M. Can YÜCE / Kuşkusuz seçim dönemleri, siyasal duyarlılıkların en çok yoğunlaştığı ve günlük yaşama girdiği, geniş halk kitlelerini bir biçimde “içine” çektiği dönemlerdir. Devlet ve düzen partileri, daha fazla oy alabilmek için her yolu, yöntemi ve aracı denerler, bunun için hiçbir ahlaki ölçü ve sınır tanımazlar. Aslında bu, onların siyaset ahlakıdır, bunda şaşılacak herhangi bir şey yok…
Açık ki bu durum, kitlelerin politik bilincini, politik davranışlarını olumsuz yönde etkilemektedir…
Buna karşı devrimci ve yurtsever parti ve hareketler ise kendi politik çizgilerine göre değişik “Seçim siyasetleri” geliştirirler. Ancak genel siyaset iklimini, seçim sürecini, kitlelerin politik bilincini ve davranışını etkileme düzeyleri ve sonuçları politik güçleriyle doğrudan orantılıdır. Bu dönemlerde yapılan “seçim ittifakları” ise bu etki gücü ve düzeyini artırmaya, en yüksek sonucu elde etmeye dönüktür…
Kürdistan’da bu seçim süreci, devletin bastırma ve buna karşı halkın direnişte ısrar ve mücadele kararlılığının damgasını vurduğu bir süreç olmaktadır. Bu durum, aslında tam da TC ve Kürdistan uzlaşmaz çatışma gerçekliğini anlatmaktadır. Sömürgeci sistem geleneksel inkâr ve bastırma politikasından ödün vermeyeceğini tam anlamıyla politik ve askeri özel savaşla göstermekte, gerilla katliamları ve yaygın tutuklamalarla bunu günlük olarak vurgulamaktadır…
Buna karşılık halk, yıllardır kendisine dayatılan politik çizgi ve “önderliğe” rağmen ulusal direnişinden geri durmamakta, kazanımlarından geri dönüşün olanaksızlığını eylemli olarak anlatmaktadır.
Kürdistan’daki politik gerçekliğin en çarpıcı özeti bundan başkası değildir. Peki, Kürdistan siyasetine yön verenler, bunu günlük olarak yönetenler, bunun ne kadar bilincindedirler, program ve stratejileri bu gerçekliğe ne kadar uygun, ne kadar bunu çözme gücündedir?
Seçimlere girmek, seçim sürecini en etkili yöntemlerle kullanmak, çarpıtılmak ve içi boşaltılmak istenen kitlelerin politik bilincini devrimci ve yurtsever hedefler doğrultusunda düzeltmek, geliştirmek ve etkilemek, bu sürecin olanak ve fırsatlarından en etkili yöntemlerle yararlanmak gibi taktiklerden önce, seçimlerin Kürdistan için ideolojik ve politik özünün ne anlama geldiğini ortaya koymak ve belirlenecek taktik ve yöntemleri bu bilinç üzerinden inşa etmek esas ve önemlidir; en başta yapılması gereken görevdir budur!
Kürdistan’da seçimler, TC’nin bütün kurum ve yasaları gibi gayrı meşrudur; sömürgeci inkar ve imha sisteminin bir gereği ve temel parçalarıdır. Bu kurumların Kürdistan’daki varlığı, Kürdistan ve Kürt bilincini, duygusunu ortadan kaldırmak, Türk uluslaşması ve Devlet-ulus çizgisini kurumlaştırmak içindir. Yıllardır verilen mücadele, kuşkusuz bu resmi çizgiyi epey aşındırmış, birçok açıdan iflas ettirmiştir. Ama bu, inkâr ve imha sisteminin ortadan kalktığı ve bunun gereği olan kurumların özünün değiştiği anlamına gelmez. Tersine günlük gelişmeler, şiddetinden bir şey yitirmeyen çelişkilerin kendisi, bunu günlük olarak doğrulamaktadır.
Dolayısıyla öncelikle şu temel gerçekliğin bir kez daha tespitinin yapılması ve bu tespitin atılacak her adımın odağına oturtulması kaçınılmazdır; doğru devrimci ve yurtsever bilinç açısından bu vazgeçilmezdir. Tespit edilmesi ve altı çizilmesi gereken gerçeklik şudur:
Seçimler ve onun kaynaklandığı sömürge “hukuku”, anayasa, seçim ve partiler yasaları, bunları esas alan partiler, meclis ve diğer kurumlar, Kürdistan ve halkı açısından meşru değildir!
Kürdistan ülke ve Kürt ulusal bilinci, anılan gerçeklerin kesin bir biçimde bilinçlere ve politik davranışlara yön verebilmesi için bu tespiti yapmak vazgeçilmezdir. Bu kavrayış olmadan Kürdistan’daki gelişmeleri, çatışmaları, tek tek olayları doğru kavramak da mümkün olmaz.
Aslında yıllardır yapılan, bu kavrayışı ortadan kaldırmak, yurtseverlik kavramının özünü boşaltmaktır. TC ve onun kurumlarını, bilinçte meşru gördüğünüz noktada, yurtseverlik bilincinizde ve ruhunuzda geriye ne kalır? Odağında Kürdistan ülke kavramı olmayan bir yurtseverliğin her hangi bir anlamı var mı?
Peki, bugün “Bağımsız adaylarla” seçimlere giren, ana eksenini BDP’nin oluşturduğu “Blok”, yukarda özetlediğimiz gerçekliğe dokunuyor mu? Yoksa Kürdistan ülke gerçekliğini yok sayan egemenlik sisteminin bu özünün zimni kabulü üzerinden mi hareket ediyor?
Hiç kuşku yok ki, egemenlik sistemine, onun meşru olmayan kurumsal varlığına dokunmadan, tersine bunu en yumuşak yorumla zimni olarak kabul ederek “Kürt siyaseti” yapıyorlar! Ayakları yere basmayan bu siyaset yapma tarzı, her gün direniş dinamikleri tarafından, ayrıca TC’nin politikaları tarafından boşa çıkarılmasına rağmen devam ettirilmektedir! Çok açık ki, Kürdistan’da yaşananlar, “normal” seçim kampanyası değil, çok yönlü bir mücadele ve direniş sürecidir!
TC, bütün kurumları ile saldırıyor, Kürdistan karşısındaki gerçekliğini günlük olarak en yalın ve dolaysız bir biçimde anlatıyor. Ama buna karşılık bu, sömürgeciliğin özüyle, resmi çizginin günlük uygulaması ile anlatılacağına, “Barış istemeyenlerin oyunu” gibi kısmi ve yüzeysel değerlendirmelerle anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılıyor; kuşku yok ki bu, şaşkınlık ve ufuksuzluktan başka bir şey değildir.
Devlet, inkâr ve imha çizgisinde ısrar ediyor, ama buna karşılık sen onu meşru görmeye, onun bir parçası olmak için varını ve yoğunu ortaya koymaya çalışıyorsun; buna karşılık günlük çelişki, çatışma ve gelişmeler ise seni günlük olarak aşıyor ve yalanlıyor. Bu çelişki ve çatışmanın özünü kavramayan politikaların sonuçta başarılı olma şansı yoktur. Elbette burada başarı, kazanılacak milletvekili sayısı değildir; başarı, Kürdistan halkının özgürlük ve eşitlik, bağımsızlık, kendi kaderini belirleme hedefleri doğrultusunda kazandığı bilinç, somut mevziler ve bunların daha ilerisi için, daha büyük hedefler için bir sıçrama tahtası olarak kullanılabilmesidir!
Bu seçimlere bakıldığında öncelikle sürece damgasını vuran, TC’nin şiddetle varlığını dayatan resmi çizgisi ile Kürt halk dinamiklerinin buna karşı büyüyen direnişi ve bundan geriye düşmeme kararlılığıdır! Ancak ne yazık, her açıdan TC’den, sömürgeci sistemden, onun her kurum ve parçasından tam kopuşma, özgürleşme yönünü taşıyan bu devrimci dinamizmin önünde ciddi, temelli ve kısa vadede aşılması biraz güç engeller var. Bu devrimci dinamiklere tepeden müdahale ve barajlama gücü olmazsa TC’yi poliitk olarak daha büyük açmazlarla ve kırılmalarla karşı karşıya bırakmak mümkündür ve bu yarının değil, bugünün, yakın geleceğin olanağı ve fırsatıdr.
Ortadoğu’da büyük sarsıntıların yaşandığı, birçok diktatörlüğün yıkıldığı ve sallandığı bu dönemde, Kürt halk direnişinin politik etki ve sonuçları bakımından bunlardan geri kalması “normal” bir durum mu? Bunun açıklanmaya, nedenleri açıklanmaya muhtaç değil mi?
