0 0
Read Time:32 Minute, 24 Second

Şeyh Said Ayaklanması ve Unutulmaması Gerekenler…
Orkun Yıldırım
yildirimorkun@yahoo.com
“Siz bizleri idam ederek öldürdüğünüz zaman bilmelisiniz ki bir milleti öldüremezsiniz. Onların mücadelesinin önünü geçici olarak kesebilirsiniz, ancak dökeceğiniz kan, özgürlük bayrağının rengini daha da netleştirecektir. Çok yaşasın Kahramanlar…

 Şeyh Said’in mahkemede idam kararının açıklanmasından sonraki sözü.

“Ey barbar ve kan dökücü zulümkarlar… Bilmelisiniz ki haklı istemler, haksız kuvvetlerden daha güçlüdür. Biz darağaçlarına çekilirken, bedenimizde sıcakkan olduğu müddetçe Kürdistan bayrağı bizim elimizde olacaktır. Bedenimiz soğumaya başlayıp elimizden düşmek üzere olduğunda da onu ardımızdakiler alır. O Bağımsız Kürdistan’ın özgür rüzgârında dalgalanacaktır. Yaşasın Kürt milleti, Yaşasın Fedakâr Özgürlük Savaşçıları. Kahrolsun Faşist Hüküm….”

 Dr. Fuad’ın asılmadan önce idam sehpasında yaptığı son konuşma.

Şeyh Said Ayaklanması, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi içerisindeki önemi kadar bilinmeyenleriyle de çok tartışma konusu olmuş, bu konuda çok şey söylenmesine rağmen vurgulanması gereken esas noktalar hep gözardı edilmiştir. Ya kötüleme ve yerme amaçlı devlet kaynaklı çarpıtmalar, ya da kaba propaganda amaçlı abartılmış devrimci yayınlar arasında gerçeklere bir türlü ulaşılamamış, ulaşılsa da doğru dersler bir türlü çıkarılamamıştır. Bu yazının amacı, Şeyh Said ayaklanması ile ilgili yeni bir tarihsel araştırma yapmak değil, varolan ve kesinleşen araştırmaların sonuçları ile ilgili kendi bakış açımı ortaya koymak olacaktır.

Her şeyden önce Şeyh Said ayaklanması Kuzey Kürdistan’daki ne ilk ne de son ayaklanmadır. Şeyh Said ayaklanması Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin bir parçası olarak görülmeli, dolayısıyla bu olayı incelerken ve gerekli dersleri çıkartırken sorunu tüm boyutlarıyla, bütünlüklü bir bakışla ele alabilmeliyiz. Bir kere Kürdistan 4 devlet tarafından işgal edilmiş ve işgal kurumsallaştırılarak Kürdistan sömürgeleştirilmiştir. Dolayısıyla Kürdistan’ın kurtuluşundan bahsettiğimiz zaman bütünün yani dört parçanın kurtuluşundan bahsettiğimizi unutmamak gerekir. Birçoklarının yaptığı gibi bulunduğumuz parçayı Kürdistan diye adlandırmanın basit bir yanılgı olduğu düşünülmemelidir. Zira bu hatalı sonuca iki temel görüşten yola çıkılarak gelinmektedir. Birincisi parça-bütün ilişkisinin yanlış kurulmasından kaynaklanmaktadır. Bir parçanın kazanımlarının ve kısmi çıkarlarının bütünün çıkarlarıymış gibi sunulması, bir parçanın kısmi çıkarları için diğer parçaları feda etme ve bütünün genel çıkarına aykırı olması halinde dahi parçanın çıkarlarını savunmaktır. Bu aynı zamanda parçalardaki hareketler arasındaki birlik, eşgüdüm ve koordinasyonu da bozan bir etki yaratmaktadır. İkincisi ise dörde bölünen Kürdistan’ın emperyalistlerce çizilen sınırları esas alınarak kurtuluş teorileri yapılmaya kalkışılmasından kaynaklanmaktadır. Varolan sınırları değiştirmeden Kürdistan sorunu çözülemez. Başlı başına Kürdistan sorunu dört ülkenin sınırlarının değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bir parçanın kısmi kazanımlarının genişletilmesinde belki bir sorun yok ama bunu bütünün çıkarınaymış gibi sunarak varolan statükoyu yani sınırları kutsayan bir anlayışı kendi saflarımızda mahkûm edebilmek bu açıdan önemlidir.

Kürdistan toplumunun o zamanki sosyal yapısı doğru tahlil edildiğinde, ulusal taleplerin toplumun kendini ifade etme biçimi olan geleneksel dini motiflerle önümüze geldiğini gözardı etmemeliyiz. Ayrıca Şeyhlik kurumunu bugün durduğumuz yerden bakarak değil, o zamanda ve o koşullarda anlamını kavrayarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Örneğin Kürtçe eğitimin verildiği ve Kürdistan’da aydınlanmanın ve ulusalcı duyguların medreseler ve şeyhlik kurumu ile yayıldığını görmeden yüzeysel bir gericilik söylemi tutturmak ve o koşullarda oynadığı ilerici rolü görmemek, eğer bilinçli bir şekilde düşman saflarına kan taşımak değilse, en hafif deyimiyle saflık olacaktır.

