"Hep bir ağızdan türkü söyleyip
Hep beraber sulardan çekmek ağ,
Demiri oya gibi işleyip hep beraber
Ballı incirleri yiyebilmek hep beraber
Yârin yanağından gayri her şeyde
Her yerde
Hep beraber
Diyebilmek için
Onbinler verdi sekiz binini…"
(Şeyh Bedrettin destanı- Nazım Hikmet)
"Yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber" diyordu, Bedrettin yiğitleri. Bundan 602 yıl önce, Anadolu yoksullarının bilge önderi Şeyh Bedrettin idam edildi. Tarihler,18.12.1416’yı gösterdiği vakit, Serez çarşısının ortasında kurulan sehpada dara çekilen, hakikatin yareni, büyük insanlık ailesinin onuru, ezilenlerin özgürlük düş’üydü. Tahta çıkabilmek için kendi kardeşlerini bile boğazlayan Osmanlı padişahı Çelebi Mehmet ve bilge insan Şeyh Bedrettin, yüz yüze son kez darağacının önünde karşılaştı. Ama nesilden nesle bu çarpışma ve irade savaşı devam etti.
Çelebi Mehmet ile Şeyh Bedrettin. İki ayrı sınıfın, iki lideri. O tarihsel an’da, ölümsüzlüğe ramak kala, misyonlarını yerine getirdiler. Bedrettin, Akdeniz’den Toroslara oradan Anadolu’nun içlerine uzanan dağ yamaçlarında, derin vadilerde toprağa düşen hakikat arayışçılarının yasını da beraberinde Serez’e taşıdı. Börklüce, Torlak Kemal ve geleceğe altın harflerle yazılan isyanın neferleri. Cellâtların kılıç darbeleriyle gövdeleri parçalanırken bile zalimlere aman vermedi. Diz çöküp af dilemek mi, pişman olup biat eylemek mi! Asla. Zalimin zulmü varsa, mazlumların ahi yiğitlerimiz. Soğuk kış ayaz’ında üşürken, açlıktan erimişken bedenleri dimdik yürüdüler ölümsüzlüğe ve de geleceğe… Bedrettin yas’ını belli etmez. Vakur ve mağrur. Esaret zincirini vurmuşlar bedenine. Katline ferman verilmiş, can ister daha da kan ister Osmanlı itleri. Diz çöktürmek istiyorlar! Nafile, bilmezler ki:"Biz harman dalında, bir de dost sofrasında diz kırarız." Karanlığa teslim olanlardan değiliz, aydınlığa çıkar bizim yolumuz. Özgürlük, adalet ve paylaşım adına çıktık dağlara, vardık hakikatin sırrına. Bedeli neyse vermesini elbet almasını da biliriz.
Ne padişah ne de ferman tanırız, sömürünün olmayacağı bir dünya özlemi bizimkisi. Tarih yapraklarının eskitemediği, direniş pınarından beslenen, yüzlerce yıllık değerlerle bezenip süzülerek gelen yürüyüşün baş eğmeyenlerini teslim alamadılar, alamazlar.
Şeyh Bedrettin idam sehpasına çıkarken seyre gelen padişah Çelebi Mehmet, Bedrettin şöyle seslendi:"neden benzin sarardı." İlmik boynunda gülümseyen aksakallı bilge Bedrettin, ona şu cevabı verir:"Sen bunu anlamazsın. Güneş’te batarken sararır Osmanlının oğlu…" Bedrettin ve yiğitleri. Halklarımızın belleğinde hiç unutulmayacak ağıtsınız, acısınız ve intikam sözüsünüz! Özgürlüğe sevdalı yüreklerin ırak ellerden sılaya hasretisiniz. Hasada doymuş toprak, bir’e bin verir. Bereketlidir topraklarımız, Toroslardan Munzurlara filizlenir kardelen çiçekleri. Zalimlerin uzanmaya korktuğu uçurum kenarlarında umut olur yeniden boy veririz.
"Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürtet ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarsısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.
Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur çiseliyor.”
( Şeyh Bedrettin Destanı-Nazım Hikmet)
Takvim yaprakları 19.12.2000’i gösterdiğinde, Bedrettin ve yiğitlerinin, ölümsüzlük şerbetinden içip hakikate eriştikleri vakitten bir gün fazla,594 yıl sonra, kana doymayan Osmanlı’nın oğulları kuşattılar hapishaneleri.