Oysa bu direnişin önündeki barajlar kalksa, düzen içine hapsetme çabaları yerine direnişin doğal yönü doğrultusunda politik bir çizgi izlenebilse gelişmelerin etkileri ve sonuçları çok daha farklı olur. Halk direniyor, dayatılan baskı ve sindirme politikalarına cepheden kararlı bir yanıt veriyor. Elbette bu, çok önemli ve değerli, ama ne yazık, bu direnişler mantıki sonucuna ulaşamıyor. Bunun temel nedeni ise bu direnişi stratejik olarak kontrol eden İmralı ve onun hareketi düzen içinde tutma çizgisi, devrimci özünü boşaltmaya devam çabaları ve “Tabanda” belirlenen politik taktik ve eylemleri bastırma ve boşa çıkarma anlayışı ve uygulamalarıdır!
Bu genel tablo içinde BDP ve onun ekseninde oluşan “Bağımsız adayların” bağımsızlığından söz etmek, halkın sesini duyan, halk direnişinin özünü ve temel doğrultusunu esas alan bağımsız, iradeli bir politik kişilik ve duruş beklemek mümkün mü? Örneğin aldıkları kararları hayata geçirme, bunların arkasında durma, tepeden veya başka bir yerden tersten bir müdahale olduğunda buna karşı ilkeli ve sonuna kadar durma gücünü ve iradesini gösterebilecekleri mi? Ne kadar, kaç kişi?
Seçimler sürecinde ortaya çıkan gerçek tablo en kaba çizgileriyle bu. Buna eklenmesi gereken bir kaç nokta daha var:
Kürt hareketleri ve Türkiye sol hareketinden çevre ve bireylerin desteklediği Blok, ne kadar ilkeli, ne kadar Kürdistan ve Türkiye devrimci hareketlerinin temel duyarlılıklarına hitap ediyor sorusu tartışılmaya değer bir konudur!
Kuşkusuz bu Blok içinde yer alan tek tek bireylerin kişiliklerini tartışmıyoruz, bu, başka bir konudur, biz esas olarak ilkeler ve temel politik eğilimlerle ilgiliyiz. Bu temelde yaklaştığımız için okun sivri ucunu bu esasa doğrultuyoruz!
Hatırlanırsa, Öcalan, öteden beri ısrarla “Demokratik Ulus Bloku”nun kurulmasını, Türk solu cephesinden ve Kürt hareketinden katılabilecek her kesimin buna dahil edilemsini istemiş ve bunu bir politika olarak dayatmıştı. Öcalan’ın “Demokratik Ulus Bloku” kavramı ile egemen Türk ulus teorisi yerine “yeni” bir ulus teorisini oturtmak istediğini biliyoruz. Bu yazımızda bu kavramın tartışmasına girmeyeceğiz. Şu kadarını belirtelim:
Oluşturulan Blokun “Demokratik Ulus Bloku” kavramı ile ilişkisi nedir? Blok bileşenleri bu soru üzerinde ne kadar düşündüler?
Toparlamak gerekirse: Kürdistan’daki seçimler, onun bir parçası olduğu egemenlik sitemi, düzen partileri, meclis ve TC’nin diğer kurumları halkımız açısından meşru değildir. Öncelikle bunu kavramak ve ısrarla tekrarlamak gerekir. Çünkü bu, Kürdistan yurtseverlik bilincinin temellerinden biridir. Bu bağlamda bu seçimlerde AKP, CHP, MHP ve diğer düzen partilerine oy vermemek, onların sömürgeci düzenin parçaları olduğu gerçeğini her alanda ve fırsata dile getirmek yurtseverliğin kaçınılmaz bir gereğidir!
BDP eksenindeki Blokun durumunu kısaca yukarıda özetledik. Bir bütün olarak bakıldığında politik iradeden yoksun ve düzene yamanma çizgisi olan İmralı çizgiinin Kürdistan’daki direniş dinamiklerinin temel doğrultusuyla örtüşmediğini yukarda kısaca özetlemeye çalıştık. Bu gerçekler ışığında halkımız tavrını ortaya koymalı ve gerçekten devimci ve yurtsever kimlik ve kişiliğine inandığı bağımsızları tercih etmelidir! Esas olarak seçim sürecini gerçekleri açıklama ve anlatma süreci, sömürgeci sistemi ve partilerini mahkûm etme süreci yapılabilmelidir!
20 Mayıs 2011