0 0
Read Time:5 Minute, 46 Second

isci-koyluİster doğrudan temsilcisi, ide­ologu konumunda olup da kale­mi/mikrofonu eline alsın, isterse de “sol liberal” cenahın bin bir tür­lü rengine bürünerek aynı kulvar­dan seslensin, karşı-devrimci koro­nun yaşanan son büyük mali kriz karşısındaki durumu, krizden de beterdir. Duruma ilişkin, “kapita­lizm budur, krizlerle yol alır, yeni­lenir, daha da güçlenerek yoluna devam eder” söylemleri, umarsız bir tanrıya yakarış seremonisine dönüşmüştür.

Nafiledir, çünkü kapitalizmin yoluna bir biçimde devam ediyor olması yenilendiği anlamına gel­memektedir. Nafiledir, çünkü sis­temin güçlenmesine yetecek iç di­namikler, yani dünya ölçeğinde önemli yaşamsal kaynakların ve doğanın bizatihi kendisi kurutulma, tüketilme aşamasına doğru sürük­lenmektedir. Nafiledir çünkü, kriz­den çıkış için gerek merkezin için­de gerekse de dışında kısa ve orta vadede sağlanabilecek birliklerin ömrü tartışılır hale gelmiştir.

2007’nin yaz aylarında ABD’nin konut kredileri (mortgage) ve va­sıfsız kredi (subprime credit) piya­salarında baş gösteren krizin, 2008 baharında Amerika’da Bear Ste­arns, İngiltere’de Northern Rock bankalarının kurtarılmasına uzanan bir boyut alması, “neo-liberal poli­tikaların iflası”, “küreselleşmenin sonu” gibi nitelemelerle karşılan­mıştı. Bu kötümser yorumlara kar­şın, “devletin” istisnai müdahale hakkından bahisle, borsaların yeni­den sağlanan “istikrarına dikkat çeken merkez sözcüleri, “her şey yolunda, paniğe gerek yok” mesajı vermişlerdi.

Ne var ki, daha 6 ay dolmadan hiç bitmeyen çalkantılar daha bü­yük bir dalga ile önce Freddie Mac ve Fannie Mae adlı ipotek şirketle­rinin fon idaresinin kamulaştırılma­sı ardından da 158 yıllık yatırım bankası Lehman Brothers ve Mer­rill Lynch’in iflasını gündeme getir­di. Bunlara dünyanın en büyük si­gorta şirketi AlG’in 85 milyar do­lar nakit aktarılarak (hisselerinin yüzde 79’u alınarak) devletleştiril­mesi eklenince bütün manşet ve yorumlar, yüzyıl kıyaslamalı “dep­rem” ve “kriz” nitelemeli yapıl­maya başlandı. Nitekim, konunun doğrudan muhatabı artık bizzat ABD başkanıydı ve Bush, neredey­se gün içerisinde birkaç kez demeç verir hale geldi. Bu, 11 Eylül’den sonra ilk kez yaşanıyordu…

Krizin boyutlarını işin içinde­ki/başındaki kişilerin demeçlerin­den anlamak da mümkündür. ABD Merkez Bankası eski Başkanı Alan Greenspan, “Önce şunu anlayalım. 8u 50 yılda, hatta 100 yılda bir yaşa­nacak bir olay, devamı gelecektir.” derken; halefi Ben Bernanke, “Kri­zin seyri en kötümser tahminleri bile aşmıştır” şeklinde açıklama yapmış­tır. IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın yorumu da onları des­tekleyen içeriktedir: “Küresel krizin henüz ortasındayız, daha da kötü günler yaşanabilir.” (15.09.08)

Resmi olarak 700 milyar dolar, gayrı-resmi birkaç trilyon dolar destek çıkılarak, holdingleri saran, borsaları sarsan, kredi piyasalarını allak bullak eden ve daha önemlisi büyük bir spekülasyon dalgası ile güvensizlik yayan “kriz havası” giderilmeye çalışılmaktadır. İlk elde yapılan kamulaştırılmaların “asıl yıkım/çöküş”ü önlemek için yapıldı­ğını açıklayan bizzat kendileridir. Yeni müdahaleler ile oluşturulacak “fon sistemi”nin kısa vadede dahi etkili sonuç vereceği tartışmalıdır. “Daha kötü günler”den bahseden­lerin kaygıları bu manada yabana atılacak gibi değildir. Ancak başka reçeteleri de kalmamıştır. Kapita­lizmin, efendilerince/patronlarınca çarelerin tükenmediği bir düzen olarak nitelenmesinin aksine, so­mutta görüldüğü gibi, “çaresizlik ve acz sistemi” olduğu açıktır.

Neden ve nasıl krize sürüklenildiğine dair çok çeşitli görüşler ortaya atılır, tartışılırken, sorun en fazla serbest piyasa ya da “küreselleşme”ye fatura edilerek sistemin “namusu” kurtarılmaya çalışıl­maktadır. Konut kredileri piyasası ile başlayan, yatırım şirketleri, ara­cı kurumlar, sigorta devleri, yatı­rım bankalarına -vd. bankalar- uza­nan ve reel sektörlere sıçraması (General Motors ve Ford’un 10 milyarlarca kredi talebi) kaçınılmaz olan kriz, dönem politikalarıyla izah edilip tartışılacak bir kriz de­ğildir. Bunun 1929 ile kıyaslandığı üzere; 1987, 1999 ve 2001 ile devamındakilerden de ağır biçimde küresel ölçekli etkilere sahip yapı­sal bir ağırlığı bulunmaktadır.

Azami kâr hırsıyla işleyen kapi­talist sömürü mekanizması, sürekli biçimde yarattığı üretim fazlası ile kriz ve bunalımların maddi temel­lerini oluşturmaktadır. Meselenin bir yönü budur. Bu açık/kayıp ile pazarda doğan kapışma, iflaslarla büyümektedir. Diğer yandan, asa­lak sistemin özünü oluşturan mali sermayenin kendi doğasına uygun azgınlaşması neticesinde tam da sistemin tıkanmasına çözüm adına yarattığı devasa spekülatif piyasa, kontrol edilemeyen bir “yok edici”ye dönüşmektedir.

Durum, fınansal krizin emper­yalist merkezlerdeki patlama ve gelişim şekli itibarıyla böyledir ama sorunun esas parametrelerini tar­tışan ve kapitalist sistemin “yı­kım” ve “iflası’na dair asıl veri­lerle ilgili tartışma yürüten yoktur. Kapitalist sistemin kendi kurumla­rında su yüzüne çıkan, dışa vuran arızalar baş gösterdiğinde, yolunda gitmeyen durumlar olup da “kâr makineleri”, “para basma tankerle­ri” batınca “kriz”den söz edilmek­tedir. Bunun bir kriz olduğu doğ­rudur ancak, bu boyutta abartılma­sında faturanın her dönem olduğu üzere halklara ödetilmesi planları olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Emperyalist-kapitalist sistem, asıl gittikçe çoğalan aç ve yoksul nüfus oranı nedeniyle krizdedir. Bu durum çelişkileri keskinleştir­mekte, sınıf kavgasını büyütmekte­dir. Sistem, hiçbir ülkede burjuva manada dahi demokratik sistemi koruyamadığı için bunalımdadır. Özellikle 11Eylül’den sonra Batı ülkelerinde dahi temel hak ve öz­gürlük alanlarında ciddi oranda kı­sıtlamalara gitmiş, sosyal ve eko­nomik hakları büyük çaplı budamıştır. Yarı-sömürge ve sömürge­lerde rejimlerin tümü daha gerici ve otoriter bir yapıya kavuşturul­muş, halk muhalefeti üzerindeki baskı ve terör üst düzeyde artırıl­mıştır.

Emperyalist-kapitalist sistem, yakın süreçteki son derece iddialı hamlelerinde yaşadığı hüsran ne­deniyle krizdedir. Sistemin önderi ABD emperyalizmi, yılların projesi BOP’u da devreye soktuğu 11 Ey­lül sonrası “anti-terör” savaşları dizisinin ilk iki işgalinde hempalarıyla birlikte duvara çarpmıştır. Daha ötesi, Ortadoğu’da büyük bir nefret ve öfke biriktirmiş, bu biri­kim dalga dalga yakın bölgelere ya­yılmıştır. Dünyada anti-emperyalist dalga ve ulusal-sosyal kurtuluş mü­cadeleleri bakımından durum el­bette ki bundan ibaret değildir. Güneydoğu Asya, Hindistan, Ne­pal ve Latin Amerika’daki durum karşı-devrimciler için derin bir bu­nalım sebebidir.

Emperyalist-kapitalist sistem, kendi içerisindeki dengelerde ya­şadığı “yeni” gelişmeler nedeniyle krizdedir. O nedenle son finansal kriz daha sancılı yaşanmaktadır. Ne G-8’ler süreci, ne NATO’ya eskisi gibi yön verilebilmektedir. Şangay İşbirliği Örgütü, Rusya ön­derliğinde bölgesellik ve dayanışma gibi “iddiasız” vasıflardan arınma yolunda mesafe almaktadır. Son Gürcistan sorunu ve Akdeniz-Karadeniz’de yaşanan karşılıklı savaş gemisi gösterileri ile “soğuk savaş” polemikleri dikkate değerdir. Ni­hayet, son finansal kriz vesilesiyle AB’nin önde gelen isimlerinden Merkel’in ABD’yi açıktan suçlayan demeçler vermesi, sınırları zorla­yan boyutlardadır…

Emperyalist-kapitalist sistemin çöktüğü ya da bütünüyle iflas etti­ğinden elbette söz edilemez ancak, kapitalizmin insanlığa vaatleri ve sosyalizmle yapılan kıyaslar bağla­mında “iflası” hiç kuşkusuz orta­dadır. Bunu resmen belgeleyecek ve bu insanlık düşmanı sistemi tari­hin çöplüğüne havale edecek olan proletarya önderliğinde devrimler olacaktır. Gelinen aşamada yaşa­nanlar, gerek dünya panoraması gerekse de sistemin kendi içerisin­de yaşananlar önemli göstergeler sunmaktadır. Daha önemlisi bu koşullar önemli fırsatlar da yarat­maktadır.

Bu fırsatlar sistemin teşhiriyle birlikte, emekçi halklara daha fazla yüklendikçe çelişkileri derinleşti­recek olan egemenlerle yürütüle­cek olan mücadelede, yeni mevzi­lerin kazanılması için olanakların çoğaldığı anlamındadır. Tek gıdala­rı, yegâne enerjileri emekçiler olan emperyalistler dünyanın dört bir yanında halklara daha fazla yönelmenin hazırlığı içerisindedir. On­ları her türlü kriz ve bunalımdan ister “barış” ister “savaş” ile çıka­racak tek güç halklarda bulunan “insan” potansiyelidir. Ancak on­ların hakkından gelecek olan tek güç de odur. Tarih bunu gös­termiş, bunu kanıtlamıştır. Günümüz pratiği de giderek artan oranda bu gerçeği ka­nıtlamaktadır…

İşçi-Köylü / 3 – 16 Ekim 2008 / Sayı 27

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter