0 0
Read Time:15 Minute, 21 Second

27 Nisan gece yarısı muhtırasından sonra yeni bir seçim sürecine daha girmiş bulunuyoruz. Seçimin yeniliği sadece rakamsaldır. TC devletinde, bugüne kadar onbeş kez genel seçim yapıldı. Bu sonuncusu da onaltıncısı olacak.

TBMM'deki, beşyüzelli koltuk için parti ve adaylar kıyasıya yarışacak. Düzen partileri, yalanın biri bin para misali seçmen kitleleri aldatarak, farklı vaat ve yöntemlerle 22 Temmuz sabahı oy oranlarını arttırmanın hesabını yapacaklar.  

 Klasik seçim atmosferinin basıncı altında "Türk Demokrasisi"nin gerekliliklerini yerine getirecekler… Türkiye'de, ister erken isterse de zamanında yapılan seçimler, düzen siyasetinde kullanılan aktörler arasında "demokrasicilik oyununun" kurallarına göre yapılmaktadır. İktidara yürüme biçiminde sunulan seçim programları, meydan şovlar, rantçı ittifaklar hepsi bu oyunun birer parçasıdır. Okuyucunun hemen anladığı gibi; ortada iktidar olma durumu söz konusu değil. Olabilirse hükümet olur ya da meclis koltuklarında oturup muhalefet rolüne kaptırır kendisini. Kimisi de %10'luk barajın altında kalır düzen siyasetinin çöplüğüne gönderilir. 23 Temmuz günü, sonuçlar açıklanır açıklanmaz kazanan her zaman ki gibi "Türk demokrasisi" olur. Gerisi mi, malumunuz dört yıl sürecek parlamenter icraatlar…

Sömürgeci-faşist düzeni yaşatma,"muasır medeniyetler" seviyesine taşıma görevi hükümet olan bütün düzen partilerinin olmazsa olmazıdır. 1946 yılı, TC'de çok partili döneme geçişin miladı sayılır. Devlet partisi CHP'den kopan bürokratların kurduğu Demokrat Parti, Milli Kalkınma Partisi ve CHP'nin katıldığı 46 seçiminden günümüze 61 yıl geçti. Hepsi birbirinin devamı niteliğindeki partiler sağ-sol klişelerle oy avcılığı yapıyor.61 yıldır, Kürdistan bağımsızlık sorununu imha ve inkâr çizgisinden ayrı bakmış tek düzen partisi yoktur. Emekçi sınıfların lehine yaptıkları bir şey bulamazsınız. Zaten, olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Onlar için varsa yoksa rejimin esenliği, işbirlikçi tekelci burjuvazinin sömürü payının yükseltilmesidir. Şimdi, periyodik kriz çanları çalmaya başladı. Sömürgeci düzen güçleri, kendi aralarında vuku bulan sorunları aşmak, böylelikle de, üzerinde siyaset yaptıkları zemini sağlamlaştırmak maksatlı erkene aldıkları seçimle açmazlarına çare arayacaklardır. 61 yıldır, papağan misali ezberi kıt söylevlerle kitlelerin karşısına geçip; "Oyunuza talibiz, istikrar ve güçlü ülke bizim iktidarımızda olur, sorunlarınızı biz çözeriz" vb. nakaratları ve "seçim rüşveti" sadaka dağıtımlarıyla 22 Temmuz'da işlerini garantiye almaya çabalayacaklar. TV, medya bilişim tekelleri, çıkarları gereği farklılıkları tabelaların üzerindeki harflerden ibaret olan herhangi bir düzen partisinin sözcülüğüne soyunacaktır. Düzene bin bir türlü nedenle bağlı çevrelerin desteğini almanın yolu da neyse halledilecektir. Bu, koskocaman yanılsamanın kurbanı ne yazık ki emekçi-yoksul halklarımızdan başkası değildir. Düzen güçlerinin danışıklı dövüşünün yumrukları altında ezilecek olan yine, 61 yıldır tekrarlandığı şekilde emekçilerdir. 22 Temmuz seçimlerinin galibi 61 yıldır olduğu gibi," demokrasicilik oyununu" değişik araç ve aktörlerle oynatan sömürgeci-faşist sistemin sahipleri olacaktır. Baskı, açlık, sefalet getirecek, Kürt halk düşmanlığında "her şey mubahtır" diyenlerin elini fazlasıyla güçlendirecek, özel savaş rejiminin gediklerini kapatmaya yarayan seçim aldatmacasına karşı; Seçimini devrimden yana yap, alternatif Sosyalizm'dir demek ve halk kitlelerinin sandık girdabında çırpınmasını engellemek için devrimci-komünist parti ve güçlerin etkin ve yaygın kampanyalar örgütlemesi gerekiyor. Günün ertelenmez görevi sömürgeci sistemi ve onu meşrulaştırmaya uğraşan düzen içi anlayışları teşhir etmektir. Sistemin aksayan yanlarını düzeltmek, halk düşmanı politikaların tek koro halinde uygulanması adına yapılacak seçimlerden, ezilen sınıf ile imha ve inkâr edilen, aşağılanan Kürt halkının hiçbir çıkarı yoktur. O zaman sandığa yüzünü dönme eğilimindekileri bilinçlendirmek, gerçek kurtuluşunun devrimci mücadeleden geçtiğini anlatmak bağımsız devrimci duruşumuzu kitlelere taşımada kaldıraç rolü görebilir.

 Hükümet partisi AKP, son dönemde burjuva siyasal dengelerin aşınmaya başlaması sıkıntısının tek sorumlusu gösteren gerçek iktidar gücü olan TSK'nın gece yarısı e-muhtıra'sı neticesinde seçim kararı aldı. TSK'nin, AKP karşıtlığı onun rejim için tehdit teşkil etmesinden kaynaklı değildir. Tabii ki, AKP geleneğinin dayandığı MİLİ GÖRÜŞ çevresine beslenen olumsuz duygular AKP'ye bakışta kimi farklılıkları doğuruyordur. Ancak, AKP ve Tayyip ile şürekâsı darbeci generallerin aferini hizmetleriyle hak ediyorlar… Özel savaş harcamalarında en ufak bir kesintiye gitmeyen, ordunun şakşakçılığını ustaca sergileyen AKP, EN AZINDAN YANINA ASLAN SOSYAL DEMOKRAT'lar monte edilerek 22 Temmuz sonrası da hizmetlerini sürdürecektir. AKP hükümeti, tekelci burjuvazinin son yıllarda arayıp da sonunda "devşirtip" bulduğu kalitede bir partidir. Hatırlatalım Tayyip'in mazlum portrelerini, şairane masumluğuyla mahpusluk günlerini…  Sonradan ABD'den aldığı icazetle, rüştünü ispat etmiş sistemin karanlık dehlizlerinden gelmiş unsurlarla oluşturdukları parti çatısında birliktelikleri. Kişiye özel seçimle Siirt mebusu oluvermesi. Hemen hepsi öncesinden kararlaştırılan planın pratik yansımaları değilse nedir? Tayyip ve şürekâsının rejim düşmanı olduğunu iddia edenler komik duruma düşüyorlar… Bütün düzen içi güçler neyse AKP'de odur.

AKP'nin, 59.hükümeti döneminde sergilediği performansı bazı veriler ışığında değerlendirelim; Türkiye, AKP iktidarı dönemi içinde dış borç seviyesi epeyce artmıştır. 58.ve de 59. hükümet döneminde TC'nin dış borç stoku kimi verilere göre, 129.7 milyar dolardan, 206.5 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakamlar ne kadar bilimsel ekonomik gözlem ve araştırmalara dayanıyor onu biz bilemeyiz. Biz, ortalama bir sonuç çıkarmaya çalışıyoruz. Yine, TC'nin iç borç oranı da 95.2 milyar dolar'dan 192 milyar dolara çıkmıştır. TC'nin, AKP hükümeti boyunca iç ve dış borç oranı 398 milyar dolar civarındadır. AKP kurmaylarının ekonomik istikrar propagandası bu verilerle değerlendirildiğinde başarısızlık anlamına geldiği ortada. Bu borç'un külfetinin ağırlığını yani ceremesini emekçi sınıflar çekiyor, işbirlikçi tekelci burjuvazi kar oranını aksatmadan arttırıyor. Sabancı, Koç, Eczacıbaşı vb. servetlerini AKP hükümeti dönemince Forbes dergisinde en zenginler listesinde yer alacak şekilde büyütüyorlar…Akp ve düzen güçlerinin övünç duyduğu tablonun bize gösterilen yanı böyledir. Servet-sefalet kutuplaşmasında ezilenlerin yaşamak zorunda kaldıkları koşulları TC'nin kendi BASIN kurumlarından milliyet'ten aldığımız verilerle ele alalım. Asgari ücretin(sefalet ücreti  bz.) 403 YTL olduğu Türkiye'de, aylık geliri 1200 YTL'nin altında olan haneler nüfusun %87'sine tekabül ediyor, aylık geliri 3000 YTL'nin üzerine çıkan ailelerin oranı ise %2'yi geçmemektedir. Türkiye'de sendika ve araştırma kurumlarının her ay düzenli yaptıkları çalışmalarda açlık ve yoksulluk sınırının çerçevesi çiziliyor. Ortalama açlık sınırı 630 YTL, yoksulluk sınırı 2050 YTL civarındadır. Açıklanan rakamlar en iyimser bakışla deklere edilmiştir. Açlık ve yoksulluk rakamları bilinenin çok üstündedir. IMF reçetelerini sorunsuz uygulayan, TSK 'ya bütçenin büyük bölümünü ayıran, ihale ve yolsuzluklarla getirim alanını genişleten AKP hükümetinin safı belli; sömürgeci burjuva sistemin efendilerini memnun etmektir tek gayesi. Çalışan ve çalışabilir nüfusun yoğunluğuna rağmen sendikalı, örgütlü işçi ve memur sayısı bu oranın çokça gerisindedir. Ekonomik ve sosyal haklarının bilincinde olan bunu örgütlü sınıf araçlarıyla yaratmış bir nitelikten bahsetmek doğru olmaz. Çoğu işveren(patron) onaylı sendikalı işçi sayısı 3 milyon 43 bindir. Maalesef bu sendikal anlayışın genel yapısı gerici-hükümet ve ordu yanlısı kesimlerden oluşuyor. Irkçı-faşizan eğilimlerin prim yaptığı refleks ile programlara sahipler. Kimi ilerici nüveler taşıyan sendikaların da özellikle Kürt sorunu karşısındaki tutum ve davranışlarıyla TC'nin temel politikalarına hemen angaje oldukları, "kraldan çok kralcı" kesilerek ne türden bir olumsuzluğa ortak oldukları da gözden kaçırtılmamalıdır. Bugün Türkiye'de, sendikaların dergi ve internet sayfalarına bakınız işçi örgütlerinin sayfalarında "en iyi işveren(ler) in aldıkları ödüllerin" haberlerini görürsünüz. AKP hükümetinin sorumluluğu altında ezilen, yaşam koşulları altüst olan, yozlaşma politikalarının ekseninde geleceği karartılan emekçi yığınların, "kendisi için sınıf" olmasının devrimci araçlarını sınıfın kurtuluş mücadelesiyle kazanabileceğini gösterebilmeliyiz. Düzen partileri, TSK ne de gözünü düzene dikmiş reformist-teslimiyetçi örgütlenmeler! Hepsini ret edecek, bağımsızlık, sosyalizm çizgisinde devrimci iktidar seçeneğini yaratacak potansiyeli açığa çıkartmalıyız.

 Son dönemde,"imambayıldı Kemalistler uyandı" orijinli kitlesel mitingler gerçekleşti. Sahte laik-anti laik saflaşmasının sonucu "cumhuriyet ve laiklik tehlikede" suni havası yaratılmıştır. Ankara, İstanbul son olarak İzmir'de milyonların katılım gösterdiği "cumhuriyet mitingleri", Türk özel savaş rejiminin sahiplenilmesi bununla paralel rejimin restorasyonunda önemli katkılar sunacağı bellidir. Özellikle,2005 yılından itibaren adım adım gelişen," terörle mücadele" psikozuyla uyuşturulan kitlelerin bu köhnemiş düzenin yedeğine sokulması, ırkçı-şoven hezeyanlara kapılması Kürdistan ulusal bağımsızlık hakkına ve devrimci hareketlere karşı nasıl dolduruşa getirildiğinin göstergesidir. Son mitingler de, AKP diğer moda deyimle irtica tali hedeftir. Aslolan Kürt halkı ile devrimci mücadele düşmanlığıdır. Bu böyle olmasına rağmen " vatanseverlik- yurtseverlik" kavramlarıyla katılımcıların niyetlerinin tahminini yapan ya da bu mitinglere fiilen katılmasalar da "bağımsızlık yürüyüşü",kahrolsun şeriat" başlıklı faaliyetlerle verili gündemin arkasından sürüklenenlerin varlığı da üzerinde durmayı gerektiren bir başka konudur. Kimi, sol-sosyalist çevrelerin benzeri paradoksal yaklaşımları sorgulanmalıdır. Mevcut durumdan vazife çıkaranlar geniş bir yelpazeye yayılıyor.

Kürt liberal-teslimiyetçi platformun bileşenleri de görünürde " cumhuriyet mitinglerine" karşıymış gibi gözükseler de gerçekliliklerinin bu olmadığı tartışmaya yer bırakmayacak şekilde nettir. Bugün yapılan açıklamalardaki mesafeli ve tepkisel değerlendirmeler ideolojik herhangi bir duruşa dayanmamaktadır. Seçim arifesinde pragmatik hesap ve konjonktürel zorunluluk onları böyle davranmaya itiyor. Kürdistan ulusal bağımsızlık sorununu sömürgeci düzenle uzlaşma çizgisiyle tasfiye etmeyi temel politikası haline getirmiş teslimiyetçi platformun, şimdiler de, "cumhuriyet mitingleri" hakkında söylediklerini malum adresten gelen buyruklar neticesinde yakın gelecekte yok sayacağını hep birlikte göreceğiz. Liberal-teslimiyetçi cenahın sözcülerinin itiyatlı beyanları öngörümüzün haklılığını işaretlemektedir. Bu beyanlardan birini örnek mahiyetinde verelim. 14 Mayıs 2007 tarihli Gündem gazetesinde, politika sayfasında yayınlanan, Selahattin Erdem imzalı "ASKER" başlıklı makalede oldukça çarpıcı tanımlamalar yapılmış. Yazının bütünlüğü içinde o kadar çok tutarsızlık ve demagoji var ki "siyaset biliminden anlayan" herkes güler. Bay Erdem, Avrupa devletleri, sermaye çevreleri, aydınlar, ordu ve Kemalistlere " akıl" verme ihtiyacı duymuş olacak ki bu yazıyı kaleme almış. Yazıdaki onca laf yığının tek amacı var oda;" orduyu dikkate almak ve onunla iyi geçinmek" mesajıdır. Bay Erdem'in, yazındaki çarpıcı bölümler şunlar;"Türkiye'yi hemen mevcut AB ölçülerine ulaştırmaya çalışanlar, böyle olabileceğini sananlar yanlış yapıyorlar. Türkiye'nin içinde bu yanlışa düşenler olduğu gibi, AB devletlerinin mevcut politikaları da yanlıştır. Çünkü onlar, ordunun devlet yönetiminden uzak durmasını ve Türkiye yönetiminin kendilerin ki gibi olmasını istiyorlar. Onun içinde ordu ile siyasi ilişkiden uzak duruyorlar."Bakın devamında ne öneriyor;" Öyle yapacaklarına, Türkiye gerçeğini kabul etseler, hükümetle olduğu gibi, ordu yönetimiyle de siyasi görüşmeler yapsalar, orduyla ilişkileri sadece asker askere bırakmasalar belki daha iyi yapmış olurlar."Kendisi sanki TC'nin diplomatıdır. Gerçi biz bu yazarın,"amalı, belki'li, tam bilemiyorum'lu" manevralarına alışığız. Tam hâkim olmadığı konuda kitap yazma becerisinin olduğunu da biliyoruz. Yukarıda alıntılardaki analizlerin doğruluk derecesi nedir? AB'nin gerçekte TSK ile sorunu var mıdır? Sapla-samanı birbiriyle karıştırıp olmayan şeyi varmış gibi yansıtmak,"AB, Türkiye'nin demokratikleşmesini istiyorsa böyle yapsın" demek bir Kürt yurtseverinin işi olamaz. AB emperyalizmi, TC'nin kuzey Kürdistan'daki sömürgeciliğine politik ve ekonomik desteğini esirgememiştir. Özel savaş rejiminin katliamlarını, göçertme uygulamalarında bir bütün olarak halk düşmanı politikaların hepsinde AB'nin de onayı ve kabulü vardır. Lozan antlaşmasıyla Kürt jenosidine seyirci kalan, Kuzey Kürdistan'ı TC' sömürgeciliği altına sokan Avrupa devletleridir. AB'nin demokratik olduğu iddiaları da sadece gülünçtür. Böyle konuşanlar ya bilgisizlikten ya da "denize düşen yılana sarılırmış" misali çaresizlikten konuşuyorlar… Hem demokratikleşmeden bahsedeceksin hem de bunun gerçekleşmesinin ordu kurumunu esas almaktan geçtiğini anlatacaksın. Aynı yazıda inceden de olsa klasikleştirdikleri Kenan Evren güzellemesi de bulunuyor. Üçüncü cephe oluşturma havasında seçim çalışmalarına başlatmış oldular."Üçüncü cepheleri",aynı yazıda belirtildiği gibi;"Devlet yönetiminde ordunun etkisini kabul etmek ve yasal düzenleyişi buna göre yapmak lazım" biçiminde samimiyet sınavına hazırlanmaktadır. Son 8 yıldır Kemalizm övgüleri, üniter devlete bağlılık, ortak vatan da alt kimlik-üst kimlik açıklamaları aynı çizginin bütünlüğünü tamamlayan parçalarıdır.

 27 Nisan'daki gece yarısı muhtırası AKP'nin çapsızlığını yani iktidarsızlığını kanıtlamış, TC'de asıl iktidar gücünün TSK olduğu yeniden hatırlatılmıştır. Geniş kitle organizasyonlarıyla da ordu'ya politik destek potansiyeli ayyuka çıkartılmış oldu.500 STÖ tarafından örgütlenen bu mitinglerin asıl örgütleyicisi genelkurmaydır. Cumhurbaşkanlığı tartışmaları "son kale" havasında gelişti, türbanlı eş polemiğiyle zirve yaptı. Sömürgeci düzenin, yönetememe krizi depreşince erkene aldıkları seçimle topyekûn saldırganlıkta daha dinamik ve temsili demokrasinin vitrinini de biraz genişleterek, TBMM çatısında partiler arası mebus rakamlarında yer değiştirmeler isteniyor. Akp'nin son süreçte sarf ettiği "ordu başbakanlığa bağlıdır" türü sözlerin pratik hiç bir değeri yoktur. Paşaların muhtırası sonucu hemen geri adım atıp, seçim kararı aldılar. Yapacak başkaca şeyi olmayan AKP şimdi meydanlara inip mazlum edebiyatı yaparak seçmenleri etkilemeye koyulacaktır. Ancak ne kadar etkiler(tek başına hükümet olması zor görünüyor) 23 Temmuz'da anlaşılacak. Mecliste düşman kamplara oynayan AKP ve CHP seçim kararı alan mecliste sonrasında tek konuda "milli uzlaşma" ya vardılar. DTP'nin bağımsız aday açıklamasının hemen sonrası birlikte karşı hamle yaptılar, bu koroya DYP, ANAP'ta katıldı.430 milletvekilinin oyu ile bağımsız aday seçimini zorlaştıran anayasa paketini meclisten geçirdiler. Bir süredir birbirlerine demedik laf bırakmayan AKP ve CHP Kürt düşmanlığını bu anayasa paketiyle sergilemiş, anti-demokratik tutumlarını bir kez daha göstermişlerdir.

Sömürgeci-faşist sistemin açmazlarına çözüm aranan ,onun yeniden daha güçlü bir şekilde restorasyonunu amaç edinen seçim aldatmacasına kanmamak, Parlamentarist yolun anlamsızlığını göstermek,Kürt ve Türk halkının emekçilerine gerçek kurtuluşun devrimci mücadeleden geçtiğini daha güçlü bir biçimde anlatmak gerekiyor.

 

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter