri ve hareketlerinin doğru kavranması, devrimci yurtseverlerin politik duruşlarının ne olması gerektiğini de anlatmaktadır!

Buradan yukarıda vurguladığımız 3. Sorunun da yanıtına gelmiş bulunuyoruz. Hiç kuşkusuz İmralı Partisinin, İmralı PKK’sinin, gerçek PKK ile bir ilişkisi yoktur. İmralı’nın PKK’sini reddetmek, ancak buna karşılık tarihi mirasımıza ve halkımızın bağımsızlık ve özgürlük sitemlerine sahip çıkmak, bu sahiplenişi 1970’li yıllardaki devrimci ruhla gerçekleştirmek, hem tarihe, hem de güncele doğru ve sorumlu yaklaşımın bir gereğidir.

Yukarda sorduğumuz 3. sorunun yanıtına biraz daha ayrıntılı bakmakta yarar var. Bunu yapmaya çalışacağız. Ancak hem bu sorunun yanıtına bir giriş, hem de 27 Kasım vesilesiyle şu notları vurgulamakta yarar görüyoruz:

Bugün halkımızın, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin devrimci bir çizgiye ve bunun örgütlerine ihtiyaç var: Ama bu parti veya örgütler, eskinin tekrarı olmayacak, olmamalıdır. Geçmişe ait ne kadar devrimci değer varsa hepsini kendisine katan ve kendisini zengin deneyimlerin ışığında yeniden üreten bir harekete ihtiyacımız var.

İhtiyacımız olan parti veya örgütler, hiçbir zaman kendisini amaç haline getirmemelidir. Onlar, her zaman amaca uygun bir araçlar olarak kalmalıdır. İhtiyaç duyulan parti veya örgütler kurucuları ve üyeleri tarafından fetişleştirilmemelidir!

PKK, devrimci bir ihtiyacın ürünü olarak doğdu, Kürdistan tarihinde bir çığır açtı. Ama süreç içinde başkalaşıma uğratıldı. PKK tarihi mirasına sahip çıkmanın, aynı zamanda devrimci ve sorumlu tarzda onun gerçekliği ile yüzleşmek ve hesaplaşmak anlamına geldiğini de biliyoruz. 27 Kasıma verilmesi gereken en anlamlı karşılığın da bu olduğuna inanıyoruz.

Devam edecek…

23 Kasım 2010

M. Can YÜCE

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter