İster doğrudan temsilcisi, ideologu konumunda olup da kalemi/mikrofonu eline alsın, isterse de “sol liberal” cenahın bin bir türlü rengine bürünerek aynı kulvardan seslensin, karşı-devrimci koronun yaşanan son büyük mali kriz karşısındaki durumu, krizden de beterdir. Duruma ilişkin, “kapitalizm budur, krizlerle yol alır, yenilenir, daha da güçlenerek yoluna devam eder” söylemleri, umarsız bir tanrıya yakarış seremonisine dönüşmüştür.
Nafiledir, çünkü kapitalizmin yoluna bir biçimde devam ediyor olması yenilendiği anlamına gelmemektedir. Nafiledir, çünkü sistemin güçlenmesine yetecek iç dinamikler, yani dünya ölçeğinde önemli yaşamsal kaynakların ve doğanın bizatihi kendisi kurutulma, tüketilme aşamasına doğru sürüklenmektedir. Nafiledir çünkü, krizden çıkış için gerek merkezin içinde gerekse de dışında kısa ve orta vadede sağlanabilecek birliklerin ömrü tartışılır hale gelmiştir.
2007’nin yaz aylarında ABD’nin konut kredileri (mortgage) ve vasıfsız kredi (subprime credit) piyasalarında baş gösteren krizin, 2008 baharında Amerika’da Bear Stearns, İngiltere’de Northern Rock bankalarının kurtarılmasına uzanan bir boyut alması, “neo-liberal politikaların iflası”, “küreselleşmenin sonu” gibi nitelemelerle karşılanmıştı. Bu kötümser yorumlara karşın, “devletin” istisnai müdahale hakkından bahisle, borsaların yeniden sağlanan “istikrarına dikkat çeken merkez sözcüleri, “her şey yolunda, paniğe gerek yok” mesajı vermişlerdi.
Ne var ki, daha 6 ay dolmadan hiç bitmeyen çalkantılar daha büyük bir dalga ile önce Freddie Mac ve Fannie Mae adlı ipotek şirketlerinin fon idaresinin kamulaştırılması ardından da 158 yıllık yatırım bankası Lehman Brothers ve Merrill Lynch’in iflasını gündeme getirdi. Bunlara dünyanın en büyük sigorta şirketi AlG’in 85 milyar dolar nakit aktarılarak (hisselerinin yüzde 79’u alınarak) devletleştirilmesi eklenince bütün manşet ve yorumlar, yüzyıl kıyaslamalı “deprem” ve “kriz” nitelemeli yapılmaya başlandı. Nitekim, konunun doğrudan muhatabı artık bizzat ABD başkanıydı ve Bush, neredeyse gün içerisinde birkaç kez demeç verir hale geldi. Bu, 11 Eylül’den sonra ilk kez yaşanıyordu…
Krizin boyutlarını işin içindeki/başındaki kişilerin demeçlerinden anlamak da mümkündür. ABD Merkez Bankası eski Başkanı Alan Greenspan, “Önce şunu anlayalım. 8u 50 yılda, hatta 100 yılda bir yaşanacak bir olay, devamı gelecektir.” derken; halefi Ben Bernanke, “Krizin seyri en kötümser tahminleri bile aşmıştır” şeklinde açıklama yapmıştır. IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın yorumu da onları destekleyen içeriktedir: “Küresel krizin henüz ortasındayız, daha da kötü günler yaşanabilir.” (15.09.08)
Resmi olarak 700 milyar dolar, gayrı-resmi birkaç trilyon dolar destek çıkılarak, holdingleri saran, borsaları sarsan, kredi piyasalarını allak bullak eden ve daha önemlisi büyük bir spekülasyon dalgası ile güvensizlik yayan “kriz havası” giderilmeye çalışılmaktadır. İlk elde yapılan kamulaştırılmaların “asıl yıkım/çöküş”ü önlemek için yapıldığını açıklayan bizzat kendileridir. Yeni müdahaleler ile oluşturulacak “fon sistemi”nin kısa vadede dahi etkili sonuç vereceği tartışmalıdır. “Daha kötü günler”den bahsedenlerin kaygıları bu manada yabana atılacak gibi değildir. Ancak başka reçeteleri de kalmamıştır. Kapitalizmin, efendilerince/patronlarınca çarelerin tükenmediği bir düzen olarak nitelenmesinin aksine, somutta görüldüğü gibi, “çaresizlik ve acz sistemi” olduğu açıktır.
Neden ve nasıl krize sürüklenildiğine dair çok çeşitli görüşler ortaya atılır, tartışılırken, sorun en fazla serbest piyasa ya da “küreselleşme”ye fatura edilerek sistemin “namusu” kurtarılmaya çalışılmaktadır. Konut kredileri piyasası ile başlayan, yatırım şirketleri, aracı kurumlar, sigorta devleri, yatırım bankalarına -vd. bankalar- uzanan ve reel sektörlere sıçraması (General Motors ve Ford’un 10 milyarlarca kredi talebi) kaçınılmaz olan kriz, dönem politikalarıyla izah edilip tartışılacak bir kriz değildir. Bunun 1929 ile kıyaslandığı üzere; 1987, 1999 ve 2001 ile devamındakilerden de ağır biçimde küresel ölçekli etkilere sahip yapısal bir ağırlığı bulunmaktadır.
Azami kâr hırsıyla işleyen kapitalist sömürü mekanizması, sürekli biçimde yarattığı üretim fazlası ile kriz ve bunalımların maddi temellerini oluşturmaktadır. Meselenin bir yönü budur. Bu açık/kayıp ile pazarda doğan kapışma, iflaslarla büyümektedir. Diğer yandan, asalak sistemin özünü oluşturan mali sermayenin kendi doğasına uygun azgınlaşması neticesinde tam da sistemin tıkanmasına çözüm adına yarattığı devasa spekülatif piyasa, kontrol edilemeyen bir “yok edici”ye dönüşmektedir.
Durum, fınansal krizin emperyalist merkezlerdeki patlama ve gelişim şekli itibarıyla böyledir ama sorunun esas parametrelerini tartışan ve kapitalist sistemin “yıkım” ve “iflası’na dair asıl verilerle ilgili tartışma yürüten yoktur. Kapitalist sistemin kendi kurumlarında su yüzüne çıkan, dışa vuran arızalar baş gösterdiğinde, yolunda gitmeyen durumlar olup da “kâr makineleri”, “para basma tankerleri” batınca “kriz”den söz edilmektedir. Bunun bir kriz olduğu doğrudur ancak, bu boyutta abartılmasında faturanın her dönem olduğu üzere halklara ödetilmesi planları olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Emperyalist-kapitalist sistem, asıl gittikçe çoğalan aç ve yoksul nüfus oranı nedeniyle krizdedir. Bu durum çelişkileri keskinleştirmekte, sınıf kavgasını büyütmektedir. Sistem, hiçbir ülkede burjuva manada dahi demokratik sistemi koruyamadığı için bunalımdadır. Özellikle 11Eylül’den sonra Batı ülkelerinde dahi temel hak ve özgürlük alanlarında ciddi oranda kısıtlamalara gitmiş, sosyal ve ekonomik hakları büyük çaplı budamıştır. Yarı-sömürge ve sömürgelerde rejimlerin tümü daha gerici ve otoriter bir yapıya kavuşturulmuş, halk muhalefeti üzerindeki baskı ve terör üst düzeyde artırılmıştır.
Emperyalist-kapitalist sistem, yakın süreçteki son derece iddialı hamlelerinde yaşadığı hüsran nedeniyle krizdedir. Sistemin önderi ABD emperyalizmi, yılların projesi BOP’u da devreye soktuğu 11 Eylül sonrası “anti-terör” savaşları dizisinin ilk iki işgalinde hempalarıyla birlikte duvara çarpmıştır. Daha ötesi, Ortadoğu’da büyük bir nefret ve öfke biriktirmiş, bu birikim dalga dalga yakın bölgelere yayılmıştır. Dünyada anti-emperyalist dalga ve ulusal-sosyal kurtuluş mücadeleleri bakımından durum elbette ki bundan ibaret değildir. Güneydoğu Asya, Hindistan, Nepal ve Latin Amerika’daki durum karşı-devrimciler için derin bir bunalım sebebidir.
Emperyalist-kapitalist sistem, kendi içerisindeki dengelerde yaşadığı “yeni” gelişmeler nedeniyle krizdedir. O nedenle son finansal kriz daha sancılı yaşanmaktadır. Ne G-8’ler süreci, ne NATO’ya eskisi gibi yön verilebilmektedir. Şangay İşbirliği Örgütü, Rusya önderliğinde bölgesellik ve dayanışma gibi “iddiasız” vasıflardan arınma yolunda mesafe almaktadır. Son Gürcistan sorunu ve Akdeniz-Karadeniz’de yaşanan karşılıklı savaş gemisi gösterileri ile “soğuk savaş” polemikleri dikkate değerdir. Nihayet, son finansal kriz vesilesiyle AB’nin önde gelen isimlerinden Merkel’in ABD’yi açıktan suçlayan demeçler vermesi, sınırları zorlayan boyutlardadır…
Emperyalist-kapitalist sistemin çöktüğü ya da bütünüyle iflas ettiğinden elbette söz edilemez ancak, kapitalizmin insanlığa vaatleri ve sosyalizmle yapılan kıyaslar bağlamında “iflası” hiç kuşkusuz ortadadır. Bunu resmen belgeleyecek ve bu insanlık düşmanı sistemi tarihin çöplüğüne havale edecek olan proletarya önderliğinde devrimler olacaktır. Gelinen aşamada yaşananlar, gerek dünya panoraması gerekse de sistemin kendi içerisinde yaşananlar önemli göstergeler sunmaktadır. Daha önemlisi bu koşullar önemli fırsatlar da yaratmaktadır.
Bu fırsatlar sistemin teşhiriyle birlikte, emekçi halklara daha fazla yüklendikçe çelişkileri derinleştirecek olan egemenlerle yürütülecek olan mücadelede, yeni mevzilerin kazanılması için olanakların çoğaldığı anlamındadır. Tek gıdaları, yegâne enerjileri emekçiler olan emperyalistler dünyanın dört bir yanında halklara daha fazla yönelmenin hazırlığı içerisindedir. Onları her türlü kriz ve bunalımdan ister “barış” ister “savaş” ile çıkaracak tek güç halklarda bulunan “insan” potansiyelidir. Ancak onların hakkından gelecek olan tek güç de odur. Tarih bunu göstermiş, bunu kanıtlamıştır. Günümüz pratiği de giderek artan oranda bu gerçeği kanıtlamaktadır…
İşçi-Köylü / 3 – 16 Ekim 2008 / Sayı 27