Egemenler katliamlarına bir yenisini eklemek, devrimcilerde direniş geleneğini bugüne ve yarınlara taşımak için karşı karşıya geldi. Eşitsiz şartlarda bir çarpışma ve direnme durumu söz konusu idi. Devlet cephesinde, Kıbrıs işgalinden bu yana en büyük askeri seferberlik ve kuşattıkları sonrasında yakıp yıktıkları yerlerin kendi inşa ettikleri hapishaneler olması. Diğer cephede, esaret koşullarında çıplak bedenleriyle direnişte saf tutan devrimci tutsakların sınırlı olanakları. İşte, Türkiye ve kuzey Kürdistan hapishaneler katliamının gerçekleştiği koşulların somut tahlili. Çok değil daha bir hafta öncesinde İstanbul merkezli başlayan, arka arkaya yapılan silahlı polis yürüyüşleri(provokasyonları) yaşanacak olanında birer izdüşümleriydi. Hatırlarsanız, yürüyen polis güruhu "kahrolsun insan hakları" diye böğürüyor, Üniversite’nin önüne geldiklerinde de "işte burası terör yuvası" diyorlardı. Evet, devletin polisi silah havada, "kan kan kan isteriz" çığlıkları atıyor, dönemin hükümeti de MGK kararı ile yapımına başlanan F Tipi Hücre hapishanelere geçişin altyapısını oluşturuyordu.
İçerideki tutsaklar( ”biz yokuz komutanım” sözünün sahipleri hariç) hücrelere karşı meşru direnme yöntemlerine başvurmaktan başka bir seçenekleri olmadığını biliyor, saldırı durumunda direneceklerini açıkça ifade ediyorlardı. Bu saldırganlık ilk değildi, daha öncesinde 12 Eylül hapishaneleri, Buca, Ümraniye, Diyarbakır ve Ulucanlar vs. onlarca saldırı ve katliamlar yaşanmıştı. Ebetteki, bu sefer ki öncekilerden hem şiddet olarak hem de kapsamlı bir program temelinde topyekûn imha, teslim alma boyutunda olacağından uzun soluklu bir direnişle geriletilecekti.
F tipleri,12 Eylül zindan politikasının devamıydı, günümüzdeki en kaba ve inceltilmiş hali olan tecrit saldırısıyla örgütlendi. Tecrit ve tredman sistemi, F Tipi zindanlarla süreklileştirilmek istendi. Kahrolsun insan hakları diyen bir anlayıştan başkaca ne beklenebilirdi ki? Tarihlerinde ezilenlere, onlara ait düşlere ve değerlerine uslanmaz düşmanlık taşıyanlar her fırsatta saldıracak, kan dökerek çürüyen düzenlerini sürdürmeye uğraşacaktı.19 Aralık sabahı, 20 hapishaneye birden saldırdılar. Operasyonlarının adına " Hayata Dönüş" dediler…
20 Hapishaneye yaptıkları "Hayata Dönüş" operasyonunda: 8 Jandarma Komando taburu,37 bölük,8335 personel görev aldı.20 bin’den fazla gaz bombası ve sayısı belirsiz silah mermisi kullanıldı.19-22 Aralık hapishaneler katliamı, kullanılan güç ve mevcut bilançosuyla hayat karartma operasyonuydu. Amaçları, teslim alamadıkları devrimci tutsakları katlederek yaşamlarına son vermek, hücrelere doldurup yalnızlaştırarak boyun eğdirmek olarak özetlenebilir.
"Hayata döndürdüler" 28 devrimci tutsağı katlederek
"Hayata döndürdüler" yüzlerce tutsağı yaralayarak
"Hayata döndürdüler" Bayrampaşa’da 6 kadın tutsağı diri diri yakarak
"Hayata döndürdüler" kimyasal başlıklı bombalar kullanarak
"Hayata döndürdüler" "teslim olun yoksa hepinizi öldüreceğiz" diyerek
"Hayata döndürdüler" dört gün boyunca katlederken sevinç çığlıkları atarak
"Hayata döndürdüler" F Tipi Hapishanelere kanlı sevkleri yaparken…
Devletin yetkili ağızları ve katliamın ortakları "Hayata Dönüş" yalanıyla suçunu unutturabilir mi! Elbette ki, dökülen kanımız ve yakılan insanlarımızın bir hesabı var, er ya da geç hesaplaşma vakti gelecektir.
19 Aralık’ta, 20 hapishane’de başlatılan katliam operasyonuna karşı, devrimci tutsaklar inançları ve bedenleriyle etten barikatlar örerek direndi. Kurşun ve bomba sağanağı altında, günlerce direniş ve direniş sloganları susmadı. Kalın duvarlarla çevrili hapishanelerde, inanç-irade ve kararlılıkla devrim davasının teslim alınamazlığı bir kez daha gösterildi.
Sağmalcılar ve Çanakkale hapishanelerinde, 19-22 Aralık katliamı ve direnişini yaşayanların anlatımlarına yer verelim. Devletin katliamının vahşeti ve ölümsüzleşen devrimcilerin direnişteki ısrarlarını en iyi onlar anlatabilir.
Sağmalcılar hapishanesinde, 19 Aralık katliamında 12 devrimci şehit düştü. Katliamı yaşayan ve sonrasında ölüm orucu eyleminde yaşamını yitiren Hamide Öztürk şunları anlatıyordu:"Çatıdan kameraya çekiyorlardı. 19 Aralık günü sabah saat 05.00’te Sağmalcılar duvarlarını delmeye çalışırlarken hepimizin kalktığını görünce ateş etmeye başladılar. Arkasından yoğun bombardımana tuttular. Sis, ses bombası, sinir gazı, biber gazı attılar. Biz onlara sürekli sloganlarımızla ve zılgıtlarımızla cevap veriyorduk. Onlar bize sürekli ‘Teslim olun yoksa hepinizi öldüreceğiz’ dediler."
Katliamcılar, vahşette sınır tanımamış, ellerinde ki bütün silahları pervasızca kullanmıştı. Hapishane çatılarını delerek içeriye gaz bombaları ve hedef gözeterek ateş açıyorlardı. Beraberinde getirdikleri kepçelerle hapishane duvarlarını yıkıyor, itfaiye hortumlarından tazyikli su ve köpük sıkarak yürümeyecek haldeki yaralıların boğularak ölmesine çalışıyorlardı. Egemenlerin zulmü alçakça hükmünü icra ediyordu. Teslim alamadığı direnişçiler karşısında daha da saldırganlaşıyor, kadınlar koğuşunda 6 kadın tutsağı diri diri yakarak, direnişi bitirmeyi, kendilerince direnenlere ders vermeyi hedefliyorlardı.
Filiz Gencer anlatıyor:"Bir ara değişik bir bomba atıldı. Sanıyorum mavi renkliydi. Uzun bir bomba. Bunun etkisini engellemek mümkün değildi. Solunum duruyor, kasılıyorsun. Sonra bütün iç organlarımız patlıyormuş gibi bir acı veriyor. Bu bomba hepimizi bayılttı. Sonra tekrar kalktık… Mazgallardan da alev fışkırtıyorlardı… Tekrar bomba sağanağı başladı. Yine şok eden gaz bombasından atıldı. Bu kez insan çıldırıyormuş gibi oluyor. Ben yere düştüm. Kafamı yana çevirdiğimde bir arkadaşın saçlarını yolarak bağırdığını gördüm. "Halkımız için ölüyoruz" diye haykırdık. Yine sarı duman yayan gaz bombası ve yangın bombaları atılmaya başladı. Arka ranzalar yanıyordu… Mazgallardan da alev fışkırtıyorlardı… Sonra yukarıdan tekrar sesler gelmeye başladı. "Yanıyorlar, yanıyorlar" diye bağırıyorlardı… Birçok arkadaşımız çeşitli yerlerinden yandılar. Havalandırmaya çıktık… Yukarıdan hala bizi izliyorlar ve "teslim olun" diyorlardı. Bunun üzerine slogan attık "Devrim şehitleri ölümsüzdür" diye ve halay çektik."
…Biz/ adımlarını tarihin akışına uyduran
temelleri çöken emperyalizme vuran,/ yarını kuranlarız
o duvar,/ o duvarlarınız,/ vız gelir bize vız! ( Nazım Hikmet)
19 Aralık katliamında Çanakkale zindanındaki tutsaklarda dört gün boyunca devletin saldırganlığına karşı koyarak direnmişlerdi. Kürdistanlı ve Türkiyeli devrimciler, devrimci direniş bilinciyle omuz omuza durarak, gövdelerini birbirlerine siper ederek bedel ödemekten kaçınmadılar. Çanakkale zindanında katliamı yaşayan ve kendiside bu katliamda yaralanan Sema Sultan’ın açıklamasına yer verelim;”Üçüncü günün sabahı, yani 21 Aralık günü bir gaz bombası sarkıttılar.. Arkadaşların çoğu anormal bir biçimde uyuklamaya başladı. Sürekli "Teslim ol" anonsunu yapıyorlardı. Gaz bombaları ve kurşunlar yağmur gibi yağıyordu. Hedef gözeterek ateş ettikleri için birçok arkadaş yaralandı, yanımdaki iki arkadaş da yaralanmıştı. Bir ara bir bomba attılar. Bu bomba çok farklı bir acı veriyordu. Birçok arkadaş kendisini kaybetti. Çırpınanlar, inleyenler oluyordu. Bombaları kestikleri bir anda bizim bulunduğumuz yere Sultan SARI arkadaş gelmişti. Birbirimizle selamlaştık. Hatta "hoş geldin" dedim. Kısa bir araydı. Yeniden bomba atmaya başladılar. Birkaç dakika geçmedi ki, Sultan arkadaşın çığlıklarını duyduk. Sağlıkçı arkadaşlar yanına gittiler ve arkadaşın şehit düştüğünü söylediler. Hepimiz ayağa kalktık. "Sultan yoldaş ölümsüzdür", "devrim şehitleri ölümsüzdür" sloganlarını attık. Arkadaşlar Sultan arkadaşı Fidan’ın cenazesinin yanına götürdüler.
