0 0
Read Time:68 Minute, 40 Second

14temmuz-mahkeme2Aşağıda okuyacağınız yazı, yaklaşık 20 yıl önce yazılan “Diyarbakır Zindan Direnişi” adlı kitaptan alınan bir bölümdür. Virgülüne dahi dokunmadan olduğu gibi yeniden yayınlıyoruz. Diyarbakır Direniş gerçeğinin doğru kavranmasına katkı sunacağına inanıyoruz. 25 Eylül 2008, Sosyalistê Şoreşger

DİYARBAKIR ZİNDANLARINDA KİTLESEL DEVRİM: EYLÜL DİRENİŞİ

Eylül 1983 direnişinden önceki direnişler, bütün görkemliliğine ve muazzam siyasal sonuçlar doğurmalarına karşın, cezaevi statüsünü köklü bir dönüşüme uğratamadılar. Bunun çok önemli ve çeşitli nedenleri var. Yukarıdaki bölümlerde açıkladık ve bu olgu, o direnişlerin büyüklüğünü, görkemliliğini gölgeleyemez. Cezaevinde kurulmuş bulunan statüyü parçalama, dağıtma ve yerine insani değerler ve devrimci kimliğimize uygun bir yaşam kurma onuru Eylül 1983 direnişine aittir. ’81 Direnişi, Mazlum, Dörtler ve 14 Temmuz’un yarattığı temel üzerinde gelişen ve bu direnişler zincirinin soylu bir halkası olan Eylül direnişini biraz ayrıntılıca incelememiz gerekiyor. Çünkü bu konuda bugüne dek çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Tabii herkes, kendi cephesinden olaya yaklaştı, baktı. Dolayısıyla olayı kendine yontma, daha fazla siyasal yarar elde etme durumu sıkça görüldü. Bu, zindan gerçekliğinin ve bu bağlamda Eylül direnişinin çarpıtılması ve yanlış gösterilmesi anlamına da geliyordu. Eylül direnişi gerçekliğini, tarihsel gelişme perspektifi içinde irdeleyip grupların konumlarını ve durumlarını tam bir nesnellikle yerli yerine oturtmaya çalışacağız. Böylece bu konudaki çarpıtmalar, kendine yontma hesapları da gerekli yanıtı bulmuş olacak ve devrimci kamuoyu gerçekleri öğrenme fırsatını yakalamış olacaktır. 14 Temmuz büyük ölüm orucu eyleminin sonuçlandırılmasından sonraki gelişmeleri özetleyerek işe başlayacağız.

1

14 TEMMUZ’DAN SONRAKİ GELİŞMELER

14 Temmuz eyleminin başarıyla sonuçlanmasından sonra, öncelikli görev, onun getirdiği ve kazandırdığı kazanımlara ve haklara sahip çıkmak ve pratikte oturtmaktı. En önemli kazanımlar, yazılı savunma hakkı, itirafa zorlama politikasının geriletilmesi ve işkencenin durdurulması veya hafifletilmesi biçiminde somuttandı.

1982’nin sonbahar aylarında, duruşmalar sürüyordu. PKK ana davası son aşamasına varmıştı artık. Sık sık mahkemeye çıkılıyordu. Bu dönemde mahkemeye çıkan arkadaşlar, 14 Temmuz’un siyasal ve tarihsel anlamını anlatıyor, 14 Temmuz kahramanlarının anılarına saygısını ve bağlılığını vurguluyor, faşist Türk sömürgeciliğinin zindan politikasını ve sergilenen vahşeti teşhir ediyor, yargılıyordu. Bu teşhir ve açığa çıkarma tutumu, bir kampanya biçiminde ve kitlesel boyutlarda gerçekleşiyor ve sürüyordu. Yine bu bağlamda, daha önce itiraf zorlamalarına dayanamayarak itirafçı konumuna düşenler, ilk çıktıkları duruşmalarda itiraflarını geri alıyor, bunun gerekçelerini geniş geniş anlatıyor, kendilerinin geçmiş tutumunu mahkûm ederek partiyi ve direnişçi çizgisini yüceltiyordu. Böylece, mahkemeler, mahkeme kürsüleri, sömürgeciliğin ve uygulamalarının yargılandığı, ulusal kurtuluş davasının ve zindan direnişçiliğinin savunulduğu, yüceltildiği devrimci bir platforma dönüştürüldü.

Bu, çok önemliydi. Cezaevi kitlesinin Mazlum, Dörtler ve en son 14 Temmuz direnişleriyle başlayan kendi kendini sorgulama, kendine gelme, kendine güven vb. eğilim ve duyguların gelişmesi sürecinin hızlanması ve giderek belli bir olgunluğa ulaşmasına işaret ediyordu. Yani, cezaevi bir kitlesel direnişe doğru yol alıyordu artık. Kitlelerin moral ve ruh durumu, siyasal eğilimi buna işaret ediyordu. 14 Temmıız’dan sonraki mahkeme tutumları, bu süreci olgunlaştırıyordu. Daha önce (1980-81) teslimiyete dört elle sarılan, kurtuluşu teslim oluşta gören, tam bir şok, panik ve beklenti gerginliği içinde yaşayan kitlenin gelişen direnişlerle kendi kendine gelmeye başlaması, kendini sorgulaması, olumsuz eğilim ve öğelerle bir hesaplaşmaya tutuşması, direnişçi duyguların gelişme kaydetmesi Diyarbakır zindanları açısından çok önemli bir durumdur. Bu olguda 14 Temmuzun rolü çok büyüktür.

14 Temmuz’dan sonra moral üstünlük devrimci tutsaklara geçmiştir. Mahkemedeki tutumları ve cezaevinde belli uygulamalara karşı alınan tavır vb. bunun açık işaretidir.

1982’nin sonlarında PKK ana davasının savunmaları başladı. Gündemde şu soru vardı: Faşist yönetim yazılı savunma hakkını kullanmamıza karşı nasıl bir tavır alacaktır? Bu hakkımızı kullanmada kesin kararlıydık. Hayri yoldaşın vasiyetini ölüm pahasına yerine getirecektik. Eğer verdikleri sözleri tutmaz, yazılı savunma yapmamızı engellerlerse, yeniden ölüm orucuna başlayacaktık, kararımız buydu.

Tüm arkadaşlardan bu temelde hazırlıklı olmaları istenmişti. Anıya saygının önkoşulu siyasal savunma hakkının en asgari ölçülerde de olsa kullanılmasıydı. Bu konuda kesinlikle geri adım atılmayacaktı. Bu, aynı zamanda 14 Temmuz kazanımlarını koruma ve yerleştirme kararlılığımızın somut bir ifadesiydi.

Ana dava savunmaları gelip çattığında, yazılı savunma hakkını engellemek için birçok yola başvurdular. Resmen bu hakkı yasaklamadılar. Ancak kâğıt-kalem vermemekten tutalım da, açık tehditlere ve işkencelere varan bir dizi engelleyici önleme başvurdular. Cezaevi hoparlöründen açıkça pişmanlığa çağrılar yapıldı, siyasi savunma yapanlar tehdit edildi. Bunlara rağmen, tüm olanaksızlıklar ve olumsuz koşullar zorlanarak siyasi savunmalar yazıldı, tam kapsamlı olmasalar da bu yazılı savunmalar mahkeme dosyalarına konuldu. Yazılı savunmayı tam olarak yasaklamadılar, yasaklayamadılar, çünkü bu konuda kararlılığımız defalarca vurgulanmıştı. Böyle bir yasak karşısında yeni bir ölüm orucunu göze almaları gerekiyordu, göze alamadılar. Yazılı savunma konusu bizim için bir sınavdı, sınav başarıyla verilmişti.

Bütün bunları, Eylül’e nasıl geldiğimizi vurgulamak açısından anlatıyoruz. Eski statünün kabul edilmeyeceği somut kararının 14 Temmuzla verildiğini ve sonrası gelişmelerin bu kararı pekiştirip olgunlaştırdığını anlatmak istiyoruz. Eylül direnişini “kendiliğindenci” bir hareket olarak değerlendiren kişi veya gruplara, Eylül öncesi siyasal olay ve gelişmeleri anımsatmak için bu ayrıntılara giriyoruz.

Yazılı savunma hakkının yasaklanması, olanaksızlaşması tavrı karşısında ölüm orucuna başlama kararı, giderek, statüyü değiştirme, yerine yeni yaşanabilir bir statüyü kurma hedefiyle gelişip zenginleşecektir. Ve bu, daha somut çabalara, hazırlıklara, çalışmalara dönüşecektir.

14 Temmuz ölüm orucuna katılan arkadaşlar, 35’den ve diğer kitleden tecrit edilmişlerdi. 36. koğuşa konulmuşlardı. Tüm tecrit çabalarına karşın, 35 ile sürekli bir bağlantıları vardı. Dolayısıyla savunma aşamasında, yeniden direniş, ölüm orucu vb. eylemlere hazırlık çabaları koordineli ve örgütlü bir tarzda yürütüldü. Bu yönlü düşünce ve kararımız, 36’da bulunan Partizancıya da söylenmiştir. Kendisi de bu düşünce ve kararı olumlu bulmuştur.

1983’ün Ocak’ında H.H. Karakuş’un kendiliğinden, hiç bir zorlama ve baskı olmaksızın itirafta bulunması, cezaevinde baskı ve işkencenin yeniden vahşet boyutlarına sıçramasına yol açtı. O döneme dek, 14 Temmuz’un etkisiyle, kısmen bir gerileme, yavaşlama olmuştu işkencede. Ancak H. H. Karakuş’un itirafı, faşist Türk sömürgeciliğini yeniden umutlandırdı, cesaretlendirdi ve itiraf dayatmalarını yaygın bir tarzda gündemleştirdi. İşkence, vahşet boyutlarında sürüyor olmasına karşın, vurgulayalım ki, 14 Temmuz ve sonrası pratik tavırların kitlede yarattığı moral üstünlük ve direniş eğilimini pek etkileyemedi; gelişen, güçlenen hep direniş eğilimi oldu.

Öte yanda, itiraf politikasının vahşet eşliğinde yeniden gündemleştirilmesi yeni bir direnişi örgütleme çabalarını, daha somut ve hızlı bir tarzda ele alınmasını dayattı. Hayri’lerin, Kemal’lerin, Mazlumların anısı bunu zorunlu kılıyordu, bir an önce harekete geçmemizi emrediyordu. Direnişi daha üst boyutlara, sonuç getirici düzeylere sıçratmak tutumu ile anılarına bağlılık ve saygı gerçekleşebilirdi. Tersi bir yaşam, zindan şehitlerinin anısına, vasiyetlerine ve uğruna ölüme koştukları büyük davaya ihanet olacaktı. Onurla taşıdıkları ve zindan burçlarına diktikleri direniş bayrağını dalgalandırmak ve tüm zindanı bununla donatmak, bizim için olmazsa olmaz bir yükümlülüktü. Düşmanın somut itirafa yönelik çabaları bizim harekete geçmemizi zorunlu kılıyordu zaten. Bu, 14 Temmuz’un sonuçlarına getirdiği hak ve kazanımlara bir saldırıydı, çünkü.

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
News Reporter