0 0
Read Time:10 Minute, 51 Second

ocalan-a-gore-erdogan-savas-ilan-etti-1402676M. Can YÜCE / Kürt halkı direniyor, öteden beri bilincinde ve bilinçaltında oluşan temel istemler doğrultusunda önemli bir direnç gösteriyor, bütün bunların ağır bedellerini ödemekten de çekinmiyor…

Bu, bir olgu ve sık sık vurguladığımız bir olgu. Ancak bu gerçekliği sürekli tekrarlamak, kendi başına bir şey ifade ediyor mu? Ya da bu direniş, gerekli ve kazanmak için kaçınılmaz olmasına rağmen sürece yön vermek, gelişmeleri belli bir hedef doğrultusunda yönetmek için yeterli mi? Direnen, bedel ödeyen, temel bazı noktalarda direnç gösteren bir halkı, elbette alkışlamak, desteklemek, yanında olmak gereklidir; bu, en sıradan yurtseverliğin bir gereğidir!

 

Ama bu yaklaşım, tek başına yeterli midir? Bu noktada eleştiri ve uyarı görevini yapmak, gelişmelerin temel seyrini, çizgilerini net ve dolaysız bir biçimde ortaya koymak, söylenmeyeni veya az ve cılız bir sesle söylenenleri en yüksek sesle ifade etmek daha bir kaçınılmaz ve yurtseverliğin olmazsa olmaz gerekliliği değil mi?

Söyler misiniz, daha öncekileri bir yana koyalım, bugüne kadar belirlenen hedeflere kadar götürülen bir kampanya, bir eylem ve bir “Sivil itaatsizlik” hareketi var mı? Yoksa neden?

Elbette 12 Haziran seçimlerinde 36 Milletvekilini seçmek, önemli bir başarıdır! Ama salt bu kadarıyla bu, bir şey ifade ediyor mu? Burada daha önemli olan ve sonuç alıcı olan politik program ve hedefin kendisi değil mi? Bu kadarı da tek başına yetmez, bu hedef doğrultusunda izlenecek pratik çizgi ve eylemlerin yönetimi de çok önemlidir!

36 Milletvekili seçildi, bunlardan Hatip Dicle’nin Vekilliği iptal edildi, 5 Milletvekili ise tahliye edilmedi. Buna karşı Blok, Meclise gitmeyi ve “Yemin” etmeyi boykot etti. Kuşkusuz bu bir tavırdır, ama hedefi kendi içinde tartışmalıdır!

İtiraz, Anayasada yazılan Yemin metninin kendisine, özüne ve lafzına değildir! Kaldı ki bu Yemin metni, Kürtleri ve diğer halkları, bu bağlamda seçilenleri, tabii seçilenler iddialarında samimi ve tutarlı ise, bütün farklılıkları reddediyor, yok sayıyor, aşağılıyor, kendini ve kimliğini inkâr ederek TC ve onun resmi çizgisine biat edilmesini şart kılıyor. Bunu Meclise girmenin ve orada “siyaset yapmanın” önkoşulu sayıyor…

Ne yazık, bir halk direnişinin ürünü ve onun sonucu olarak seçilenler, özünde direnişi yok sayan, direnişin varlık nedenlerini aşağılayarak yok sayan, gerçekte kendileri için bir utanç metni olan Milletvekili Yeminini kendileri için dert konusu yapmıyor, ona karşı net ve kesin bir itiraz tutumunu geliştirme gereğini duymuyor. Geçmişte de duymamışlardı, ama bunun yanında daha “ikincil konularda” boykot tutumunu geliştirebiliyorlar. Tabii bu tutumlarını da tutarlı ve kararlı bir biçimde sürdürebilseler, bunun bile bir parça anlamı olabilir… Ama bu noktada her zaman olduğu gibi süreci yönetme konusundaki “iradesiz konumlarını” bir kez daha göstermekten geri durmuyorlar!

Kürt halkının, onun “politik dinamiklerinin” önünde yaşamsal önemde bir soru var. Aslında bu soru bugün ortaya çıkan bir soru değil, daha öncesi bir yana 1999’dan bu yana çok yakıcı bir şekilde yanıtını arayan, ama bulamayan, köpüklü yanılsamalarla üstü örtülen bir soru!

Sorunun kendisi şu:

Kürtler adına yürüyen ve yürütülen süreci kim yönetiyor, kim yönetecek? Savaş, barış, kendi kaderini tayın hakkı ve daha bir dizi konuda kim karar verecek? Elbette bunun “nasılı” da önemli, ama bu noktada daha belirleyici olanı “kim” sorusudur!

Bugüne kadar birçok örgüt, kurum, platform geliştirildi ve bunların süreci yöneten unsurlar olduğu vurgulanıyor. Kandil (KCK-PKK), BDP-DTK, Blok ve İmralı gibi… Gerçekte bütün bu odak ve platformların tümünü karar süreçlerinin etkin unsurları olarak değerlendirmek mümkün mü? Mümkün değilse neden?

Daha da somutlaştırmak gerekirse:

İmralı’da sürdürülen “görüşmeler”, bunun sonucunda ortaya çıkan veya çıkacak “Mutabakat”, onun öngördüğü veya içerdiği proje, gerçekten nedir, Kürtlerin özgür iradelerini, onların temel taleplerini yansıtıyor mu, yansıtabilir mi? Anılan “söz ve karar” platformlarında bu doğrultuda bir itiraz, itiraz bir yana temelde bir istem net bir biçimde ortaya konuluyor mu?

Bu sorular çok önemli…

Yemin etmeme, İmralı’dan gelen işaret üzerine Yemin etme ve Meclise gitme arayışları ve bunun “onurlu” formülünü bulma çabaları, bunlar henüz bir sonuç vermemişken, kendi içinde birçok soru işareti taşıyan Silvan’da meydana gelen çatışma ve ölümler, bunların ırkçı şoven bir kampanya için bir kaldıraç olarak kullanılması ve aynı döneme denk getirilen “Demokratik Özerklik” ilanı, ardı ardına yaşanan bu gelişmeler, Kürt cephesi açısından temel hedef ve strateji boşluğunu bir kez daha koymuş ve yukarıdaki soru ve soruların yaşamsal önemini bir kez daha vurgulamıştır!

TC ve onu yönetenler, Silvan’daki olayı tam anlamıyla bir bastırma, ırkçı şoven kampanyayı yeni bir düzeye taşıma vesilesi yapmış, Kürt halkı ve direnişi karşısındaki düşmanlığını bir kez daha ortaya koymadaki pervasızlığını net bir biçimde anlatmıştır! En demokrat geçinen unsurların bile üstenci ve kibirli yaklaşımları kendilerini ele vermekten geri durmamıştır. Bunlar, biliniyor, daha fazla ayrıntıya girmeye gerek yok, ancak burada altı çizilmesi gereken temel bir ders niteliğinde bir nokta var; onu vurgulamadan geçmek büyük bir eksiklik olacaktır!

Kürtler açısından, Kürt siyaseti açısından, kendini tam ve gerçek anlamda eşit görme, bu temelde kendini anlatma ve taleplerini politik düzlemde savunma, bunu bir yaşam ve ulusal kimlik duruşu olarak algılama durumu, stratejik, yaşamsal önemdedir. Kendini tam ve gerçek anlamda eşit görme tutumu, her türlü çözümün de anahtarı, temel çıkış noktasıdır. Bu kadarı da değil, bu, ırkçı, şoven, üstenci, kibirli “Türk demokratizmini” eğitmenin, normal bir çizgiye çektirilmesinin de temel anahtarıdır…

Siz kendinizi eşit bir konumda görüp tam anlamıyla eşit haklar ve statüler talep etmediğiniz sürece, hep “hak dileyen konumda” algılayıp algılattığınız ölçüde kimse gerçek anlamda sizi ciddiye almaz, tersine size hep tepeden bakar, kibirli davranır, sadaka dağıtıcıların psikolojisini yansıtır…

Bu trajik, aynı zamanda utanç verici durum her defasında ve olayda karşımıza çıkmıyor mu?

Kuşkusuz kimi durumlarda ciddiye aldıkları oluyor, “görüşmeler”, “müzakereler” yaptıkları da oluyor. Ama burada eşit “taraf” veya eşit “muhatap” yaklaşımı kesinlikle yok; var olan, her çizgisine egemen oldukları bir projeyi, mümkün olan en geniş kesimlere kabul ettirmekten ve uygulamaktan başka bir şey değildir.

Elbette yaşam ve gelişmeler tekdüze ve yalınkat değildir, çelişkili, karmaşık ve denetlenmesi güç boyutları, unsurları var… Bu anlamda yürüttükleri projeye tam egemen olsalar da bunu hayata geçirmede aşmaları gereken sayısız engel ve unsur var. Bu ayrı bir tartışma konusu, bizim açımızdan önemli olan, Kürt halkının ve somuttaki direnişinin bağımsız bir iradeye sahip olup olmadığı, bunu oluşturan demokratik süreçlerin varlığı veya yokluğudur!

Bu noktadan bakıldığında, mevcut sürecin paradoksları da daha net olarak anlaşılmaktadır. Bir yandan süren bir direniş ve bunun ifade ettiği güç, ama öte yandan bunun tam anlamıyla demokratik karar ve irade süreçlerinden yoksun oluşu, başka bir ifadeyle kayıtsız koşulsuz İmralı’ya teslim edilişi, işte açmazın ve paradoksun kendisi budur! Son tahlilde BDP-DTK ve KCK-PKK yapılarının ve “karar süreçlerinin” bir hükmü var mı? Yoksa İmralı damgalı projeye biat etmekten, yine son tahlilde varsa “farklılıklarını” bu projeye tabi kılmaktan öte bir anlamı var mı?

İmralı’da görüşmeler yapıldığı, hatta “Barış konseylerinin kurulması” konusunda mutabakata varıldığı, ama bunun henüz imza altına alınmadığı belirtiliyor. Devlet organları bu ifadeyi yalanlamış değildirler. Bu noktada şu soruların sorulması gerekmiyor mu?

Kimdir bu heyet, politik bir kimliği var mı, deklere edilmiş bir bağlayıcılığı var mı? Yoksa istihbarat kimliğini aşmayan bir heyet mi? Gelinen noktada bu heyetin açık bir politik kimlikle ortaya çıkması gerekmiyor mu? İstihbarat düzeyinde ve gizli yürütülen görüşmelerin, politik ve uluslararası hukuk açısından bir meşruiyeti ve anlamı var mı?

“Bizim” taraf neden bu soruları sorma ve açıktan tartışma gereğini duymuyor? “Devletle görüşüyorum” gerekçesiyle engellenen, boşa çıkarılan kaç tane “tabandan gelen girişim” var?

Pratik karar ve uygulamalar kadar, hatta daha önemli olan ideolojik-programatik kavram ve çerçevelerin belirlenmesinde anılan “yapıların” kayda değer bir etkisi olmuş mudur?

Söyler misiniz, nedir “Demokratik ulus”, bunun bir parçası olarak ilan edilen “Demokratik Özerklik”? Demokratik ulus ile Kürt ulusu kavramlarını bağdaştırmak mümkün mü? Demokratik ulus ve Demokratik Özerklik kavramlarını ve anlamlarını başka bir yazıda genişçe ele alacağız.

Şimdi şu kadarını belirtelim:

İmralı eksenli proje, özünde Kürt halkını ve Kürdistan’ı “demokratikleştirilmiş” TC’ye bağlama, bunu mümkün olan en az “kayıp ve zararla”, en az “kırıntıyla” gerçekleştirme projesidir. Peki, süren süreci ve bunun ana doğrultularını, bu projenin dışında ve ona rağmen tanımlamak mümkün mü? Son dönemde geliştirilmeye çalışılan Birlik, Blok ve Çatı Partisi çabaları, bu projeyi bütün Kürtler ve devrimci ve demokratik sol nezdinde meşrulaştırma ve onlara kabul ettirme çabaları değilse nedir? Demokratlık, solculuk ve yurtseverliğin gereği mi?

Gerçekliğin en yalın ve öz ifadesi budur! Bunu kavramadan doğru bir tutum geliştirmek de mümkün değildir!

Belki de gerçekliği bu açıklık ve çarpıcılıkta ifade etmenin, dar ve güncel anlamda bir etkisi olmayabilir, ama unutmamak gerekir ki, önemli ve tarihi olan, gerektiği zamanda “bütünle” çelişme pahasına, hatta bu “bütünü” karşısına alabilme pahasına “Kral çıplak” diyebilmektir! İyi niyetle de olsa görerek ve bilerek akıntıya kendini kaptırmak, bunu yurtseverlik adına yapmak kısaca özetlediğimiz projenin destekçisi olmaktan başka bir şey değildir!

                                                                                                   21 Temmuz 2011

                                                                                                  

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter