M. Can YÜCE / Arap ülkelerinde yaşanan devrim süreçlerinin ortaya çıkardığı bazı politik ve teorik dersleri değerlendirmeye devam ediyoruz. Tekrarlamakta yarar var: Bir kez daha ortaya çıktı ve doğrulandı ki, ““Kurulu dünyaya mahkûm değiliz, “Başka bir Dünya Mümkündür”!
Bu, çok açık, ancak bununla birlikte hayalini kurduğumuz “Dünyanın” nasıl olması gerektiği sorusunun ipuçları bu süreçlerin kendi içinde var; ancak yine de bu, tartışma konusudur. Bu tartışmanın odağında ise “İktidar” kavramı var… Sadece iktidarın biçimi değil, onun nitelikleri, toplumsal dayanakları, bu toplumsal dayanakları karşısındaki konumu ve durumu anılan tartışmanın ana başlıklarını oluşturmaktadır…
Bütün iktidar gücünü elinde tutan ve bunu merkezi bir aygıt eliyle yürüten Arap “Modern” monarklarının saltanatları, halkın sokaklara çıkması, protestolarını en üst düzeyde ve şiddette dile getirmeleri sonucu sallandı ve giderek yıkılmaya başladı. Elbette herhangi bir eylem ve protesto sürecinden söz etmiyoruz. Doğrudan kurulu iktidar biçimini hedefleyen eylem süreçlerinden söz ediyoruz…
Bu eylem süreçlerinin toplumun en çok ezilen ve sömürülen kesimleri olan işçi, emekçi ve işsizler tarafından yürütülmesi ve diğer “ara katmanları” etkin bir biçimde katılması veya destek vermeleri anlaşılır bir durumdur.
Bu toplumsal eylemler sürecinde ilk göze çarpan, öteden beri var olan merkezi örgütlerden çok “Sosyal Medya” denilen internet ağları üzerinden buluşan ve harekete geçen “taban eksenli” hareketlerin varlığıdır. Mısır’da öteden beri örgütlü olan, geniş bir toplumsal zeminde örgütlenme ağları olan “Müslüman Kardeşler” örgütünün varlığı, yukarda vurguladığımız gerçekliği ortadan kaldırmaz.
Taban eksenli hareket, yani belli hedefler doğrultusunda buluşan, iletişim kuran ve harekete geçen, merkezi örgütlenmelerden çok “taban inisiyatifine” dayananların her aşamada söz ve karar haklarından “feragat” etmediği hareket modelinin, avantaj ve dezavantajları var…
Taban inisiyatifli, başka bir ifadeyle, ya da egemen terminolojiyle, “iktidarın” taban eliyle gerçekleştiği karar süreçlerinin hızlı, etkin karar almaları ve harekete geçmeleri, sürecin belirsizliklerini önceden öngörüp bunları “yönetmesi” sorunludur. Dolayısıyla bu karar sürecinin sorunlu durumu, kaçınılmaz olarak güç toplama, toplanan gücü etkin bir biçimde “kullanma” ve hedef üzerinde yoğunlaştırarak sonuç alma, yani kurulu iktidar aygıtını yenilgiye uğratma hedefini zaafa uğratabilir…
Bu noktada uzun vadede eylemlerin kendisi ile güç ve merkezileşme, merkezi yönetim paradoksal ilişkisi devreye girmektedir.
Ancak anılan bu ilişki, mevcut durum ve koşullarda egemen ve “tek doğru” gibi görünse de bunun dışındaki seçeneklerin de olanaklı olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle halk ayaklanmaları ve devrimlerinin belli aşamalarında gücün tabana dayalı, iktidarın tek ve dar bir merkezde yoğunlaşmadığı durumlarda çok “yıkıcı” bir enerji ortaya çıkardığı ortay çıkmış ve kanıtlanmıştır. Örneğin Paris Komününde “devrim iktidarının” tek elde ve merkezde toplandığından söz edilebilir mi? Yine Rusya’daki 1905, Şubat ve belli ölçülerde Ekim 1917 Devrimlerinde ayaklananlar, hem karar ve eylem sahibi idiler. İlk ortaya çıktıkları biçimleri ve bileşimleriyle Komünler ve Sovyetlerin durumu böyledir.
Süreç içinde Sovyetlerin “iktidarlaşma” süreci, paradoksal olarak gerçekte, onun iktidarsızlaştırılma, Parti ve onun içinde dar bir merkez ve giderek kişinin iktidarlaşma, iktidarı tek elde toplama sürecidir! (Kuşkusuz bu, başka bir tartışma konusudur; ama derinlemesine tartışmak gerekiyor. Sağlıklı ve “Eskiyi aşma iddiasında olan Yeni Toplum Projeleri” açısından bu tartışma kaçınılmazdır!)
Devam ediyoruz. Devrimci ayaklanma anları, söz, karar ve eylem hakkı ve uygulamasının “tabanda” olduğu anlardır. Ancak bu “anlar”, hep “an” olarak kalmıştır; genel iktidar yasası işlevini sürdüregelmiştir! Kuşkusuz bunun teorisi de yapılmıştır:
Devrimi başarıya götürmek için, güç olmak, gücü korumak ve gücü etkin, sonuç alacak düzeyde kullanmak gerekir! Yoksa devrimin başarısızlığı kaçınılmazdır! Devrim gücünü etkin kullanmanın yolu, söz ve karar süreçlerinin merkezileşmesinden, yani tek bir merkezde toplanması ve yoğunlaştırılmasından geçer! Bunun için de merkezi bir iktidar yapılanması kaçınılmazdır!
Genel geçer iktidar teorileri ve pratikleri bakımından yukardaki paragraftaki “teorileştirme”, anlaşılırdır! Ancak bu anlayışın ortaya “eskiyi aşan yeni bir dünya ve toplum projesini” getirdiği veya getireceği iddiaları temelsizdir! Var olagelen, geniş yığınları gerçekten “yığın” haline getiren, söz ve karar süreçlerinin dışına iten, “iktidarsızlaştıran” iktidar teorilerinden başkası olmamıştır!
Güncel olan devrim süreçlerinde “Öncü parti”, öncülük kavramlarını da tartışmalı hale getirmiştir. Bu noktada da genel iktidar teorileri bağlamında bu konuyu da tartışmak gerekir. Geçmiş ve yaşanan deneyimler bu konuda bol miktarda dersler ortaya koymuştur; ama öyle de olsa bir de yaşanan sıcak deneyimler ve süreçler üzerinde tartışmak gerekir.
Bu tartışmalar “Devrim kitlelerin eseridir” doğru sözünün içeriğinin doğru doldurulması açısından da önemlidir. Yaşanan deneyimler, bir bakıma, anılan sözün içeriğini boşaltma pratikleri olmuştur!
“Devrimin en temel sorunu iktidar sorunudur!” Çok doğru… Ancak kimin iktidarı, nasıl bir iktidar, devrimi yapanların bu “iktidar” karşısındaki konumu ve ilişkisi, çelişkisi, niçin iktidar soruları yaşanan deneyimler, pratikler ve teorik anlayış ve birikimler üzerinden tartışılmadan, anılan söz, ne yazık, egemen iktidar teorilerinin ve pratiklerinin başka bir tekrarı olacaktır…
İktidar sorunu, devrim ve devrimci sosyalizmin en kilit sorunudur; ancak ne yazık, bu konudaki teori ve pratiklerimiz, aynı zamanda, “en zayıf halkamız”, “ölümcül boşluğumuz” niteliğindedir!
Kaybettiğimiz yer de tam da burasıdır!
Dolayısıyla iktidar kavramı ve konusuna “merkezi” bir önem vererek tartışmakta yarar var; yarardan öte bu kaçınılmazdır; sosyalizm iddiasında samimi olmanın en temel ölçülerin başında bu gelir!
9 Şubat 2011