Bir kere Kürdistan 4 parçaya bölünmüş ve 4 devlet tarafından sömürgeleştirilmiş bir ülkedir. Her ne kadar çizilen sınırlar Kürdistan coğrafyasını ayırsa da, Kürt ulusu tarihte çoğu zaman beraber hareket etme eğilimini ve aidiyet hissini bugüne kadar canlı bir şekilde göstermiştir. Bir parçada meydana gelen ulusal bir talep ya da bir başkaldırının, diğer parçalarda da yankısını bulması bu gerçeği açıkça göstermektedir. Bu nedenle Şeyh Said ayaklanmasını değerlendirirken her dört parçadaki başkaldırılar ve gelişmeleri gözardı etmemeli, birbirleriyle kurdukları ilişkileri dikkatlice incelemeli, birbirlerini nasıl tetikledikleri ve bir parçada meydana gelen gelişmelerin, diğer parçalarda nasıl bir hava oluşturduklarını doğru tahlil edebilmeliyiz. Ancak böyle bütünlüklü bir tablo ile resmin tamamını görebilir ve gerekli dersleri doğru bir şekilde çıkarabiliriz.

 

Ayaklanmada Azadi (Kürt İstiklal Cemiyeti)’nin Rolü…

 

Şeyh Said Ayaklanması, tarihte her ne kadar önderinin ismiyle anılsa da, ayaklanmanın arkasındaki organizasyon ve örgütlü faaliyet atlanarak kapsamlı ve doğru bir analiz yapmak mümkün olmayacaktır. Ayaklanmanın arkasındaki Azadi örgütü (Kürt İstiklal Cemiyeti) hakkında bugünde elimizde pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu durum hem TC’nin bu konudaki bilinçli geçmişinden koparma politikası ile hem de Azadi örgütünün yazılı materyallerinin pek olmaması ile açıklanabilir. Şeyh Said ayaklanmasının mahkeme tutanaklarına TBMM arşivinden ulaşılabilirken, Azadi örgütünün önder kadrolarının yargılandığı ve idam edildikleri Bitlis davasının mahkeme tutanaklarının özel bir kararla MGK özel arşivine kapatılarak ulaşılmasının engellendiğini görmekteyiz. Bununla TC birkaç şey amaçlamıştır. Birincisi bu mahkemelerde Azadi örgütü adına ciddi bir siyasi savunma yapıldığı, amaç ve hedeflerin çok net tanımlandığı konusunda güçlü bulgular vardır ve TC böyle bir geçmişin Kürtlere ve Kürdistan davasına kan ve deneyim taşımasını istememektedir. İkincisi ise, İttihat ve Terakki ile başlayan, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte ete kemiğe bürünen devletin resmi ideolojisi, tek devlet, tek ulus, tek şef anlayışı idi. Böyle bir ideolojik tercih içinde Kürtlerin yeri olamazdı. 1925 ayaklanması da, devlet tarafından ancak bu perspektif içinde değerlendirilecekti. TC’nin kullandığı resmi litaratürde Kürt ayaklanmaları gibi bir kavram bulunmamakta, Şeyh Said isyanında olduğu gibi ya gerici-feodal çevreler ya da bir avuç eşkıya olarak isimlendirilmekteydi. Dolayısıyla TC’nin Bitlis mahkeme tutanaklarını özel bir gayretle gözlerden uzak tutması, ayaklanmanın Kürt ve Kürdistan karakterinin gözlerden uzak tutulmaya çalışılması çabasıdır ki, bu açıdan şaşılacak bir durum değildir.

Azadi(Kürt İstiklal Cemiyeti) örgütünün 1922 yılında Erzurum’da, Miralay Cibranlı Halid Bey, Yusuf Ziya Bey, Doktor Fuad Bey, Tayip Ali Bey, Kemal Fevzi Bey ve Cemil Paşazade’nin önderliğinde kurulduğu sanılıyor. Kürdistan’ın birçok şehrinde şubeler kurarak örgütlenmeye çalışan Azadi’nin hedefinin silahlı bir ayaklanma ile Kürdistan’ın bağımsızlığının ilan edilmesi, hedef kitlesinin de esas olarak Kürt aydınları, yurtseverleri, şeyhleri ve aşiret reisleri olduğu bilinmektedir. Örgütün illegal olarak dar kadro biçiminde örgütlendiği düşünülüyor. Hazırlanan programlarında Kemalist Cumhuriyetin kurulmadan ve kuruluşun ilk dönemlerinde Kürt halkının haklı talepleri üzerinde varılan mutabakatı kabul etmediği ve bu yüzden de bir ayaklanmaya kalkışmanın zorunlu hale geldiği ifade edilmektedir. Bunun için Milletler Cemiyetinin Kürtler ile ilgili daha önce verilen haklarının hatırlatılması ve ülke içinde de askeri hazırlıklara başlanılması Azadi örgütünün programının bilinen kısımlarındandır.

Azadi örgütü çalışmalarına özellikle askeriye içindeki Kürt subayları kazanarak devam etmekteydi. Birçok Kürt subay Azadi örgütünün üyesi olmuş, aşiretler, aydınlar ve şeyhlerin birçoğunun desteği sağlanmaya başlanmıştı. Bütün bu çalışmalar çok gizli bir şekilde sürmekte ve TC’nin dikkatini çekmeyecek tarzda gizlilik içinde hareket edilmekteydi.

1924 yılında 7. Kolorduya bağlı bir birlik Ermeni ve Nasturilerin silahlarını toplamak için Hakkâri’ye konuşlandırıldı. Bu birliğin başındaki Kürt subaylar Azadi örgütü üyesi olan Binbaşı İhsan Nuri, Yüzbaşı Tevfik Cemil, Yüzbaşı Hurşid, Yüzbaşı Rasim ve Mulazım Rıza idiler. Azadi önderlerinden Yusuf Ziya Bey’in, kardeşi Mulazım Rıza’ya çektiği telgrafı yanlış anlayarak bir ayaklanmanın başladığını ve Azadi’nin kendilerine ayaklanma talimatı ilettiklerini düşünen Binbaşı İhsan Nuri ve arkadaşları 3–4 Eylül 1924’te birliklerindeki Türk bayrağını indirip Kürt bayrağını çekerek Beytüşşebap’ta ayaklandılar. Diğer yerlerde beklenen hareketlilik ve desteği göremeyen birlik, bir kaç günlük TC ile yapılan savaştan sonra sınırı geçerek Güney Kürdistan’a geçti ve İngilizlere siyasi sığınmacı olarak başvurdular. 4 Kürt komutanın isteği üzerine İngiltere, komutanları Simko’nun yanına götürdü. Komutanların amacı başlayacak olan isyana Simko ile beraber destek vermek ve Simko’yu harekete geçirmekti. Ancak ayaklanmanın sonuna kadar kendi bildiğinden başka bir doğru kabul etmeyen ve dinlemeyen Simko’yu ikna etmeleri mümkün olmayacaktı.

TC bütün bu gelişmeler karşısında korkuya kapılarak geniş bir istihbarat faaliyetine girişti. Tehlikenin farkına vararak Yusuf Ziya Beyi ve Erzurum’da Cibranlı Halid Beyi tutukladı ve Azadi örgütünün üye defteri ve bütün dokümanlarına ulaştı.

“1 Şubat 1925 tarihinde Azadi örgütünün bütün ileri gelenlerinin katıldığı yaklaşık 300 kişi Çan dağında üç gün süren bir toplantı gerçekleştirdiler. Örgütün önderlerinin tutuklanması herkeste bir moral bozukluğu ve gevşeklik yaratmıştı. Kongreye delege olarak katılan Şeyh Said Kongrenin havasını değiştiren bir konuşma yaptı.

“Saygıdeğer aydınlar, milis komutanları, aşiret liderleri, siz bu gevşekliğinizle tamamen göz önündesiniz. Türkler bizim her hareketimizi adım adım ve her birimizi izlemektedir… Türkleri değil siz kendinizi kandırıyorsunuz. Eğer biz bu gevşeklikle hareket edersek, hayal kırıklığına Türkler değil biz uğrayacağız. Bunlar Ermeni çocuk ve kadınlarını nasıl Mehmetçiğin süngüsünden geçirerek katlettilerse, bize de aynısını yapacaklarından emin olunuz. Peki, siz bu insafsızlığın Kürt milletinin de başına gelmesini mi istiyorsunuz. Kaldı ki kurucumuz Cibranlı Halid ve Yusuf Ziya’yı şu anda tutuklamış ve Moğol tarzında asacaklardır. Eğer bu yapılmak istenenler karşısında kayıtsız kalıp davamızdan uzak ya da gevşek durursak millete ve tarihe verecek ne cevabımız kalır ki? Ne kadar yiğit savaşçı varsa çocuktan süvarisine kadar 4 yıl Rusya’ya karşı can siperane savaştınız. Peki, bugün neden namus ve şerefinizi korumak için aynı, hatta daha fazla çabayı sarfetmeyi göze alamıyorsunuz? İçinizde ben en yaşlınızım. Yaşım 70’i geçmiş ve elimde tespih. Elimdeki tespihi de atmış tüfeğe sarılmışım. Mal, mülk, ev ve çocuklarım sizinkinden daha fazladır. Milletimin hakları için ben tümünü feda etmeye hazırım. Ehmede Xani’nin de açıkladığı üzere “Savaşsız ve bedelsiz, kahırsız ve çabasız başarıyı tasavvur bile etmeyiniz. Bu nedenle kalem ve kılıcınızı birlikte kullanınız…”

En iyisi biz atlarımıza binelim. Sırtımızda silah ve erzağımız, savaşsız ve bedelsiz, kahırsız ve çabasız başarıyı tasavvur bile etmeyelim.

En sevdiklerimizi, en gözde değerlerimizin başına miğferler, ellerine silahlar tutuşturalım ve cepheye gönderelim.

Ceviz ağaçlarını sallar gibi bu işe de coşkuyla koşun ve devleti öyle sallayın. …

Her alanda Dilan ve Gowenda gider gibi coşkunuz ve her ölüm bile size şeker gibi tatlı olmalı.”

 

Çan Dağındaki kongrede alınan kararlar:

    • Merkez komite dışında ayrıca ona bağlı askeri faaliyeti yürütecek komitenin oluşması,
    • Aşiretler arasında birliğin sağlanması, barışın sağlanması ve mücadele azminin geliştirilmesi,
    • Şeyh Said’in halkı uyarması ve ülkede dolaşabilmesi için hazırlıkların yapılması .”
(Hasan Hişyar Serdî, Görüş ve Anılarım, İstanbul 1994, Med Yayınları)

Görüldüğü gibi örgütün kuruluşunda Şeyh Said ismine rastlanmamakta, ama 1925 yılında yapılan örgütün ilk kongresinde üye ve delege olarak Şeyh Said ismini görmekteyiz. Azadi önderlerinin zamansız tutuklanmasından sonra Şeyh Said çalışmaların başına geçmek zorunda kalır ve hazırlıklara devam etme kararı alınır. Örgütün bu ilk kongresinde ise Kürdistan’da silahlı bir ayaklanmayı başlatmak için gerekli hazırlıkları ve planlamaları yapacak, ilişkileri kuracak komisyonların oluşturulmasına karar verildiği araştırmacıların ortaklaştığı noktalardan biridir. Bu kongreden sonra çalışmalar hızlandırılmış, M. Kemal muhalifleriyle görüşülmüş, Mahmud Berzenci ve Simko yardımıyla aşiretler silahlandırılmaya çalışılmıştır.