Sonra askerler tazyikli su sıkmaya başladılar. Bir yandan da sürekli hedef gözeterek kurşun yağdırıyorlardı. Fahri SARI arkadaşı da bu kurşunlarla katlettiler. Boğazımıza kadar köpüklü su dolmuştu. Köpüklü suyun bazı yerleri kırmızı kandı. İçeride kalmanın olanağı kalmamıştı, içeri dolan su içinde boğulma tehlikesi çok somut bir durum haline gelmişti. Bunun üzerine hep birlikte dışarı çıkma kararını verdik. Kurşunlansak da dışarıda tarasınlar dedik. Tam çıkarken bir asker itfaiye kancasını İlker BABACAN arkadaşın başına vurdu. Arkadaşın kafatası o anda parçalandı.
Bizler zafer işareti yaparak, sloganlar atarak dışarı çıktık. Dışarıya çıktığımızda askerlerin bir kısmı mevziiye yatmışlardı. Bazıları ürkek bakışlarla bize bakıyorlardı. Subayları onlara emirler yağdırıyorlardı. Her taraf asker kaynıyordu. Temsilci arkadaşlarla yetkili bir subay arasında kısa bir konuşma oldu. Şehit düşen arkadaşlarımızı dışarıya çıkardık.”
Sultan ve Fahri, TC faşizminin zindanlarında,19 Aralık hapishaneler katliamında Türkiyeli devrimci dostlarıyla birlikte direniş geleneğimizin kardelenleri olmuşlardır. Onlar, teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı Devrimci Çizgide ısrar eden, yolumuza devam ediyoruz diyen Kürdistan devrimcileriydiler. Mazlum, Hayri ve Kemal Pir’lerin yoldaşlarıydılar.12 Eylül zindanlarından F tiplerine süregelen devrimci direniş kararlılığını bedenlerinde var eden, Kürt ulusunun gerçek öncüleriydiler.
19-22 Aralık zindan katliamından sonra katliama maruz kalan tutsaklar hakkında toplu davalar açıldı. Onlarca yıla konu edinen cezalar istendi. Katliamın sorumluları hakkında ise herhangi bir soruşturma açılmadı. Tutsak yakınları ve avukatların bu yönlü talepleri duymazlıktan gelindi veya zaman aşımı gerekçesiyle yanıtsız bırakıldı. Kamuoyunun baskısıyla açılan davalar söz konusu olmuşsa da göstermelik yargılamaların sonucu asker ve görevli personel hakkında beraat kararları verilmiştir. En son Çanakkale hapishanesindeki katliam davası da aynı netice ile sonuçlanmıştır.
” Davayı yürüten mahkeme jandarma erleri hakkında mahkûmiyetlerine yeter ve inandırıcı delil bulunmadığından 16.09.2008 tarihinde beraat kararı vermiştir.”
TC devleti göstermelik davalarla, verdiği beraat kararlarıyla suçunu gizleyemez.
19-22 Aralık zindan katliamının hesabı sorulacaktır.
Toparlarken Halklarımızı; Nazım Hikmet’in dizeleriyle gelecek güzel günlere olan inancımızı paylaşmaya ve özgür yarınlar için devrimci iktidar mücadelesine katılmaya çağırıyoruz.
Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Hani şimdi bize
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
Yalnız cumaları, yalnız pazarları
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları,
Hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
Açılır kara kaplı kitap: Zindan
Kayış kapar kolumuzu
Kırılan kemik, kan
Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir
Ve, çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir
Hani şimdi biz
İnanın, güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
/ FERHAT ÜÇOLUK