Bu çöküş, aslında sadece bir politik çizgi ve onun damgasını vurduğu bir dönemin çöküşü değil, aynı zamanda temel yasası kâr olan kapitalist düzenin çöküşüdür! Kriz, küresel sermayenin merkezinde başladı, domino etkisiyle diğer bölge ve ülkeleri etkilemektedir. Büyük bankalar peş peşe batıyor, kimilerini hükümetler “Kurtarma operasyonuna” tabi tutuyor. Kimilerinin iflas etmelerine göz yumuluyor. Bu çöküş sürecinin nereye kadar varacağını, neler olacağını kimse tam olarak kestiremiyor. Ancak kapitalist-emperyalist merkezlerde yeni arayış ve tartışmalara neden olduğu çok açıktır.
Neo liberal politikalar 1980’lerin başında ADB ve İngiltere’de yürürlüğe girmiş, Türkiye 24 Ocak Kararlarıyla bu kervana katılmış, onları bir dizi Latin Amerika ve Uzak Doğu ülkesi takip etmişti. Bu, aslında, bir bakıma vahşi kapitalizme, sınırsız sömürü ve vurgun döneminin devletler eliyle yeniden düzenlenmesi demekti. “Köpeklerin salındığı, taşların bağlandığı” bir dönemdi bu… İşçi ve emekçilerin sendikasızlaştırılması, taşeronlaştırma, ücretlerin aşağıya çektirilmesi veya dondurulması, işsizlik, süreklileşen yoksulluk; buna karşılık özellikle mali sermeyeninin önündeki her türlü engelin kaldırılması ve sınırsız bir soygun ve vurgun sisteminin küresel çapta kurumlaştırılması, işte bunlar neo liberal saldırganlığının çok kaba bir özetini anlatmaktadır.
Devletin ekonomik yaşama müdahalesinin en alt sınıra indirgendiğinin iddia edildiği bu saldırgan politikada gerçeklik bunun tam tersidir. İşçi ve emekçilerin örgütsüzleştirme ve sömürü ve soygun sistemini bütün dünyaya egemen kılmada devlet, onun politik ve askeri gücü her zaman belirleyici, düzenleyici ve ön açıcı bir rol oynamıştır. ABD’nin dünya çapındaki egemen politik ve askeri gücü olmasaydı, dünyayı engelsiz bir sömürü ve soygun haline getiren ekonomik politikaların hayat bulması da mümkün olmayacaktı. Yine IMF ve Dünya Bankası, dünyayı uluslar arası mali sermayeye bağlamış, politik, hukuksal ve ekonomik engelleri ortadan kaldırmıştır.
Ancak her sınırsız sömürü ve soygun düzeninin bir sınırı vardır. Gelinen noktada neo liberal saldırganlık, “Küreselleşme” olarak tanımlanan dünya egemenlik ve sömürü sistemi, yani ABD’nin damgasını vurduğu kapitalist-emperyalist sistem sınırlarına dayanmıştır. Çöküş süreci başlamıştır. ABD yönetimi ve diğer hükümetler bu krizi aşmak için çareler üretmeye çalışmalarına rağmen mali piyasalardaki çöküşü durduramamaktadırlar… En son 700 milyar dolarlık “Kurtarma fonunun” Temsilciler Meclisinde reddedilmesi çöküş sürecini hızlandırmaya yetmiştir.
Bu süreç, nedenleri, sonuçları ve gelecek üzerindeki etkileri emperyalist merkezlerde de tartışılmaktadır.
Independent gazetesinin yazarlarından Sean O’Grady ise bu sabah yayımlanan analizinde şunları yazıyor:
“Açık olan şu ki, vergi mükelleflerinin ödeyeceği hiçbir miktar, Kongre ya da Avam Kamarasının hiçbir oylaması, bir başkanın ya da başbakanın hiçbir konuşması, ‘vahşi kapitalist’ yaratıcı bir yıkımla geçen bir yıl boyunca sistemden geri çekilen güveni artık yeniden geri kazandıramayacaktır.”
“Güven, bizim sistemimizi çalıştıran sihirli malzemedir. Eğer o yoksa geriye sadece korku kalır.” (Kaynak: BBC 30 Eylül 2008)
Berlin’de çıkan Neues Deutschland adlı gazetenin yorum sütununda şu çarpıcı sözler yazılı:
“Lehman Brothers’ın iflasından sonra, ABD’deki beş yatırım bankasından sadece iki tanesi ayakta kaldı. Son yaşanan örnekler, Lenin’in ‘Emperyalizm: Kapitalizm’in Son Aşaması’ başlıklı analizini daha da radikalleştirme ihtiyacını doğuruyor. Çürüyen kar sisteminde rekabet içindeki piyasa oyuncuları, devrildikleri zaman sadece monopolleştirilmeye değil, doğrudan devletin direktifi altına girmeye mecbur kalacaklar.” (Kaynak: DW)
Neo liberal politikanın ve tek kutuplu dünya sisteminin sonuna işaret eden belirtiler çoğalmaktadır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun New York’ta devam eden toplantılarının birinde konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, dünya liderlerini, 1930 yılından bu yana yaşanan en büyük finans krizinden dersler çıkarmak üzere, yılsonundan önce düzenlenecek bir zirvede bir araya gelmeye çağırdı. Yeni bir dünya düzenine işaret eden Sarkozy, kontrolsüz bir serbest piyasa düzenine karşı çıkarak, Genel Kurul üyelerine şöyle seslendi:
“Gelin, regüle edilen bir kapitalizmi yeniden inşa edelim. Tüm finans etkinliklerinin yalnızca piyasa aktörlerine bırakılmadığı ve bankaların işlerine döndüğü, yani spekülasyon değil, ekonomik kalkınmayı destekledikleri bir sistemi inşa edelim. Kredi kurumlarındaki kapitalizm kontrol altına alınsın ve insanların tasarrufları ile oynayanlar da cezalandırılsın.” (Kaynak: DW)
Daha önce Almanya hükümetinin Bush’un destek çağrılarını geri çevirmesi de rastlantı değil, bu bağlama oturmaktadır.
Kuşkusuz yaşanan krizin temel nedeni tek başına “kontrolsüz bir serbest piyasa düzeni” değildir. Bunun elbette önemli etkileri olmuştur. Krizler kapitalist sistemin doğasında vardır, son kriz de bu doğadan kaynaklanmakta ve “kontrolsüz bir serbest piyasa düzen”in çelişkilerinde kendisini dışa vurmaktadır. Ancak burada üzerinde durmak istediğimiz konu bu değil. Esas olarak vurgulamak istediğimiz konu, hem ekonomik alanda, hem de politik cephede bir dönemin sonuna gelindiği, yeni bir “dünya düzeni”ni kurma arayışları, tartışmaları ve pratik çabalarının başlamış olduğudur.
Rusya ve ABD arasında Gürcistan üzerinde yaşanan hegemonya savaşı, bu pratik çabaların en somut örneğini oluşturmaktadır.
Krizin boyutları büyüme ve derinleşme eğilimindedir. “Kârı özelleştiren” emperyalist hükümetler, krizin faturasını emekçilere, çalışanlara ve en genel anlamda “vergi mükelleflerine” fatura etmeye çalışmaktadırlar. Bu, işsizlik, dolaylı vergilerin ağırlaştırılması, yoksulluktan başka bir anlama gelmeyecektir.
Bu noktada emekçi örgütlerinin küresel çapta örgütlü direnişi önem kazanmaktadır. Yoksa krizin sosyal, ekonomik ve siyasal faturası çekilir cinsten olmayacaktır!
30 Eylül 2008