Ayaklanma Başlıyor…

Güney Kürdistan’da Barzaniler 1923 yılına kadar aralıksız İngilizlere ve Araplara karşı savaşmıştı. Direnişten dolayı Barzan bölgesi harabeye dönmüş, halk yorgun düşmüştü. 1930 yılına kadar herhangi bir ayaklanmaya katılmadılar. Bu arada Mahmut Berzenci Güney Kürdistan’da 1922 yılında tekrar ayaklanmış ve Kürdistan Krallığı’nı tekrar ilan etmişti. İngilizlerin yoğun saldırılarına da 1930 yılına kadar karşı koymuştu. Doğu Kürdistan’da ise Rıza şah iktidarı, Simko ile baş edememiş ve Kürt bölgesine Simko’yu vali tayin ederek kısmi bir özerklik vermişti. Bu durum 1930’lara kadar devam etmişti. Görüldüğü gibi Şeyh Said ayaklanması başlamadan önce diğer parçalarda ulusal başkaldırılar olmakta ve bunun yarattığı hava Kuzeydeki Kürt ulusal dinamiklerini de etkilemekte ve harekete geçirmekteydi. Zaten 1921 yılındaki Koçgiri ayaklanması da sıcaklığını ve etkilerini hala hissettirmekteydi. İşte böyle uygun bir hava ve ortamda Azadi örgütünün çalışmaları yoğunlaşmış, çalışmalara ilgi ve destek artmaya başlamıştı.

Şeyh Said bir yandan oğlunu aşiret reislerine göndererek destek aramakta, bir yandan da kendisi köy köy gezerek propaganda yapmaktaydı. Bu gezilerinden birinde Piran’da oturan kardeşi Abdurrahim’in evine adamlarıyla birlikte misafir olur. Tam bu sırada Piran’a gelen bir jandarma müfrezesi Şeyh Said’in adamlarından birkaçını tutuklamak ister. Şeyh Said’in adamları ile jandarmalar arasında çıkan çatışma sonucu jandarmaların bir kısmı öldürülür ve geri kalanlar esir edilirler. 11 Şubat 1925 yılında gerçekleşen bu olay aynı zamanda ayaklanmanın yeterince hazırlık yapılmadan başlamasına neden olur. Bu olayın hemen ardından Şeyh Said ve hareketin diğer ileri gelenleri Darahane’de buluşarak cepheleri düzenlediler.

Palo-Harput cephesi, Şeyh Şerif komutasında 18 bin Kürt milisi

Varto Cephesi, Baba bey, Melikanlı Abdullah bey, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza efendi, Xelilê Xeto komutasında 12 bin Kürt milisi

Diyarbakır cephesi, Liceli Hakkı bey ve Emerê Faro komutasında 20 bin Kürt milisi

Bakır Maden cephesi, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim komutasında 10 bin Kürt milisi

Silvan cephesi, Şeyh Şemsettin ve Silif aşireti lideri Şeyh Dodan komutasında 10 bin Kürt milisi

Ayaklanma başladıktan sonra çok geniş bir alana yayılır. Birçok alan düşmandan kurtarılır. Genç ili ele geçirilir ve buradaki vali ve diğer hükümet yetkilileri tutuklanır. Bundan sonra Şeyh Sait’e olağanüstü yetkiler veren bir yasa yayınlanır. "Bu yasaya göre Genç şehri, Kürdistan’ın geçici başkenti ilan edildi; her Kürt inanç uğruna mücadele veren kişi oldu; laik ve dini iktidarın bütünü Şeyh Said’in eline geçti; toplanan vergiler ve tutsaklar Genç şehrine gönderilmeye başlandı. Ayaklanmacılar bir çağrı da yayınladılar; ağır ve menfur öşür vergisinin ortadan kaldırıldığını ilan ettiler. Buna karşılık halk, ayaklanmacılara besin maddesi temin etmeye çağrıldı. Bu önemli girişim, büyük bir bölümü silah elde Türk yöneticilerin baskısına karşı çıkan geniş köylü kitleleri arasında ateşli destek buldu." (Celile Celil, M.S. Lazarev, O. İ. Jaganina, M. A. Gasaratyan, Ş. H. Mıhoyan Yeni ve Yakın Çağda Kürt Siyaset Tarihi/ syf: 152)

Birçok alan kurtarıldıktan sonra Şeyh Said adamlarından bazılarını Bitlis’te tutuklu bulunan Azadi önderlerinin kurtarılması için yollar. Ama TC bunu anlar anlamaz Mart 1925’te Azadi önderlerini göstermelik bir şekilde yargılayarak idam etti. Bundan sonra Şeyh Said kuvvetleri esas hedef olan Diyarbakır üzerine yürüdü. Şeyh Said onbinlerce adamı ile Diyarbakır’ı kuşattı ve büyük bir saldırıya girişti. Diyarbakır’ı kuşatmalarına rağmen düşüremediler ve 27 Mart 1925 yılında geri çekilmeye başladılar. Genç, Lice ve Çapakçur üçgenine çekilen Şeyh Said kuvvetleri küçük gruplara ayrılarak gerilla savaşına başladılar. Cibranlı aşiretinin ileri gelenlerinden Kasım Bey’in ihbarı üzerine 14 Nisan 1925 yılında Şeyh Said, Muş’un kuzeyinde Murat nehrini geçmeye çalışırken yakalanır.

 

TC’nin Ayaklanmaya Karşı Tutumu…

 

Şeyh Said İsyanı’ndan bir yıl önce kabul edilen 1924 Anayasası’nın 88.maddesi; “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur” hükmünü getirmişti. Tek ulus yaratmak amacıyla getirilen bu madde, Kürt ulusunu ve diğer etnik azınlıkları yok sayan TC’nin gerçek yüzünün açıkca ortaya çıkmasını sağladı. Diğer etnik unsurlar Türk potası içinde eritilip tek ulus, yani Türk ulusu yaratılacaktı. Kürtlerin bu anayasa ile haklarını anlaşarak ve konuşarak alabileceklerine ilişkin bütün umutlarının söndüğü, M. Kemal tarafından verilen vaadlerin pis bir siyasetin parçası olduğunu anladıkları bir dönem oldu. Kurtuluşun zora dayalı olarak silahla olması gerektiği konusunda hemen herkes hemfikirdi.

