ABD'nin "PKK ile mücadele koordinatörü" atamasından bu yana birçok çevrede "yeni" tartışmalar başladı ve boyutlandı. Umudunu ABD ve AB'nin "Kürt çözümü"ne bağlamış "bizim" Kürt cephesinde iyimser yorumlar yapılıyor, bu sürecin er geç "Siyasi çözüme" doğru evrileceği kehanetinde bulunuluyor. Bu eksendeki yorumlar ve değerlendirmeler arasında kimi farklılıklar olsa da özünde koordinatörlük süreciyle ABD'nin Kuzeyde etkin bir rol üstlenmek durumunda kaldığı, bunun da Kürtlerin lehine olduğu noktasında düğümleniyor.
Türkiye'deki ırkçı şoven cephe ise anılan bu gelişmeye sıcak bakmamakta, hükümete ateş püskürtmekte, dış güçlerin devreye sokulmasının ileride faturasının ağır olacağı gelişmelere yol açabileceği değerlendirilmesi yapılmaktadır.
Kuşkusuz her gelişme kendi içinde başka gelişmelere kapı aralayabilir. Bölgesel ve uluslar arası bir sorun olan Kürdistan ve Kürt sorununda atılacak her adım, kendi içinde zincirleme etkilenmelere yol açabilir. Çünkü kontrolü güç, çok boyutlu, dinamik ve karmaşık bir yapısı olan bir sorun var. Ama öyle de olsa ABD'nin koordinatörlük ataması ile yapılan değerlendirmelerin önemli yanlışları içerdiğini, hele Kürt cephesinde yaratılmak istenen iyimser havanın içi boş bir hayalden ibaret olduğunu vurgulamak durumundayız. Oysa gelişmelerin seyri ve altındaki temel etkenler daha başkadır. Kısaca özetlemek durumundayız:
ABD emperyalizminden PKK ile mücadele konusunda daha etkin ve sonuç alıcı müdahale talebinde bulunan, bunu ısrarla dayatan ve her platformda tekrarlayan TC devletinin kendisidir! En sıradan bir gazete okuyucusu ve TV izleyicisi bile bunu görmekte ve kavramakta zorlanmaz.
Irak işgali, Irak ve Güney Kürdistan'da meydana gelen gelişmeler, bu gelişmelerde TC'nin etkin bir aktör olma rolünü yitirmesi, buna karşılık öteden beri Güneyde konuşlu bulunan PKK varlığını kendisi için birincil tehdit olarak algılaması, ama buna doğrudan müdahale edememesi, 2004'te yeniden başlatılan "savaş" ve bunun sürekli tırmanış eğiliminde olması, TC'yi ABD'den böyle bir dayatıcı isteme yöneltmiştir. PKK konusunda ABD, her zaman kendisinden yana olduğunu, hep etkin destek verdiğini, bunun şimdi de geçerli olduğunu belirtmiştir. Ama bu, TC'yi tatmin etmemiştir. TC, ortak askeri operasyon dahil daha etkin bir müdahale isteminde bulunmuştur.
Aslında TC için PKK burada sadece bir bahanedir, önemli bir dış politika aracı olarak kullanılmaktadır. İstediği Irak ve Güney Kürdistan politikasında daha etkin ve doğrudan söz hakkı, karar süreçlerine etkin katılımdır. 1 Mart Teskeresiyle yitirdiklerini kazanmak istiyor. Bütün istemlerin ABD'yi Kürt politikasında kendi çizgisine yakın bir yerde tutma yaklaşımına oturduğunu hemen vurgulamamız gerekiyor. PKK üzerinde ve ona karşı mücadele adına yapılan sıkıştırma ve baskının stratejik hedefi budur! Çünkü şunu gördüler: ABD Ortadoğu'yu yeniden yapılandırma, bu çerçevede gerçekleşen Irak işgali ve ardından Suriye ve İran üzerinde geliştirilen baskı politikalarının ucunun açık olduğunu, sayısız belirsizlik ve risk etkenini barındırdığını, bunların da Kürtlerin yararlanabileceği bir "fırsatlar ortamı" yaratabileceğini düşünüyorlar! En somut ve güncel olarak Irak işgali ve Güney Kürdistan'ın devletleşme deneyiminden bunları çıkarıyorlar. O nedenle daha şimdiden işi sıkı tutmak, ABD'yi Kürt politikası konusunda kendi çizgisine yakın bir yerde tutmak istiyorlar ve bunu kendileri için stratejik önemde görmektedirler. Ortadoğu'ya yönelik atılan her adımda gözettikleri temel strateji budur. Lübnan'a asker gönderme, ABD ve İsrail ile stratejik işbirliği içinde olmaya özen gösterme yaklaşımlarının altında bu stratejik kaygıları yatmaktadır.
ABD emperyalizmi de bu kaygı ve hesapların farkındadır. TC'nin Kürt sorunundaki duyarlılıklarıyla birlikte teslimiyetçi işbirliğinin kendisi için ne denli önemli olduğunun da bilincindedir. Dolayısıyla bu noktada kendi yönlendirici ve dayatıcı konumunu zaafa uğratmadan TC'nin duyarlılıklarını dengeleyen bir yaklaşıma özen gösteriyor. "PKK ile mücadele konusunda daha fazla ve etkin müdahalede bulunmamızı mı istiyorsunuz? O halde bunun ortak platformlarını yaratalım. ‘PKK ile mücadele Koordinatörlüğü' bunun en önemli adımı olsun" demeye getirdiler ve bu doğrultuda bir adım attılar. TC de buna emekli bir generali görevlendirerek karşılık verdi. Böylece ortak bir platform oluşturmuş oldular.
Öte yandan Irak hükümeti de PKK çizgisindeki partiyi yasaklayarak TC'nin istemlerini karşılamaya çalıştı. Ancak gelinen noktada TC bu adımlardan henüz tam tatmin olmuş değildir. Son yapılan resmi açıklamalarda, "Kandil Dağının boşaltılması, sınırların tam güvenliği ve sızmaların önlenmesi ve Güneydeki PKK varlılığının tümden sona erdirilmesi" istemlerini dile getiriyorlar. Bunların yakın gelecekte gerçekleşmeyeceğini kendileri de biliyorlar, ama öyle de olsa baskıyı hafifletmeyerek Irak ve Güney politikasında etkin bir yer almaya çalışmaktadırlar…
Açık ki ABD'nin PKK ile mücadele konusunda daha etkin olmasını isteyen TC'dir, koordinatörlük de bu istemin bir sonucudur. Bu yapılandırmadan "siyasal çözümün" çıkabileceğini umanlar az değildir. Belki de PKK / Kongra-Gel sorununu çözmede bu adım belli bir rol oynayabilir. Ama bundan Kürt sorununun çözümünü beklemek tam bir hayaldir. İmralı çizgisindeki PKK için siyasal çözüm, af edilmek ve yasal siyaset yapmanın alt yapısının oluşturulmasıdır. Programları bu ve aslında tek başına ele alındığında çok zor değil. Ancak İmralı'ya rağmen denetlenemeyen bir dinamik var, bunun öyle afla, kimi yasal düzenlemelerle, kültürel kırıntılarla sürekli kontrol altında tutulması olanaksızdır. Af ve yasal siyaset isteminin kabulünün İmralı'ya rağmen zincirleme etkilerinin olabileceğini, işlerin tümden çığırından çıkabileceğini, Güneydeki devletleşme gerçeğinin bunu sürekli tetikleyebileceğini düşünüyorlar. Bir bundan dolayı, bir de iç ve dış politika ihtiyaçlarından dolayı PKK sorununu çözme eğiliminde değillerdir. Hele yeni özel savaş ekibinin, Büyükanıt-Başbuğ ekibinin böyle bir "çözüme" yaklaşması hemen hemen mümkün değildir.
TC'nin bu dış politika atağında belli bir başarı kazandığını vurgulamak gerekir. ABD, AB ve Irak hükümetinin aldıkları eş zamanlı "önlemler" ve bunların ortaya çıkan ilk sonuçları anılan başarının göstergeleri niteliğindedir.
Devrimci tutum, TC'nin PKK bahanesi üzerinden geliştirdiği Kürt karşıtı, inkâr ve imha siyasetini bütün yönleriyle teşhir etmek; aynı şekilde ve zamanda ABD'nin emperyalist politikalarını ve TC ile ilişkilerini deşifre temek; yine umudunu emperyalist politikalara bağlayan teslimiyetçi ve reformist Kürt çevrelerinin yaklaşımının anlamsızlığını ortaya koymak ve etkisizleştirmek, yine bu çerçevede İmralı teslimiyetinin çanak tutan ve sahte umutlar yaratan duruşunu halkımıza göstermek ve devrimci çizgiyi örgütleyerek geliştirmek biçiminde somutlaşmak durumundadır!
26 Eylül 2006
SOSYALİST-ŞOREŞGER
(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)