M. Can YÜCE / 8 yıllık hükümet icraatı gösterdi ve kanıtladı ki, AKP’nin diğer egemen partilerden kayda değer bir farkı yok. Özellikle Kürdistan sorununa yaklaşımı ve pratiği konusunda tam anlamıyla bir resmi çizgi ve özel savaş partisidir. Özellikle “İki dilli Hayat” ve “Özerklik” tartışmalarına karşı gösterdiği tavır, Hizbulkontra elemanlarının salıverilmesi ve bunlardan bazılarının “sırra kadem basmaları” bunun en somut ve uç örneği olmaktadır.
Elbette AKP’nin diğer egemen partilerden belli bir farkı var; bu, daha çok iktidar olma ve iktidar mevzilerini genişletme, kurumlaştırma ve bu “savaşı” karşısında duran geleneksel iktidar odaklarının direncini kırma konusunda gösterdiği “kararlılık”, bu anılan farklılığın en önemli yönünü oluşturmaktadır. Bu “Kararlılıkta” iç ve dış dengelerin, destek ve “dayanışmaların” çok önemli düzeyde rol oynadığını vurgulamamız gerekir. Yine bu iktidar savaşının “olgunlaşmış” toplumsal ve siyasal dayanaklarının olduğunu da eklememiz gerekir.
Kuşkusuz bu iktidar savaşı henüz tamamlanmaktan uzaktır. AKP inisiyatifindeki ittifakın bu alanda önemli bir mesafe kaydettiğini vurgulamak durumundayız. Ancak bu yıl Haziran ayında yapılacak genel seçimler, bu kavgada çok kritik bir dönemeç olma niteliğinde olacaktır. AKP, şimdi izlediği politikalarla bu seçimlerde mutlak zafer ve sonrasında iktidarını her alana taşıma ve bütün direnç noktalarını etkisizleştirme hesabını yapmaktadır.
Bu dönemde gerçekleştirilen Hizbulkontra tahliyeleri bu hesabın bir parçası niteliğindedir. Elbette bu tahliyeler tek başına AKP hükümetinin kararı değil, devletin kesin onayını alan, daha doğru bir ifadeyle devlet eliyle gerçekleştirilen bir “Devlet Operasyonudur”!
Kesin bir biçimde unutmamak gerekir ki, Türk Devlet Yargısı, Kürtler ve devrimci hareketler karşısında her zaman bir özel savaş yargısı işlevini görmüş, bastırma, “uslandırma” ve yok etme hedeflerinin en etkin araçlarından biri olmuştur. İstiklal Mahkemelerinden Sıkıyönetim Mahkemelerine, DGM’lerden günümüzde onların devamı niteliğinde olan Özel Mahkemelere kadar “yargılama” pratiğinin özü ve kendisi bundan başkası olmamıştır. Ortaya çıkan veya çıkartılan “yasal boşluğu” değerlendirip Hizbulkontra elemanlarının tahliye kararını veren kurum, yine bu özel savaş kurumlarından birisi olmuştur. Başka iktidar alanlarında kıyasıya çatışan Yargıtay ve AKP hükümetinin bu konuda açık veya örtük bir işbirliği içinde olmaları anlamlıdır; bu, bir “Devlet refleksi” olarak okunmalıdır! Anılan yargılama süreci incelendiğinde bunun anlamı daha net olarak ortaya çıkacaktır!
İstiklal Mahkemeleriyle başlayan Özel Savaş Yargısının başka bir işlevi daha olmuştur. O da şu: Egemenler cephesinde var olan, ama “istenmeyen”, tasfiye edilmesi gerektiği düşünülen kesim, öğe ve kişileri tasfiye etmede etkin bir araç olarak Özel Yargı kurumu kullanılmıştır. Tek Şef, Tek Parti diktasının kurulmasında İstiklal Mahkemelerinin rolünü kim inkâr edebilir? Aynı durum sıkıyönetim ve DGM süreçlerinde de net bir biçimde görülmektedir. Bugün AKP’nin iktidar savaşında Özel Yetkili Savcılık ve Mahkemelerinin birer susturma ve terör aracı olarak kullanması, bunun en somut güncel kanıtını anlatmaktadır.
Bu dönemde Hizbullah elemanları neden tahliye edildi? Bunun altında hangi hesaplar var?
Bu sorular birkaç haftadır tartışılıyor. Bu tartışma sürecinde devrimci yurtsever Kürtlerin, sosyalistlerin, demokrat ve liberallerin, insan hakları savunucularının etkin tepkileri oldu ve bunun sonucunda belli bir kamuoyu oluştu. Bu kamuoyu baskısı sonucu AKP hükümeti, tahliye edilen Hizbullah elamanlarını yeniden “Toplamaya” baladı. Ancak “Atı alan Üsküdar’ı geçmişti”, birçoğu sırra kadem basmıştı! Dolayısıyla “Hizbullah Operasyonu” göz boyamadan öte bir anlam ifade etmeyecekti.
Bu yeniden tutuklama operasyonuna rağmen Hizbulkontra operasyonlarının ciddi politik hesaplara oturduğu bir vakadır. AKP’nin “Demokratik Açılımı”nın içi boş bir kandırmaca, esas olarak tasfiye amacını taşıdığı, ABD’nin Irak ve Güney Kürdistan politikalarıyla bağlantılı boyutlarının olduğu, kısmen de öteden beri yürüttüğü iktidar savaşıyla ilgili noktalarının olduğu bugün çok daha açık ve net olarak görülmektedir.
Haziran 2011 seçimlerinin AKP’nin kendi iktidar stratejisi için kritik önemi de ortadadır. Bu bağlamda genelde Kürdistan ulusal hareketini tasfiyede, özel olarak Haziran seçimlerinde “Kürt oylarını” parçalamada, Kürdistan’da oylarını arttırmada ve böylece politik ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmede Hizbulkontra kartı bir kez daha açılmak istenmektedir.
Hizbulkontra kartı ile en genel anlamda iki hedef gözetilmektedir.
Birincisi, 1991-99 döneminde Hizbulkontra’nın gerçekleştirdiği vahşi işkence ve cinayetlerin bilinçaltlarında yarattığı korkuları yeniden harekete geçirmek ve böylece anılan korkularla halk kitlelerini ve belli “aydınları” teslim almak!
İkincisi, mümkünse anılan kartı yasal zeminde bir seçenek olarak harekete geçirmek ve bu iki beklentinin bir sonucu olarak politik ve psikolojik bir mesafe kaydetmek!
Tahliyelerin ilk haftalarında yasal bir seçenek olarak Hizbulkontra’nın piyasaya sürme işaretleri veriliyordu, bugün de bu çalışmanın alttan alta yapıldığı bilinmektedir.
Bütün bunlara rağmen devlet ve Hizbullah ilişkisini dikkatlice izlemek ve bu alandaki gelişmeleri deşifre etmek önemli olduğu kadar, bu konuda dikkatli bir dil kullanmak, abartılı ve onların amacına hizmet edebilecek üsluplardan kaçınmak da bir o kadar gereklidir!
25 Ocak 2011