 

Mart ayının sonlarına kadar, ayaklanma genel hatlarıyla Kürtlerin lehine gitmiştir. 23 Şubatta sıkıyönetim ilan edilir. M. Kemal Başbakan Fethi Okyar’ı istifa ettirerek, yerine 2 Martta İsmet İnönü’yü getirir. Bir kaç gün içinde hükümete geniş yetkiler tanıyan Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılır. Her ne kadar bu kanun Şeyh Said ayaklanmasını bastırmak için çıkarılmışsa da, muhalifleri ve solcuları da sindirmek için kullanılmış, yüzlerce kişi tutuklanmış ve birçok gazete ve derginin yayını durdurulmuştur.

 

Bağdat’a giden demiryolunu kullanmak için Fransızlardan özel izinle 35-50 bin civarında jandarma ve özel birlikler bölgeye sevk edilirler. Bölgeye hava bombardımanları yapılır. Bazı aşiretler ile işbirliği yapılır. Binlerce insan katledilir, binlerce ev ve köy yakılır. İstiklal Mahkemeleri kurulur. Bu mahkemelerin özellikleri şudur: Kararlar tek celsede verilecek, sanıkların avukat tutma ve temyiz isteme hakları olmayacak ve karar anında infaz edilebilecekti. Şahit ve soruşturmaların genişletilmesine yer verilmeyecek, mahkeme idam da dahil her türlü cezayı verme tasarrufuna sahip olacaktı. İstiklal mahkemelerinde binlerce insan idam edilir. 4 Eylül 1925 yılında Şeyh Said ve 47 önder bu mahkemelerde yargılanarak idam edilirler.

 

Türk devleti, siyasal kadrolar ile resmi ideolojinin yaratıcısı kurum ve kişiler, bir koro halinde 1925 direnişini “Cumhuriyete yönelik irticai bir ayaklanma” olarak nitelendirmişlerdir. Şeyh Said ve arkadaşlarının idamına karar veren Diyarbakır’daki Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı’nın karar konuşması ise, bu açıdan bir itirafın belgesi gibidir.

“Kiminiz hasis çıkarlarınıza bir zümreyi alet, kiminiz yabancı kışkırtmasını ve siyasi harisleri rehber ederek hepiniz bir noktaya yani Bağımsız Kürdistan teşkiline doğru yürüdünüz. Senelerden beri düşündüğünüz ve tertiplediğiniz genel ayaklanmayı yaparak bu bölgeyi ateş içinde bıraktınız. Cumhuriyet hükümetinin kesin hareketi, Cumhuriyet ordusunun öldürücü darbeleri ile irticanız ve ayaklanmanız derhal yok edildi ve hepiniz yakalanarak hesap vermek üzere adalet huzuruna çıkarıldınız. Herkes bilmelidir ki, genç Cumhuriyet hükümeti kışkırtıcılık ve irtica, her türlü lanetli faaliyetlere kesin surette göz yummayacağı gibi, hatta kesin tedbirleri sayesinde bu gibi eşkıya hareketlerine yol vermeyecektir. Senelerden beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen bu bölgenin zavallı halkı artık sizin kışkırtıcılığınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin verimli ilerleme ve saadet vaad eden yollarında yürüyerek refah ve saadet içinde yaşayacaktır.(E. Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Dokuz Eylül Üniversitesi yayınları 1988, s.325-326)

 

Şeyh Said Ayaklanması ve Dış Destek Söylemleri…

 

TC resmi tezinde, bu ayaklanmayı gerici bir ayaklanma olarak göstermeye çalışmakla birlikte, tam ayaklanmanın olduğu sıralarda süren Musul görüşmeleri sebebiyle bu ayaklanmayı İngilizlerle ilişkilendirerek Musul görüşmelerinde bir avantaj sağlamaya çalışmıştır. İtalya Anadolu’yu kendisi terk etmiş, Fransızlarla ilişkiler iyi duruma getirilmiş, İzmir İktisat Kongresi ile İngiltere başta olmak üzere Batı ile temel çelişkiler giderilmiş ve geriye bir tek İngiltere ile Musul problemi kalmıştır. İngilizlerin ve diğer dış güçlerin Kürt güçlerine bırakın siyasi ve askeri destek vermesini, en azından düşmanlarına yani TC’ye yardım etmemeleri bile ayaklanmanın kaderini değiştirecek bir durum yaratabilirdi. Zira Diyarbakır’ın kuşatılması sırasında ve Diyarbakır’a giden bütün yolların Şeyh Said kuvvetlerince tutulması yüzünden bu bölgeye ulaşamayan TC, Fransızların denetiminde olan ve Suriye’den geçen ve doğuya giden tek tren hattı olan güney demiryolunu kullanarak büyük miktarda asker ve silahlarını Fransızların izniyle ayaklanma alanına geçirdi. Hatta Fransa ile İngiltere arasında varolan antlaşma gereği, bu tür asker kaydırmalara İngilizlerin onay vermesi gerekmekteydi. İngilizler Musul bunalımına rağmen bu onayı vermişlerdir. Kaldı ki Musul aslında Lozan’da kaybedildiği için İngilizler çok rahattır. Musul ve Kerkük meselesinde Lozan’da antlaşma sağlanamaması durumunda ikili görüşmeler ile sorunun çözülmeye çalışılması, yine olmazsa sorunun Cemiyet-i Akvam’a (Birleşmiş Milletler) getirilmesinde anlaşılmıştı. İngiltere ikili görüşmelerde meseleyi erteleyerek ve uzlaşmaz bir tutum takınarak çözümü Cemiyet-i Akvam’a bırakmaya çalışmaktaydı, zira İngiltere Cemiyet-i Akvam’ın kurucu üyesi olmasına rağmen, o zamanlar TC devleti üye bile değildi. Böyle bir ortamda Cemiyet-i Akvam’dan İngiltere’nin aleyhine bir kararın çıkmasının mümkün olmadığı düşünülünce, İngilizlerin Musul ve Kerkük için bu ayaklanmayı çıkarttıkları savı kolayca çürütülebilmektedir.

Azadi, örgütü dış destek aramıştır. Bunda ayıplanacak ya da aşağılanacak bir durum yoktur. Ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir hareketin destek araması ve görüşmeler yapması kadar doğal bir durum yoktur. Burada esas ayıp, üstlendikleri misyon gereği ezilen halkların tutarlı destekçisi ve savunucusu olması gereken TKP ve Bolşevikler’indir. Zira Cibranlı Halid Bey’in bizzat Lenin’e mektup yazarak yardım talebinde bulunduğunu, hatta Erzurum’daki Rus elçiliği üzerinden Bolşeviklere bir protokol önerdiğini, Bolşeviklere yardım etmeleri karşılığında kendilerinin Kürdistan’da Bolşeviklerin örgütlenmesine yardımcı olacağı, önerilen protokolde açıkça garantilendiği halde Bolşeviklerin de Kemalistlerle olan flörtlerinden dolayı Kürtlere sırt çevirdiği açıkça görülmektedir. Şeyh Said ayaklanmasında TKP, SSCB ve Komünist Enternasyonal’in yanıldığı veya yanıltıldığı gibi sığ ve gerçekçi olmayan açıklamalar yerine, bizler için ne kadar acı olsa da gerçekleri cesaretle söyleyebilmeliyiz. Komünist Enternasyonal ve Bolşevikler, SSCB devlet çıkarı için sosyalizm, komünizm davasına ve ilkelerine büyük bir darbe vurarak, Kemalist iktidarla ilişkilerini geliştirmişler, Mustafa Suphilerin başına gelenleri görmelerine rağmen Kürtleri Kemalistlerin ellerine teslim etmişlerdir. TKP ise Mustafa Suphi’lerden sonra rotasını tamamen Kemalist bir hatta çekmiş, Şeyh Said ayaklanmasını aynen Kemalist devlet teziyle açıklayarak, hareketi feodalizmin tasfiyesine direnen gerici irticacı güçlerin İngiltere bağlantılı ayaklanması olarak değerlendirmiştir.

 

Azadi örgütünün destek almak için Sovyetlere iletilen mektubu aynen şöyle idi.

 

“Siz Kürdistan coğrafyasına sınırdaş bir ülkesiniz. Her Avrupa ülkesinden daha iyi bizi tanımaktasınız. Mesele ve tarihimizi bilmektesiniz. 19.yy daki ayaklanmalarımızı adım adım izlemiş ve gayemizi anlamış bulunmaktasınız. Yine siz bilmektesiniz ki yabancı milletler, İslam inanışlarına göre tıpkı Moğolların istilası gibi ülkemize el koymuşlardır. Bize hükmetmektedirler, tarihimize saygısızlık yapmaktadırlar. Hiçbir hukuk tanımadıkları gibi bizi de kendi ülkemizde asimilasyona tabi tutup eritmek istiyorlar. Kendi ana dilimizde okuyup yazmamıza bile engel oluyorlar ve fırsat vermiyorlar. Tüm insan haklarından mahrum bıraktırılmış durumdayız. Toplumsal ve ekonomik silahlar bize karşı kullanılmaktadır. İdeolojiniz gereği ezilen halkların yanında olduğunuzu biliyoruz. Biz kendi haklı davamız için kalkıştığımızda sizlerden siyasi bir destek beklentisi içinde olduğumuzu belirtiriz. Yazıya son vermeden önce size saygılarımızı sunarız. Yanıtınızı gözetlediğimizi bilmelisiniz. Uygun bir zamanda bir toplantı ile bizi yakınen tanıma fırsatını yakalama olanağı sizin elinizdedir.”(Hasan Hişyar Serdî, Görüş ve Anılarım, İstanbul 1994, Med Yayınları)

 

Bu mektuba Sovyetlerin verdiği cevap ise şöyledir.

 

“Biz biliyoruz ki siz Arî ırkından ve Ortadoğu halklarının en eskilerindensiniz. Eski çağlardan bu yana bu topraklarda varlığını koruyabilen ender halklardansınız. Kendi topraklarınızda yerleşik ve zaman zaman baskıya maruz kalmanıza rağmen, kimsenin sizi inkâr edecek gücü yoktur. Ancak biz devletlerin içişlerine karışmayız. Size siyasi destek vermeye hazır değiliz. Ancak sizin ayaklanmanız üzerine Türkiye’ye destek vermeyeceğimizi bildirebiliriz.”(Hasan Hişyar Serdî, Görüş ve Anılarım, İstanbul 1994, Med Yayınları)

 

Azadi örgütü, İstanbul’da bulunan ve 1880 yılındaki büyük ayaklanmaya önderlik eden Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Şeyh Abdülkadir aracılığı ile İngilizlerden yardım istemeye çalışmış, TC’nin gizli polisinin oyunu ile görüşme gerçekleşemeden yakalanılmıştır. Şeyh Abdülkadir de diğer Kürt yurtseverleri ile birlikte idam edilmiştir.

 

Ayrıca Şeyh Said Ayaklanması’nın önderlerinin imzasını taşıyan bir mektup Cemiyet-i Akvam’a gönderilmiştir. Tahmin edildiği gibi (uygar ve medeni) devletlerin cevap vermediği bu mektupta şunlar yazılıydı.

“…İki aydır ülkemizde kan dereleri akıyor. Kürt halkı barbarların zulmü altındadır. Kürtler bu zulüm ve boyunduruğa artık tahammül edemez noktaya geldiklerinde özgürlüklerine kavuşmak ve kaderlerini ellerine almak için, silaha sarıldılar. Varlığımızın geleceğini tahakkuk etmeye, ancak başladığımız mücadeleler olanak veriyor. Mücadelemiz ulusaldır ve açıktır. Kürt milleti Cemiyet-i Akvam’dan ve medeni milletlerden acele olarak aktif ve gerçek yardım istiyor…”

 

.

Ayaklanmanın Yenilmesinin Sebepleri Üzerine…

 

Şeyh Said ayaklanmasının yenilgisi üzerine birçok şey söylenebilir. Birçok sebep öne sürülebilir. Ama bence bu sebepleri Şeyh Said isyanına savaşçı olarak katılmış, daha sonra Ağrı isyanında görev almış bir büyük Kürt komutanının anılarından dinlemek sanırım en anlamlı ve doğru olanıdır.

 

“Bizim ayaklanmada siyasi ve askeri olarak çok büyük hatalarımız vardı. Özetle hatalar:

    • Ağır silahlarla donatılmış, arkada güçlü bir cephanelik ve erzaka sahip olan düzenli bir orduya karşı, biz birer kütüklük ve tüfek ile hiçbir erzak, cephanelik hazırlığı olmaksızın dağdan Diyarbakır ovasına inmiş, iman gücü ile savaşa tutuşmuştuk. Yaralılarımızı tedavi edecek ilaçlardan yoksunduk… Eğer biz elimizdeki olanaklarla ovada değil de dağlarda gerilla tarzında konumlanıp savaşsaydık, karşı tarafa daha büyük zayiatlar verirdik. Tahribatı da düzenli savaş ordusunu tümden üzerimize yürütecek tarzda seferber etmemiş olacaktık. Ayrıca yabancı askerin, coğrafyayı avuç içi kadar iyi bilen bizler karşısında, dağ, taş, orman, engebeli arazide tutunması mümkün olmayacaktı. Bizde düzlük arazide elde silahlarla uçaktan atılan bombalar karşısında etkisiz kalmazdık.
    • Biz ele geçirdiğimiz coğrafyayı koruma konusunda titiz davranmadık. Korumayı örgütleyemedik ve alanlarımızı genişletemedik. İdari olguyu tam oturtma konusunda gevşek kaldık. Aldığımız alanlar bize aittir bilinci ile hareket etmedik ve sınır belirlemedik. Savaş sürüp başarı sağladığımız oranda dış bağlantı ve diplomaside zayıf hatta yok denecek bir girişim söz konusu idi. Bu nedenle dış siyasi desteği almasaydık bile karşı tarafın dışardan yardım almasını engelleyebilirdik ancak bunu yapamadık. Toplumumuzun sosyolojik yapısından ve özelliğinden dolayı birliğimizi sağlayamamıştık. Hızlı gelişmeler bunu engelledi. Diyarbakır’a girmek için surları zorlamak yerine, Urfa, Mardin hattına doğru ilerleseydik daha büyük avantajlar sağlayabilirdik.

Sonuçta bu önemli hataları işlememiz nedeniyle haklı bir davanın savaşçıları olarak yenildik. O şehitlere ve ruhlarına sonsuz minnettar olduğumuzu belirteyim. O gün yaşanan önümüzü aydınlatıyor. Şayet iyi değerlendirilirse her yenilgi bir muhasebeye tabi tutulursa gelecekte başarının müjdecisi olur.” (Hasan Hişyar Serdî, Görüş ve Anılarım, İstanbul 1994, Med Yayınları)

 

Her ne kadar Şeyh Said ayaklanmasında, Azadi önderlerinin diğer parçalardaki Kürt kardeşleriyle bir işbirliği çabası olduysa da bu yeterli olmamış, Kürdistan tarihinde bir büyük isyan daha parça-bütün ilişkisi kurulamadığından başarıya ulaştırılamamıştır. Aynı zamanda ayaklanmanın başarısızlığında bir diğer önemli etken ise mezhepsel ve aşiretsel farklılık ve çatışmaların ulusal birliği engelleyici bir etkisinin olmasıdır. Dersim’deki Alevi aşiretler ayaklanmaya katılmamışlar, hatta Hormek ve Lolan gibi bazı aşiretler devletin yanında ayaklanmaya karşı savaşarak hareketin yenilmesinde etkili olmuşlardır. Şeyh Said ayaklanmasının yenilgisinden sonra dağılan kuvvetler, 1930 Ağrı İsyanı yenilgisine kadar küçük gruplar halinde gerilla mücadelesi vermişler ve teslim olmamışlardır.

 

Şeyh Said’in Şahsında Karalanmaya Çalışılan Ayaklanma…

 

Özellikle daha önce okuduğumuz kitaplar ve bize aktarılan bilgilerde, Şeyh Said’in gerek mahkeme, gerekse tutsaklık dönemlerinde gösterdiği tavırların tutarlı ve onurlu bir duruşu göstermediği yansıtıldı. Bu konuda biraz daha derin bir araştırma içine girince ve özellikle 1. ağızdan tanık ve dönemin gazetelerinde yayınlanan röportajlardan edindiğim izlenim bu tablonun yanlış olduğunu bana gösterdi. Şeyh Said’in bu ayaklanmaya katılışından itibaren tereddüt ya da pişmanlık gösteren tek bir tutarsız davranış veya söylemine asılıncaya kadar rastlamak mümkün olmadı. Şeyh Said, gerçekten yaptığı eylemin haklılığına sonuna kadar inanmış ve bu davanın gerektirdiği bedeli cesaretle ödemeyi göze almış önemli bir Kürt önderidir. Aşağıdaki röportaj bu düşüncemizi kanıtlayan önemli bir belge niteliğindedir.

 

Şeyh Said’in idam edilmeden kısa bir süre önce Zaman ve Akış gazetesinde yayınlanmış röportajından bir bölüm.

 

    • Soru: Şeyh Efendi, sen bu ayaklanmanın önderi olduğunu inkâr edebilir misin?
    • Şeyh Said: Ne için ve kime karşı inkâr edeyim ki? Ben bu isyanın tam içindeyim, ne gerisinde ne de ilerisindeyim.
    • Soru: Ne ilerisinde ne de gerisinde olduğunu belirtiyorsun. Bu ne anlama gelir? Açabilir misin?
    • Şeyh Said: Benden evvel bu mücadeleye başlayan oldu. Ben de aynı isteklerle bu ayaklanmayı sürdürdüm. Bundan sonra da bu isteklerle yeni ayaklanmalar ergeç olacak. Bunu o anlamda söylüyorum.
    • Soru: Sen Şeyhsin ve ruhani bir âlimsin. Müslüman kanının dökülmesi dine göre doğru muydu?
    • Şeyh Said: Siz siyasi haklarımızı güven içinde bize vermediniz. Dine göre başkasının haklarını zorla ihlal etmek en büyük dinsizliktir. Kürtler kendi hukuksal hakları için, siyasi ve hukuksal haklarını elde etmek için mücadeleye atılmak zorunda kalmıştır. Eğer siz haklarımızı ihlal etmeseydiniz ve istemlerimizi kurşunla karşılamasaydınız, bu olaylar vuku bulmazdı. Biz katliama tabi tutulmuş ve hiçbir hakkımız kalmamışken sizin hatırınıza din gelmedi. Biz hakkımızı isterken ve zorunlu olarak kendimizi ve hukukumuzu savunurken din sizin hatırınıza geliyor. Burada din mukayesesi olmaz.
    • Soru: Neden bazı isyancı arkadaşların bu gerçeği inkâr ediyor?
    • Şeyh Said: Kendi haklı davaları için mücadele edip de sonra inkâr ediyorlarsa burada sizin düşünmeniz lazım. Onlar sizden korkabilirler. Ancak milletin, halkın ve tarihin hükmünden korktuklarını sanmıyorum.
    • Soru: Bizce siz İngilizlerin parasal destek ve telkinleriyle kışkırtılarak bu ayaklanmaya kalktınız. Ne dersin?
    • Şeyh Said: Susayan bir zatın başkasının talimatıyla su içmeye ihtiyacı olamaz. Susayan insan tereddütsüz su içer. Barutsuz silah da ses vermez. Bu sadece propaganda amaçlı ortaya atılan boş iddialardır.
    • Soru: Sen ve siyasi arkadaşların diplomatik bir yöntemle Türk hükümetinden bu haklarınızı istemek yerine neden savaşa başvurdunuz?
    • Şeyh Said: Bizim askerlerimiz Anadolu’ya gelmedi. Siz seferberlik ilan ederek askerlerinizi bizimle savaşmak üzere gönderdiniz. Katliamdan geçirilen Türk çocukları ve insanı değil. Kürt çocukları, kadınları, yaşlıları ve Kürt insanıdır. Bizim ahlakımızda başka milletlere düşmanlık yoktur. Bizde olan bu ahlakı biz sizden görmedik. Nasıl ki Lozan’da tüm haklarımız bir çırpıda yok edildi, insaf ve edep ölçüleri ortaya konuldu ve görüldü ki mazlum halkların masum istekleri sadece istemekle verilmiyor. Bu nedenle haklarını alması gerektiği ortaya çıkıyor.
    • Soru: Bu cevapların gösteriyor ki sen işlediğin suçlardan pişmanlık duymuyorsun ve hala aynı fikirlerini muhafaza ediyorsun.
    • Şeyh Said: Her kim ki kendine karşı samimi ise doğru ve dürüst yolundan ayrılmaz. Ben ve bizlerin de yolumuzdan ayrılmamız için bir neden yoktur.
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi tarihinin önemli bir eksikliği, tarihsel sürekliliğinin kuşaklar arasında sağlanamamış olmasıdır. Her kuşak kendinden önceki tarihsel deney ve birikimleri ve politik örgütlenme tecrübelerini öğrenmede ve bir sonraki kuşaklara aktarmada yetersiz kalmıştır. Bunun sömürgeci devletler tarafından kaynaklanan nedenleri kadar (baskı, yoketme, asimilasyon), Kürt politik örgütlerinden kaynaklanan nedenleri de vardır (inkârcı ve tarihi kendisiyle başlatma anlayışı). Hatalarıyla, doğrularıyla, olumlu ve olumsuz yanları ile bu tarih bizlerin tarihidir. Bu yazıda yapılmaya çalışılan ise Tarihimizin belli bir kesitinin akademik bir objektivizm içinde okura sunulması değil, belli bir düşünce ve değerler eleğinden bu bilgilerin geçirilerek olumlu olanların sahiplenilmesi, olumsuz olanların ise Tarihimizde bir daha tekrarlanmaması için tecrübe edilmesidir. Temel alınan ölçü ise Bağımsız, Birleşik bir Kürdistan mücadelesine kan taşıyacak deneyim ve tecrübelerin sahiplenilmesi, bu amaçtan uzaklaşan fikir ve pratiklerin ise teşhir ve mahkûm edilmesidir.

Varolan sınırları meşru kabul eden bir çerçevede, egemen devletlerin hukuku içinde bir çözüm aramak yerine, sınırların Birleşik, Bağımsız bir Kürdistan yaratacak şekilde değiştirilmesi için çaba göstermek, işte benim Şeyh Said ayaklanmasından çıkardığım temel ders budur…

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter