0 0
Read Time:6 Minute, 26 Second

Bugüne dek sömürge kişiliği üzerine çok şey tartışıldı, çok şey söylendi, çok şey yazıldı. Bu tartışma, bugün de derinleşerek devam ediyor. Öcalan’ın “Kişilik Çözümlemeleri” de başlı başına ele alınması gereken ayrı bir vakadır.

Kısacası, üzerinde bu kadar sözün söylendiği sömürge kişiliğini aşma yolunda kat edilen mesafe nedir? Üzerinde en çok tartışılması gereken nokta burasıdır!

Bu kısa yazımızda sömürge kişiliğini enine boyuna tartışacak değiliz. Esas olarak bunca mücadeleye ve tartışmaya rağmen sömürge kişiliğini aşma konusunda Kürdistanlı politikacıların, bununla birlikte halkın genel durumunun ne olduğunu saptamaya çalışacağız. Bu tartışmayı başka yazılarımızda ve çalışmalarımızda sürdürme eğilimindeyiz.
Soru şu: Sömürge kişiliği aşıldı mı? Daha “gerçekçi” soru şu olabilir: Sömürge kişiliği ne kadar aşıldı, gerçek anlamda aşılabildi mi?
Kuşkusuz bu soruyu doğru ve sağlıklı bir biçimde yanıtlayabilmek için, öncelikle, sömürge kişiliğinin belli başlı özelliklerini, davranış özelliklerini, kendisine bakışın ana çizgilerini çok kalın çizgilerle ortaya koymamız gerekir.
Kedisini düşünsel ve ruhsal düzeyde herkesle eşit konumda ve haklara sahip biri olarak görmeyen bir kişi, özgür, onurlu, başı dik, kendisine saygılı, kendisine güvenen, düşünce, duygu, davranış ve yaşam uyumunu ve bütünlüğünü sağlamış, yaşamına ve geleceğine yön verme hak ve özgürlüğüne sahip bir kişi olarak değerlendirilebilir mi?
Düşünsel olarak kendisini eşit görme, ruhsal olarak bunu her davranışına ve duyuşuna yedirme ölçüsü, sömürge kişiliğini aşıp aşmamanın en önemli ölçüsüdür! Bu, kendisini tanımlama, kavrama, kendinin bilinci ve eylemidir!
Söz düzeyinde kendini, her bireyin sahip olduğu tüm haklara, istisnasız tüm haklara sahip biri olarak görüyor musun? Bunun bilinci ve derin duyuşu içinde misin? Bunu özellikle sömürgeci ile her karşılaşmanda ve her ilişkinde yeniden yeniden yaşıyor musun? Onunla ilişkilerini bu anlayış ve duyuşla mı düzenliyorsun? O zaman sen, sömürge kişiliğinin aşılması gereken eşiğini aşma yolunda devrimci bir aşama kaydetmiş sayılırsın! Bunu sosyal davranışına, ilişki biçimlerine ve politik bir duruşa dönüştürmüşsen, bütün bunları bir yaşam tarzı haline getirmişsen, kendine saygı, özgüven ve kaderini özgürce belirleme konusunda temelde sağlam bir çizgide yol alıyorsun demektir!
Sömürgeci egemenlik ve şiddetin stratejik hedefi ve programı, tek başına ülkeleri, bütün zenginlik kaynaklarını işgal etmek, egemenlik ve denetim altına almak değildir. Kuşkusuz bu temel bir hedeftir, ama bu egemenlik ve denetimin işgal altına alınan halk tarafından benimsenmesi, meşru görülmesi ve süreklileşmesi için beyinlerin ve ruhların işgali, iğfali ve sömürgeleştirilmesi gerekir. Beyinlerin ve ruhların işgali ve iğfali sürecinde şiddet ve işkence, aşağılayıcı, onur kırıcı, tecavüz, pislik yedirme, utanç içinde bırakma yöntemleri çok etkin bir rol oynar. Bu uygulamalarla özgüven kırılır, kendini “adam yerine koyma” düşüncesi ve duyuşu yok edilir, kendini hiçleştirme ve aşağılama egemen düşünce ve davranış haline getirilir, hiçbir şeye hak görmeme düşüncesi esas düşünce haline getirilir! Şiddetin yanında ideolojik ve kültürel hegemonya süreçleri de devreye girer; bunların hepsi birbirini besler ve tamamlar… Ayrıntıya girmiyoruz, ancak şu kadarını belirtmeden geçemiyoruz:
Beyinsel ve ruhsal sömürgecilikte, sömürge kişilikler geliştirmede Türk sömürgeciliği engin bir deneyime ve birikime sahiptir. Osmanlının devşirme yöntemini ve kültürünü yeniden üretmiş ve Kürdistan toplumunun tümüne sistematik bir biçimde uygulamış, uygulamaktadır. Son on yıllarda özel savaş süreciyle birlikte bunu çok daha derinleştirmiş, Koruculuk gibi bir kurumlaşmayla aşılması güç toplumsal-ulusal yaralar yaratmıştır. İmralı süreciyle birlikte sömürge kişiliği egemen tipoloji olarak ideolojik ve politik bir temele oturtulmaya, meşrulaştırılarak süreklileştirilmeye çalışılmaktadır!
Yeniden yukarıdaki sorumuza dönelim: Kürdistan’da sömürge kişiliği ne kadar aşıldı, gerçek anlamda aşılabildi mi?
İsmail Beşikçi, Frantz Fanon’dan esinlenerek 15 Ağustos Atılımını “İlk kurşun” olarak tanımlıyordu. Bunun “Sömürge Kürt kişiliğine” sıkılan bir ilk kurşun olarak değerlendiriyordu. Bu değerlendirme konulduğu bağlam içinde doğruydu! Burada devrimci şiddete, sömürge kişiliğini aşmada, kendini yeniden tanımlamada ve deyim uygunsa “yeniden yaratmada” devrimci bir rol biçiliyor. Bu, bir ilk adım olma anlamında doğrudur. Ancak bu ilk adım, ilk adımdan öteye ulaşması gerekir, başka süreçlerle tamamlanması gerekir. Burada sömürgeciliğe karşı savaş ile kendini yeniden tanımlama ve yeniden yaratma süreçlerinin birbirini tamamlar ve besler tarzda bütünleştirilmesi gerekir. Ancak gerçekleşen bu değil, başka süreçler oldu. Sömürgeciliğe sıkılan kurşun, sömürge Kürdün kendisine sıkılmadı, sıkılamadı. Burada tersten bir süreç işledi. Öcalan’ın PKK III. Kongresiyle birlikte sistematik olarak başlattığı “Kişilik Çözümlemeleri”, sömürge kişiliği derinleştiren, daha da kurumlaştıran bir işlev gördü. Bağımsız beyinler, özgür düşünme ve sorgulama dinamikleri susturuldu. Bu susturulma süreci, birçok yöntem ve aygıtla öyle bir egemen hale getirildi ki, bağımsız, özgür, eleştirel düşünme olanakları ve yolları hemen hemen yok edildi. Bu, ulusal kurtuluşçuluk adına kurumlaştırılan bir despotik iktidar durumudur. Hem farklı ve eleştirel düşünmenin olanakları ve yaşam şansı ortadan kaldırıldı, hem de ardından topluma “Görüyorsunuz ki bunların yaptıkları hiçbir şey yok” denildi ve tekel durumu bir de bu demagoji ile daha da derinleştirilip tabulaştırıldı. Hem yaşama şansı vermeyeceksin, kurduğun aygıtla bunu ortadan kaldıracaksın, hem de “bunların yaşama gücü bile yok diyeceksin!” Bundan daha büyük bir sahtekârlık, “Yavuz hırsız” örneği var mı? Kısacası “Kişilik çözümlemeleri” ve farklılıkları, eleştirel duruşları şiddet ve psikolojik terörle susturma süreciyle eleştirel aklın, özgür düşünmenin alanı, olanakları, ortamı ortadan kaldırıldı; sömürge kişiliğine karşı başlatılan kendini yeniden yaratma süreci tersine çevrildi.
Bu süreç, “Siyasal çözüm ve barış” çizgisi ve söylemiyle ideolojik ve politik bir anlayışa dönüştürüldü. Sömürge kişiliği bakımından bu, tamı tamına sömürge kişiliğinin yeniden üretiminden başka bir şey değildir. Kürtler adına politika yapanlar, halk tarafından seçilen milletvekilleri, ne diyor, ne yapıyor, nasıl bir düşünsel, ruhsal ve politik duruş sergiliyor? Bu sorunun yanıtı, yayınladıkları program ve deklarasyonlarda, günlük olarak sergiledikleri davranışlarda çok somut olarak vardır. Söylenen söz, ilan edilen programlardan çok, o söz ve programların dayandığı düşünsel ve ruhsal temel çok önemli…
Örneğin, Kürtler adına siyaset yapan bir kişi ve örgüt, Kürt halkını diğer halklarla her açıdan ve düzeyde eşit görüyor mu? Diğer halkların sahip olduğu bütün hakların aynısını Kürtler için de talep ediyor mu, hem de istisnasız? Buna inanarak, içtenlikle ve altını tam anlamıyla doldurarak yapıyor mu? Talep etmek, bunu inanarak, ilkesel ve ruhsal olarak altını doldurarak yapmak demek, bunların hemen pratikte gerçekleşeceği demek değildir. Haklarının arkasında durmak, bunu her koşulda başı dik ve onurlu bir tarzda istemek sömürge kişiliğini aşmanın ilk koşuludur, bunu gerçekleştirmek ise bir dizi politik mücadele ve etkene bağlıdır! Birey ve halk olarak kendini eşit görme, bağımsızlık ve özgürlüğün de temel koşuludur… Eğer kendini eşit görmüyorsan, kendine bakışın buysa, başkalarından saygı beklemek de olanaklı ve doğru değildir!
Türk devleti, Kürt halkını adı ve kimliği ile tanımıyor, en sıradan talebini bile her türlü şiddetle bastırıyor. Bu, onun işi; siteminin özünü uyguluyor. Peki, sen kendini nasıl tanımlıyorsun, kendin için hangi temel talepleri dile getiriyorsun? “Ben bir halk ve ulus olarak diğer halk ve ulusların sahip olduğu tüm haklara istisnasız sahip olmak istiyorum, bu, benim tartışılmaz, devredilmez haklarımdır” diyebiliyor musun? Yoksa “devletin temellerine dokunmayacağız, ama bize bazı kültürel kırıntılar bahşedilsin, düzen içinde yaşama ve siyaset yapma hakkı verilsin, bu sorun çözülür, devlet güçlü bir devlet haline gelir” derseniz, sömürge kişiliğini bir iki fırça darbesiyle tekrarlamaktan başka bir şey yapmış olmuyorsunuz! Hak dilenciliği, daha doğru bir deyişle kırıntı dilenciliği, ruhunuzu sağaltıyor mu, kendinize saygıyı geliştiriyor mu? “Ulus devlet şu kadar kötü” derken, Kürtlerin ulusal bağımsızlık taleplerini yok etmeye çalışıyorsunuz, ama kendisi de ulus devletin, devlet eliyle yaratılan en katı versiyonu olan TC’nin temellerine dokunmamaya yemin billâh ediyorsunuz! Bunu kanıtlamak için gün aşırı Kemalizm’e övgüleri “bilimsellik” adına tekrarlayıp duruyorsunuz! Bütün bunlar özgürlük, onur, Kürtlerin temel çıkarları masallarıyla yapılıyor. Despotik iktidar sistemi ve beyin yıkama aygıtlarıyla sürdürülen bu politikalar, toplum ve tek tek bireylerin düşünce yapısındaki etkileri çelişkili, karmaşık ve çok yönlüdür! Bu da geniş bir tartışmayı gerektiriyor. Şimdilik şu kadarını vurgulayalım:
“İlk kurşundan” bu yana halkın hak ve özgürlükler bilincinde büyük tahribatlar, büyük saptırmalar ve bulanıklar yaratıldı. Sömürge kişiliği ile özgürleşme eğilimi çelişkili ve çatışmalı olarak aynı kişilikte devam ediyor. Ancak özgürleşme eğilimi ve süreci yeniden egemen hale getirilmezse sömürge kişiliğinin daha kalıcı ve aşılması güç bir olgu haline geleceği kesindir!
Sömürge kişiliğin oluşum ve gelişim süreci ile bunun mekanizmalarını, ortaya çıkardığı kişilik tiplerini de ana çizgileriyle yeniden ele almakta ve tartışmakta yarar var; bu yapıldığında günümüzde olup bitenleri daha doğru ve sağlıklı bir biçimde kavramak mümkün hale gelebilir! Bu konuyu başka yazı veya yazılarımızda tartışmaya çalışacağız.
11 Mart 2008
Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter