0 0
Read Time:5 Minute, 6 Second

3 Kasım Washington Mutabakatından sonra “PKK’ye karşı mücadele” gerekçesiyle Güney Kürdistan’a belli aralıklarla hava operasyonları yapıldı. Bir kez de 1 hafta süren, ama sonuçları itibarıyla fiyaskoyla sonuçlanan Zap alanına bir kara operasyon gerçekleştirildi. Bu saldırı hareketleri ve bombardımanların ABD’nin onayı ve istihbarat desteği ile yapıldığı bilinmektedir. Yapılan resmi açıklamalarda bu çok net olarak görülmektedir.

Gelinen noktada sorulması gereken soru şu: Bu ABD destekli askeri operasyonların politik hedefi neydi? PKK’yi askeri ve politik olarak tasfiye etmek mi? Yoksa Güney Kürdistan yönetimini dize getirmek, teslim almak mı?

Öyle ya, “savaş, politikanın şiddet araçlarıyla devamı” olduğuna göre, dağların taşların bombalanması, köylerin yerle bir edilmesi boşuna mıydı?

Bu can alıcı soruların yanıtları 3 Kasımdan sonra meydana gelen gelişmelerin içinde var. Kısaca bakmakta yarar var. TC devleti ve onun esas iktidar gücü ordu, Güney Kürdistan yönetimini, Federe Kürdistan’ı tanımama yönünde özel bir çaba gösteriyor, ona göre bir dil kullanıyordu. Yine Güneyi kendileri için gelmiş geçmiş en büyük tehdit olarak değerlendiriyordu. Güneyde bir Kürdistan’ın kurulmuş olmasını, oradaki yönetimden ve onun çizgisinden bağımsız olarak böyle görüyordu. Bu resmi çizgi, bugün de geçerlidir! Ama şunu çok net gördüler:

ABD’nin Irak ve Güney politikasına rağmen Federe Kürdistan’ı askeri güçle ortadan kaldıramayacaklar, yine ABD’ye rağmen Güneyi işgal edip uzun süre bu işgali sürdüremeyecekler… Güneydeki devletleşme olgusu, bunu besleyecek Kerkük sorunu ve daha dik durmaya çalışan Barzani ve Güney yönetimi etkeni işlerini zorlaştırıyordu. Bu noktada PKK’nin Güneydeki varlığı, kendileri için önemli bir gerekçe ve fırsattı. Bu noktadan saldırdılar, siyasal ve diplomatik girişimlerini bu noktada yoğunlaştırdılar…

Güneyin geleceği ve Irak’ın yeniden yapılandırılmasında mutlaka bir etki ve güç sahibi olmak istiyorlardı… 3 Kasım Mutabakatının en can alıcı noktası burasıdır!

Yoksa tek başına PKK’nin askeri ve politik tasfiyesi stratejik ve taktik hedeflerinde yoktur; ama onun üzerinden Kuzeydeki ulusal kurtuluş dinamik ve güçlerini kontrol altında tutmak, gelişmesini sınırlandırmak ve psikolojik üstünlüğü hep elinde tutmak hedefleri de var.

3 Kasım Washington Mutabakatından sonra Güneyi bombalama operasyonları başladı. Buna karşılık Barzani ve Güney yönetiminin tepkisi “görece” daha sert oldu. Ancak süreç içinde operasyonlar artıkça bu tepkilerin yumuşadığını ve en son 1 Mayıs Kandil operasyonunda ise tümden kesildiği görülmektedir. Dahası Türk Genelkurmayı bu “Üslup” değişikliğini olumlu karşıladı. Farklılık sadece üslupta değil, Kerkük sorununda TC’nin tezlerine yaklaşan bir tutum içine girmeleri, PKK’ye karşı ortak politika oluşturma ve birçok alanda işbirliği yapma noktalarına kadar yansıdı…

Peki, bu tutum değişikliği, TC’yi hoşnut eden bu gelişmeleri neyle açıklamak gerekir? Bu sorunun yanıtını ancak “ABD destekli askeri operasyonların politik hedefi neydi” sorusunun yanıtıyla birlikte verebiliriz. İşte o zaman gerçekliği ana halkasında yakalama şansını elde ederiz.

Hiç kuşkusuz, ABD destekli askeri operasyonların politik hedefi en başta Güney yönetimiydi, onu teslim almak, kendisinin istediği çizgiye çekmek, böylece Güneyi sınırlandırmak ve diğer parçalara olan etkisini en alt düzeye çekmek, hatta tersine çevirmek; Kerkük sorununun çözümünü kendi stratejik hedeflerine göre bağlamak ve genel anlamda Irak politikasında söz ve etki sahibi olmak, işte, askeri operasyonlardan beklediği politik hedeflerin en genel özeti budur!

Gelinen noktada TC, bu hedeflerinde önemli ölçüde başarılı olmuştur. Barzani ve Güney yönetimi,3 Kasımla birlikte önce ABD karşısında, sonra operasyonların basıncıyla TC karşısında güç ve etki ağırlıklarını yitirmiş ve TC’nin dayatmalarına boyun eğmişlerdir. Bu gerileme ve boyun eğişin nerede duracağı, daha doğrusu durup durmayacağı koca bir soru işaretidir. En genel çizgileriyle bu soru işaretinin yanıtı bellidir. Yani bağımsız bir ekseni ve çizgisi olmayan bir politik gücün “Büyüklerin” ayak oyunları karşında ayakta kalma şansı yoktur! Özel savaş kalemlerinin de sık sık vurguladığı gibi, “Zor, oyunu bozmuştur”, yani askeri operasyonlar irade kırma ve teslim alma, politik hedeflerini dikte ettirme işlevini görmüştür!

Yine içte halkın ve ulusal çıkarların gerektirdiği çok yönlü inşa politikalarını geliştirmek yerine, kendi dar grup, aile ve bireysel kasalarını doldurma çabası içinde olan yönetici elitin yabancı zor ve şiddet karşısında ulusal bir duruş, başı dik bir tutum sergilemesi mümkün değildir. Hele geleneksel çizgisi ve pratiği başka eksenlere dayanan ve bu sayede etki sahibi olmayı öngören bir siyaset anlayışının başını hep yükseklerde tutması mümkün değildir.

Peki, TC’nin dayatmalarına boyun eğmek, onu memnun eden bir politik duruşa gelmek Güney ve onun yönetici partileri için bir çözüm mü, bir gelecek mi vaat ediyor? TC için onlar ne ifade ediyorlar? Kullanılması gereken, işi bittikten sonra başları kopartılıp çöpe atılması gereken “Aşiret liderlerinden” başka bir şey ifade ediyorlar mı? TC ile bu “yakınlaşma” ve “işbirliği” çizgisi, Güney Kürdistan Federe Devletinin içini boşaltmayacak mı, federasyonu bir kabuğa çevirmeyecek mi? Bunları görmek için büyük “siyasi deha” olmaya gerek var mı? En sıradan politik düşünme ve tahlil gücüyle bu gerçekleri kavramak çok mu zor?

Elbette değil, alışkanlıkların gücü müthiş bir güçtür, yabancı güçlere dayanarak siyaset yapma ve siyasal güç olma çizgisi bir alışkanlığa dönüştü. Biraz kendi ayakları üzerinde durma şansı ve fırsatı belirdi, ama zor karşısında bu da yitiriliyor…

PKK’ye karşı mücadele bahanesiyle TC’nin uyguladığı zorbalık çizgisine boyun eğiş, her şeyden önce boyun eğenlere vuracak bir silahtır! Bu silahın hedefinde Güney Kürdistan’ın federe devlet yapılanması var, onun bütün Kürdistan parçalarında ve Kürdistan halkında yarattığı “bağımsızlaşma ve özgürleşme” umudu, heyecanı ve tetikleyici yönleri var.

Savaş, işgal yapmadan, düşman ordularını meydan muharebelerinde bozguna uğratmadan da temel politik hedeflerine varabilir. Savaş, zorla bir iradeyi, bir politikayı dikte ettirme hareketidir, bu amaç bazen tehdit ve “mevzileri yumuşatma” aşamasında bile gerçekleşebilir! TC, Güney operasyonlarında bu amacına önemli ölçüde varmıştır.

Genelkurmayın “Övgülerine” mazhar olan Barzanilerin, Kuzey Kürdistan’ı, Doğu ve Doğu-Batı Kürdistan’ı etkileme, onlar için “Ulusal figür” olma şansları olabilir mi? Ya Güney’in kendisinin federal yapısından geriye ne kalır?

Kısacası TC ile işbirliği, sadece siyasal miyopluk değil, en yumuşak yorumla baltayı kendi ayağına vurmaktan başka bir şey değildir!

3 Kasımdan bu yana, Güneye gerçekleştirilen her operasyondan sonra Güney yönetiminin politik ağırlığından geriye ne kaldı?

Peki, Kerkük referandumu ne oldu? Güney yönetimini gözü kapalı destekleyenlerin aklına bu soru geliyor mu, geliyorsa sesli bir biçimde Güney yönetimine söyleyebiliyorlar mı? Kerküksüz bir Güney Kürdistan nedir? Hani, Kerkük Kürdistan’ın kalbiydi? Peki, şimdi sökülüp atılmak istenen bu kalp için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

İşin özü şu: Birçok açıdan Güneyin ufukları karartılıyor. Güneyin iktidar partileri, anlaşılan o ki, geçmiş pratiklerinden gerekli dersleri çıkarmamışlardır! TC’nin kendilerine ördükleri tuzakları ya görmek istemiyorlar, ya da çaresizleri oynayıp geçmişlerinin uğursuz geleneklerini yeniden üretmekten medet umuyorlar! Ama her ikisinin de ucu karanlığa çıkıyor, hem de zifiri karanlık…

Bunun Kuzeye yansımalarını ve etkilerini de bir sonraki yazımızda ele almaya çalışacağız…

13 Mayıs 2008

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter