0 0
Read Time:8 Minute, 58 Second

Ergenekon tartışmaları ve yargılama süreciyle birlikte Öcalan ve onun üzerinden PKK’nin devletle, MİT ve Kontrgerilla ile ilişki içinde olduğu iddiaları da tartışılmaya başladı. Daha doğrusu öteden beri var olan bu tartışma yeni boyutlar kazandı. Bu tartışma sürecinde birçok şeyin karıştırıldığını ve tam anlamıyla bir zihin bulanıklığının yaratıldığını hemen vurgulamamız gerekir. Bu nedenle bu noktada doğru bir bakış açısına, sağlıklı bir yaklaşım yöntemine sahip olmak çok büyük bir önem kazanmaktadır. Bu noktada bu doğru bakış açısını ana çizgileriyle ortaya koymamız öncelikli bir görev olmaktadır. Ama önce yapılan tartışmaların kısa bir özetini yapmamız gerekiyor.

Öteden beri bazı çevreler, A. Öcalan’ın başından beri MİT ajanı olduğunu, bu nedenle PKK’nin devlet tarafından kudurtulduğunu, bunun Kürt dinamik ve potansiyellerinin açığa çıkarılması ve yok edilmesi amacıyla yapıldığını iddia etmektedir. Burada kurulan mantık açık ve basittir. Öcalan, MİT ajanıdır; PKK demek Öcalan demektir, yani ikisi eşittir. Sonuç, Öcalan’ın tarihi eşittir PKK’nin tarihi!

Doğu Perinçek, Ergenekon operasyonu bağlamında verdiği ifadede, Öcalan’ın MİT ajanı olduğunu ve dolayısıyla PKK’nin MİT tarafından kurulduğunu belirtmektedir.

Yine Kürt cephesinden İbrahim Güçlü, Öcalan’ın Ergenekon üyesi olduğundan kuşku duymadığını ve PKK’nin eşittir Öcalan olduğunu ifade etmektedir.

Yayınlanan Ergenekon İddianamesinde Öcalan’ın anılan “terör örgütüyle bağlantılı olduğu” yönünde ifadeler var. Buna karşılık Öcalan da savcılık tarafından ifadesinin alınması yönünde talepte bulundu.

Bilindiği gibi, Öcalan, öteden beri, kendi sistemini kurup oturttuğundan bu yana, PKK’nin ve onunla birlikte her şeyin kendisi tarafından yaratıldığını, onun dışındakilerin ise bir hiç olduğunu, dolaysıyla PKK’nin gerçek anlamda kendisinden başa bir şey olmadığını, kendisi ile PKK arasındaki bu özdeşliği sayısız kez vurgulayarak tekrarlayagelmiştir!

Ergenekon ile bağlantılarının basına yansıması ve bu doğrultuda konunun tartışma konusu olması, Öcalan’ı telaşlandırmış olacak ki, her zaman yaptığı gibi, kendisine tavır alan kişi ve çevreleri toplumun gözünden düşürmek, kendi iktidarı için herhangi bir tehlike haline gelmeden bastırmak için hedef tahtasına koydu, onları, “Kürt Gladiosu” gibi hiçbir mantıki, politik, hukuki ve ahlaki temeli ve dayanağı olmayan bir tanımla karalayarak…

Bu kısa özetin de ortaya koyduğu gibi, tarihsel ve güncel olaylara ve gelişmelere bakışta örtüşen noktalar var. Öcalan ile PKK özdeşliği değerlendirmesi bu ortak nokta olmaktadır. Peki, bu, gerçekliğin kendisine ne kadar uymaktadır. Öncelikle iki noktanın altını çizelim:

Bir: Ergenekon derken kim neyi anlıyor ve neyi anlatıyor?

İki: Tek başına Öcalan’ın kişiliği, bağlantıları ve politik yaşamıyla son 30 yılın tarihini açıklamak mümkün mü?

Bir: Ortaya çıkarılan, tartışılan ve bir iddianameyle yargılama konusu yapılan Ergenekon ile her çevre ve kişinin kafasındaki, işaret ettiği ve tanımladığı Ergenekon farklı kapsama ve niteliklere sahiptir. İddianamede ortaya konulan Ergenekon, Teşkilat-ı Mahsusa’dan bu yana esas iktidar çekirdeği olan, farklı zamanlarda Kontrgerilla, özel savaş, Derin Devlet olarak tanımlanan aygıt değildir. Tersine İddianame, bu tür tartışma ve değerlendirmelerin önünü kesmek için net bir tutumu içermektedir. “Ergenekon, Genelkurmay ve MİT ile bağlantılı bir örgüt değildir” hükmüyle bunu yapmaktadır. Yargılama konusu yapılan Ergenekon ve unsurlarının yargılanması süreci, belli dönemlerde özel savaş aygıtı içinde çalışmış, sayısız suça bulaşmış ve süreç içinde resmi yapı ve aygıttan görece özerkleşmiş, varlığı ile devletin iç ve dış politikası önünde bir engel olma eğilimi içine girmiş unsurların tasfiyesi hareketidir.

Tasfiyede egemenler cephesinde genel bir mutabakat olmasına rağmen, son bir yıllık süreçte bu tasfiye süreci AKP ve diğer İslamcı çevrelerin elinde “Rakiplerini” dize getirme silahı olarak kullanılmıştır. Bunlar, demokratikleşme ve devletin kontrgerilla unsurlarından arındırılması hareketi olarak sunulmuş ve bu konuda kitlelerin, devlet ve demokrasi bilinci bulandırılmıştır.

Yaratılan ve sürekli pompalanan beklenti ile gerçekliğin kendisi kuşkusuz farklıydı, gelinen noktada bu, çok daha net anlaşılmaktadır. Dolayısıyla yüklenilen anlamıyla Ergenekon ile resmi, yani sınırları ve nitelikleri Savcılığın İddianamesi ile konulan Ergenekon’u kesin bir biçimde ayırt etmek gerekir. Bunun için ilk önce adından başlamak gerekir.

Ergenekon, Özel savaş aygıtı olan TC gerçeğini örten, bilinçleri bulanıklaştıran bir kavram haline geldi. Eğer Derin devlet, Kontrgerilla, TC’nin özü tanımlanacaksa, bu noktada, Ergenekon kavramından uzak durmak, özel savaş aygıtı veya en çok bilinen adıyla Kontrgerilla kavramını kullanmak daha doğru ve açıklayıcı olacaktır.

Bazı liberal aydınlar, yazarçizerler, albayların, generallerin Kürdistan’daki cinayetlerini, kirli iş ve ilişkilerini açıklamaktadırlar. Kuşkusuz bunu yapmak bir iştir. Peki, bu cinayet ve kirli işler bireysel eğilim ve tasarrufların mı ürünüydü? Bunlar, devletin özel savaş politikasının doğrudan doğruya uygulamaları değilse neydi? Burada neden devletin kendisini ve onun sömürgeci sistemini ve güncel özel savaş stratejisini hedef tahtasına koyup tartışma konusu yapmıyorsunuz? Deşifre olmuş bir albay veya bir generali eleştirmek kolay, ama önemli olan, gerçek demokratik tavır, bu kirli uygulama ve unsurların ardındaki güç ve politikayı tartışma ve yargılama konusu yapabilmektir. Bu yapılmıyor, ama her gün Ergenekon tartışması yapılıyor.

Tekrarlamakta yarar var. Şu anda bilinçlere ve bilinçaltlarına empoze edilen Ergenekon kavramı, gerçek devlet bilincini köreltmektedir. Kendi başına Ergenekon demek yerine resmi Ergenekon, yani İddianamedeki Ergenekon kavramını kullanmak ve bununla “derin devlet”, kontrgerilla kavramları arasındaki ayrımın net sınırlarını ortaya koymak çok önemlidir ve bu devrimciler ve yurtseverlerin ertelenmez görevlerinden biridir!

Şimdi sırada ikinci sorunun yanıtı var.

İki: 1970’li yılların ortasını çıkış noktası olarak alırsak ortada 30 yıldan fazla bir tarihi kesit var. Bu 30 yıllık tarihi ve bunun belli başlı ve temel çizgi ve eğilimlerini, dinamiklerini tek başına Öcalan ve onun en genel anlamda ajanlığı ile açıklamak mümkün mü? Mümkün diyenler, bu yaklaşımın bilimsel olduğunu iddia edebilirler mi? Bu iddialarında samimilerse, öncelikle savundukları tezlerini bir tarih felsefesine, yöntemine oturtmak durumundadırlar! Gerçekten böyle bir tarih felsefeleri var mı?

Öcalan gerçekliğine gelince;

Son on yılların ve daha da önemlisi İmralı’ya konulduğundan bu yana sergilediği çizgisi ve pratiğinin ortaya çıkardığı ve kanıtladığı Öcalan gerçekliğinin en genel ve kaba özeti şudur: Öcalan’ın kendisi, yaşamı, kendi çıkarı ve kendi iktidarı söz konusu olduğunda yapamayacağı, evet yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Bu “Yapamayacağı şey” kavramına, aklınıza gelebilecek her şey girer. Çünkü onun bağlı olduğu evrensel, toplumsal, siyasal ve ahlaki bir ilke yoktur. Onu tanımlayan ve güdümleyen tek bir şey vardır: Her şeyiyle kendisi! Bu tanıma göre, en genel anlamıyla ajanlık, şu veya bu “servis bağlantısı” Öcalan gerçeğini, kurduğu iktidar sistemini açıklamaya yeter mi? Onun kişiliği ve gerçekliği, iktidar sistemi bu tür teorilerle açıklanmayacak kadar çelişkili, karmaşık ve onun ötesinde bir kapsama sahip; ama kavrandığında çorap söküğü gibi sonuna kadar gidebilen basit bir gerçekliktir. Böyle bir gerçekliğe sahip bir kişi ve onun iktidar sistemini, bunun neden ve sonuçlarını tek başına “Ajanlık”, “Ergenekon üyeliği” gibi teorilerle açıklamak mümkün mü?

Kuşkusuz, Öcalan gerçeği, kişiliği ve iktidar sistemini atlayarak, görmezden gelerek PKK ve son 30 yıllık tarihi açıklamak mümkün değildir. Nasıl ki her şeyi, PKK ve 30 yıllık tarihi Öcalan ile özdeşleyerek açıklamak, kendi başına doğru değilse, aynı biçimde Öcalan gerçeğini görmezlikten gelmek de o düzeyde doğru değildir.

Evet, 1986’da gerçekleşen PKK 3. Kongresi ile birlikte Öcalan, PKK yönetimini gasp ederek tek kişiye dayalı despotik, her farklı sesi susturma ve bastırma anlayışı ve pratiğine dayalı, farklı seslerin ortaya çıkmasını önleme mekanizmaları üzerinde bir iktidar sistemi kurdu. Süreç içinde bunun kültürünü ve psikolojisini kurumlaştırdı ve en geniş halk kitlelerine yedirmeye çalıştı. Politik ve örgütsel çizginin belirlenmesinde bu iktidar sistemi tek belirleyici güç haline geldi, diğer kişi ve çevrelerin ancak bu iktidar sistemine bağımlılık ve o çerçevede bir anlamı, bir söz hakkı vardı.

Bu mutlak despotik iktidar sistemine rağmen bütün PKK ve 30 yıllık tarihi Öcalan ve iktidar sistemiyle açıklamak mümkün değildir, bilimsel de değildir. Şundan dolayı: Her şeye rağmen Öcalan’ın mutlak anlamda denetleyemediği dinamikler vardı, Bu, Kürdistan sorunun objektif yapısından kaynaklanıyor. Burada paradoksal bir durum ve bütün var:

Öcalan’da toplanan, merkezileşen ve bir tekel konumunu kazanan iktidar gücü, kendisinin emek ve yetenekleriyle yarattığı bir güç değildir. Onun marifeti, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin, onun içinde yer alan kadro ve savaşçıların, emekçilerin, sayısız isimsiz kahramanın emek ve mücadelelerinin sonuçlarını gasp etmek, kendi iktidar gücü haline getirmektir! PKK’ye katılan, onun saflarında mücadele edenlerin, serhildana kalkan emekçilerin kafasında Kürdistan ideali var ve bu, onları harekete geçiren temel dinamiktir! Bu mücadele sayısız değer yarattı; ama Öcalan, bunları gasp etti ve saltanatını kurdu. Bu, bir günde olmadı, uzun bir süreçtir: Kuşkusuz bu süreçte iç ve dış bağlantılar, başka hesap ve oyunlar da rol oynamıştır, ama bunlar bu yazının kapsamı dışındadır! Burada özdeş olmayan, tersine çelişkili ve özünde bir çatışma içinde olan paradoksal bir gerçeklikten söz ediyoruz. Milyonları kucaklayan bir hareket ve onların yarattıkları olmasaydı, yani etkin bir ulusal kurtuluş hareketi olmasaydı, şimdi biz Öcalan ve iktidar sisteminden söz ediyor olacak mıydık? Peki, bu güç bir devlet ajanı tarafından mı yaratıldı? Böyle bir iddia Öcalan’ın iktidar sisteminin temel tezi ve tarih anlayışı değilse nedir?

Burada yöntemsel bir noktaya gelmiş olduk: Birbiriyle bağlantılı, ama birbiriyle çatışma içinde olan bu iki gerçekliği özdeş gösterme yanlışından kurtulmak gerekir. PKK, en azından en genel anlamda iki ucu olan paradoksal bir bütünü anlatmaktadır. Bir ucundan Öcalan, diğer ucunda Mazlum Doğan var. Bu iki uç da PKK içindedir, ama bunlar birbiriyle bağlantılı olduğu kadar çatışma içindedirler…

Özetlersek:

Bir: “Öcalan eşittir PKK” formülü ve anlayışı, en basit anlamıyla kolaycılıktır, tarihsel gerçekliği düz mantıkla açıklama kolaycılığıdır, bilimsel değildir. Dahası bu tez, Öcalan’ın temel tezinin tersten ifadesinden başka bir şey değildir!

İki: Öcalan ve PKK özdeşliği üzerinden Öcalan’ın ajanlığını bütün tartışmalarının odağına oturtanlar, gerçekten, Öcalan iktidar sistemini, bunun 30 yıllık tarihi pratiğini ve bugün hala devam eden çizgisini aydınlatmaya, bilimsel temellerde tartışmaya ve deşifrasyonuna hizmet etmiyorlar. “Ajanlık teorileri” ve “Komplo teorileri” Kürdistan devrimci hareketinin ihtiyaç duyduğu doğru bir tartışma ve kendi son 30 yıllık tarihi ile yüzleşme ve hesaplaşma çabalarına hizmet etmiyorlar. Tersine bu yöndeki çabaları tıkamaktadırlar.

Öcalan gerçekliği, bağlantıları ve iktidar sistemi, ajanlık ve devlet bağlantıları yukarda özetlediğimiz doğru bir bakış açısı bağlamında tartışıldığı zaman bir anlam kazanır.  Yoksa ele aldığımız bakış açıları, dört bir yandan bulandırılan bilinçleri daha da bulandırmaktan başka bir sonuç doğurmamaktadır!

                                                                                                               19 Ağustos 2008

                                                                                                                

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter