MEHMET ŞENER’İN ANISINA / M. Can Yüce
Öcalan iktidar sisteminin en önemli ayaklarından biri, her türlü farklı sesi susturma, yeniden ortaya çıkma olanak ve olasılıklarını ortadan kaldırma mekanizmasıdır. Bu mekanizmayı kurumlaştırırken sayısız devrimci arkadaşımızı tasfiye etmiş, katletmiş ve toplumun gözünde “ajan, hain, provokatör, tasfiyeci” olarak ilan etmiştir. Bu mekanizma sonucu toplum içinde siyaset yapmanın zeminini “ateşten gömleğe” dönüştürmüştür!
Mehmet Şener’in tasfiyesi ve sonunda hunharca katledilmesi PKK tarihinde, başka bir ifadeyle Öcalan iktidar sisteminin bütün ayaklarıyla oturmasının öndeki “son engelin” kaldırılmasını birlikte getirmiştir. Bilindiği diğer alanlarda iktidarını büyük ölçüde kurumlaştıran Öcalan, son olarak Şener’in tasfiyesi ve bu tasfiye “teorisi” ile (Zindan Direniş Konferansı, bu teorinin temel zeminidir) zindanları teslim almış ve kendi iktidarını tüm alanlarda kurumlaştırmıştır.
Kuşkusuz bu süreç ayrıntılı bir biçimde değerlendirilecek ve yazılacaktır. Şimdilik bu sürecin özet bir değerlendirmesini bir alıntı olarak vermek istiyorum. Bu vesileyle katledilişinin 17. Yılında arkadaşımız Mehmet ŞENER’i saygıyla anar, anısını mücadelemizle yaşatacağımızı vurgulamak istiyorum.
4 Kasım 2008
—————————————————————————————————————————————————————————–
PKK Tarihi ile ilgili Kısa Bir Değerlendirme (Parça)
“III. Kongre PKK tarihinde, yönetim pratiğinde bir dönüm noktasıdır. Tam anlamıyla bir darbedir, A. Öcalan’ın bütün iktidar iplerini eline geçirdiği, kendisini her açıdan tek karar mercii haline getirdiği bir platform niteliğindedir. Kongre ayları bulan bir süreçte tamamlandı. Öcalan yaptıklarından o kadar emindi ki Kongrenin resmi oturumlarına katılma gereğini bile duymadı. Bundan sonra o her şeydi, her şeyi o yaratmıştı, kadrolar ise karınlarını doyurmaktan aciz, komplocu ve tasfiyecilerin oltalarına yem olabilecek zavallılardı. Onun kurtarıcılığı olmasaydı dört bir yandan kuşatılan parti şimdiye dek sayısız kez yok edilmişti. Öcalan’ın bu değerlendirmeleri resmi tarih, resmi ideoloji ve yönetimde tek belirleyici düstur olarak beyinlere ve ruhlara şırınga edildi.
Öcalan III. Kongrede darbe yapmış ve tüm iktidarı eline geçirmişti, ama ona rağmen zindanlarda, gerillada devrimci PKK çizgisi ve ruhu yaşatılıyor ve esas politik gelişmeleri de yaratan bu oluyordu. Öcalan ise bu gelişmelere sahip çıkıyor, kendisine mal ediyor ve iktidarını güçlendirmenin bir vesilesi haline getiriyordu.
III. Kongrede alınan zorunlu askerlik kararı ve uygulaması, halka kötü davranma, köy korucularına karşı izlenen yanlış eylem çizgisi, parti içinde uygulanan şiddet ve işkence yöntemleri, tasfiye ve kaçırtma yaklaşımları PKK adına işlenmeye başlanan suçlardan bazılarıdır. Bu uygulamalar, aynı zamanda PKK’nin devrimci çizgisinden, ilk çıkış özelliklerinden ne kadar saptırıldığının birer göstergeleridir. Bu olumsuzluklar salt ahlaki açıdan değil, aynı zamanda politik açıdan PKK’yi bir gölge gibi takip eden imaj bozucu olaylar oldu. PKK yıllarca bu olumsuzlukların sonuçlarıyla yüzleşti, yüzleştirildi. Bu karar ve uygulamaların doğrudan azmettiricisi Öcalan olmasına rağmen, bunlar belgeli olmasına rağmen sıkıştığında suçu ve sorumluluğu başkalarına atmayı da bir siyaset kurnazlığı olarak kullandı.
Verilen kayıplara, iç tasfiyelere, kaçırtmalara, yanlış ve düşmanın elini güçlendirici eylemlere, ön tıkayıcı “Önderlik gerçeğine” rağmen gerilla gelişmesini sürdürdü, bunu büyük fedakarlıklar, büyük direnişler sayesinde gerçekleştirdi. Aynı zamanda Öcalan’ın direktifleri ve yönetimi henüz gerillayı engellemede bir etken olamıyordu, doğası gereği yerel inisiyatifte gelişen gerilla mücadelesinin merkezi yönetimi doğrudan değil, daha çok dolaylı ve genel düzeyde olabiliyordu. 1989’un sonlarında serhildanların ilk ayak sesleri Cizre köylerinin eylemelerinde, Sılopi’de görülmeye başladı. 1990 Martında ise serhildanlar bir dinamik olarak devreye girdi ve ulusal kurtuluş mücadelesinin halk tabanına oturmasını sağladı. Artık gerillayı ve mücadeleyi bir çırpıda bitirmek mümkün değildi. Mücadele gerçek anlamda bir halkın, bir ulusun davası ve hareketi haline gelmişti. Bu, mücadelede yepyeni bir dönemeçti, yeni politikaları, örgütlenmeleri ve mücadele araçlarını gerektiriyordu.
Ama bir anda çığ gibi büyüyen ulusal kurtuluş mücadelesi dönemin gerektirdiği atılımı, örgütlenmeyi, sonraki aşamanın hazırlıklarını yapamıyordu. Evet, gövde dev gibi büyümüştü, baş çok küçük kalmıştı, yani kadro açığı çok büyüktü. Bir bakıma varlık içinde yokluk çekiyordu. Ama temel sorun, temel çıkmaz bu ve buna benzer yetersizlikler değildi. Temel sorun mücadelenin gerçek anlamda siyasal ve askeri bir kurmaydan yoksun oluşuydu. IV. Kongrenin bu yönlü çabaları ve girişimleri henüz söz düzeyindeyken boşa çıkarıldı, dahası tasfiyeye tabi tutuldu. Dev gibi büyüyen bir mücadelenin çok yönlü örgütlenme, iktidarlaşama, eğitim, siyaset gibi dev konuları bir kişinin deli saçmalarıyla yönetilemezdi, sadece kendi iktidarını pekiştiren ve tek derdi bu olan yaklaşımlarıyla çözülemezdi. Bu “Önderlik tarzı” yapsa yapsa iç tasfiyeyi derinleştiriyor, mücadelenin beynini daha da küçültüyor ve devasa gelişmeleri ise düşmanın saldırılarına açık hale getirebiliyordu. Daha sonra özel savaş aygıtının yetkilileri de açıktan itiraf edeceklerdi. Aslında Kürdistan’da egemenliklerini büyük ölçüde kaybetmişlerdi, ideolojik, moral dayanaklarını yitirmişlerdi. Orduları günün belli saatlerinde kırsal alanlara çıkamıyorlardı. Halk ise ayaktaydı, halkın öncüleri ortaya çıkmaya başlamıştı, olanakları çığ gibiydi. Ama kurmaysız bir mücadelenin bu gelişmeleri değerlendirmesi ve daha üst bir aşamaya sıçratması mümkün değildi. Marx’ın sözü bir kez daha doğrulanıyordu: Ayaklanmayla oynanmazdı, ya sonuna kadar zafere gidilirdi, ya da çok kanlı bir biçimde ezilirdi! Elbette serhildanlar klasik bir ayaklanma değildi, ama yine de düzene bir kafa tutuş, ondan kopuş ve iktidarını tanımama, özgürleşme eylemiydi, açıktan açığa bir hesaplaşmaydı, uzun süreli bir iktidar savaşımıydı. O nedenle savaş ve ayaklanmanın aynı yasalarına tabi idi. Sonuna kadar gitmek ve zaferi yakalamak, öncelikle doğru bir kurmaylıkla mümkündü. Ama “biz” bir kurmaydan yoksunduk. Dahası tek derdi bu devasa gelişmeleri kendi malı haline, iktidarına alma stratejisinin yılmaz uygulayıcısı bir “Önderliğe” sahiptik. Yenilgimiz, açmazımız tam da bu noktada düğümlenmişti. Kendi içinde iyi örgütlenmiş, dönemin sorunlarını ve çözüm yollarını çok iyi bilen, alanında bilgili ve deneyimli gerçek öncülerden oluşan, politika üretebilen kolektif bir kurmaylığa, merkeze ihtiyaç vardı. Ne yazık bu yoktu, Öcalan iktidarı bunu yok etme üzerine kurulmuş, yine bunun ortaya çıkmasını önleme çizgisine dayanıyordu.
IV. Kongre parti tarihinde farklı bir yere sahip bir kongredir. Gerilla alanında yapılan ilk kongre olma özelliğine sahiptir. Bu kongre çok önemli iç ve dış gelişmelerin yaşandığı bir dönemde yapıldı. I. Körfez Savaşı, Kuzeyde serhıldanlarlarla yaşanan kitlesel ayaklanma süreci, Güneyde ortaya çıkan fiili boşluk ve bunun ortaya çıkarabileceği olanaklar ve fırsatlar, dönemin önemini anlatan başlıca gelişmeler olmaktadır. Savaş ve serhildanların ortaya çıkardığı yeni durumu değerlendirmek, çok temel kararlar almak, yaşanan savaş sorunlarını çözümlemek ve çözümler üretmek, Körfez Savaşı ve olası gelişmelere karşı hazırlıklı olmak bu kongrenin yüklü gündemini ortaya koymaktadır. Bunlar kadar önemli olan diğer bir konu da partinin stratejik önderliği sorununa bir biçimiyle neşter vurmaktır. Daha açık bir ifadeyle kendisini partinin ve kongrenin üstünde bir yere oturtan, kendisini tek karar mercii haline getiren ve her türlü eleştiri ve denetimin dışına çıkaran Öcalan sorununa bir biçimiyle neşter vurmak Kongrenin çok net ifade edilmese de en önemli gündem maddesidir. Öcalan da bu durumun farkındadır ve bundan dolayı pek rahat değildir, kongre ile günlük rapor almakta ve müdahalelerde bulunmaktadır.
IV. Kongre, PKK’nin en çok kongreye benzeyen, özgür tartışmanın belli ölçüde yapılabildiği bir platformdur. Aslında parti içi mücadelenin biraz daha özgür ve adil yapılabildiği bir kongredir. “Biraz” diyoruz, çünkü bu durum görecedir ve kısa süre ile sınırlıdır, Öcalan çok geçmeden bu duruma müdahale edecek ve kullandığı çok yönlü şiddetle iktidarını çok daha güçlendirecek ve zindanlar da dahil her alanda oturtacaktır.
Kongrede Öcalan ad verilerek eleştirilmez, ama partinin stratejik önderliğinin Merkez Komitesi olduğu vurgulanır ve karar altına alınır. Öcalan’ı hedefleyen en önemli karar ise Ortadoğu çalışmaları ve bütçesiyle ilgili bir soruşturma komisyonunun oluşturulması kararıdır. Bu, Öcalan’ın faaliyetlerinin denetim konusu yapılması anlamına gelir.
Kongre Güneye ilişkin de önemli kararlar alır. Güneye destek sunulması, Saddam’a karşı gelişecek her türlü eylemin etkin bir biçimde desteklenmesi kararı alınır. Öte yandan Kuzeydeki savaşa ve serhildanlara ilişkin de önemli kararlar alınır.
Öcalan olup bitenlerin farkındadır, ayaklarının altındaki toprağın kaymaya başladığının bilincindedir. Kongrede kendi iktidarına karşı bir denge durumunun yakalandığını, ama bunun burada durmayacağını ve sonuna kadar ilerleyeceğini bilir ve hemen hiç zaman kaybetmeden müdahale eder. Müdahale ederken elindeki bütün kozları ve iktidar hilelerini devreye sokar. Öcalan egemen sınıf iktidarları gibi son derece acımasız ve “rakiplerinin” tüm zayıf noktalarını kullanmayı ve onları o noktadan vurmayı denemekten çekinmez. IV. Kongrede partiye ve onun yönetimine müdahale eden arkadaşların en büyük zaafı, beli bir mücadele stratejisine, gerçek anlamda iktidar perspektifine sahip olmamalarıdır. Son derece saf ve temiz duygularla, hep eleştiri konusu yapıldığı gibi amatörce, “ideolojik” bakarak yaklaşırlar, Öcalan’ın olası yönelimlerini hiç hesaba katmazlar. Oysa verili sistemde iktidar savaşı son derce hazırlıklı olmayı, her şeyden önce beli bir perspektife sahip olmayı gerektiriyor. Aslında bu arkadaşların kafalarında öyle ciddi anlamda iktidar olma, bunun hırsı yoktur. Yaklaşımları son derece “ideolojik”tir. Yani “ortada olumsuzluklar var, parti kötü yönetiliyor, bunun sorumlusu da bellidir, buna müdahale etmek, ona karşı merkezi bir denge haline getirmek, daha doğrusu gerçek konumuna kavuşturmak gerekir” düşüncesindedirler. Bunun ötesinde düşünsel ve siyasal-örgütsel bir hazırlıkları yoktur. Aslında kurumlaşmış bir iktidara müdahale ediyorlar, ama kendileri bunun sonuçlarını öngörmekten yoksundurlar. Elbette acımasız, iktidar oyununu Bizans ve Osmanlı, (buna Ortadoğu’yu da eklemek gerekir) saray entrikalarını aratmayan oyunlar oynayan, hatta bunu daha kaba biçimlerde uygulayan Öcalan karşısında hazırlıksız olan arkadaşların tutunma, kendini koruma şansı olamazdı! Nitekim öyle oldu…
Öcalan IV. Kongrede kendi iktidarına karşı yarım da olsa harekete geçenin Mehmet Şener olduğunu biliyordu. Dolayısıyla onun hedeflemesi en isabetli bir taktik olacaktı. Başkasını hedeflemedi, onlara sıra gelecekti. Öncelikle Şener her açıdan, ideolojik, politik ve moral açıdan etkisizleştirilmeliydi. Bütün süreci ve ayrıntılarını bu başlık altında yazmak mümkün değildir. Ancak şu kadarını vurgulamak durumundayız. Öcalan tasfiyecilikte uzmanlaşmıştı, bütün siyasal yaşamı bununla biçimlenmişti. Kendisi bu durumu gururla itiraf eser ve bundan özel bir zevk alır. Mücadelesinin yüzde doksan – doksan beşinin PKK’ye karşı mücadele ile geçtiğini sayısız kez vurgulamıştır, en son mahkeme kürsülerinde belirtmiştir. Zindan çıkışlı birini en geniş yetkilerle Şener’in üzerine gönderir. Verilen talimat net, kesin ve her açıdan Şener’i tasfiye etmeyi ve onun üzerinden kendi iktidarını her alana tam oturtmayı hedeflemektedir. Şener’e ajan olduğunu itiraf etmesi dayatılır, aksi halde yine ajan olduğu gerekçesiyle kurşuna dizilecektir. Şener boyun eğse de eğmese de fiziki olarak ortadan kaldırılacaktır. Ama boyun eğmesi, Öcalan’ın istediği “özeleştiriyi” vermesi durumunda ölümü çok yönlü olacaktır, hem moral ve politik olarak, hem de fiziki olarak… Öcalan da bunu çok iyi biliyor. O nedenle kesin ve mutlak çok yönlü ölümü dayatıyor.
Kuşkusuz Şener bu dayatmayı kabul etmiyor, gelen kişiyi de ikna ediyor ve kendi yanına çekiyor. Öcalan işlerin sarpa sardığını, gönderdiği kişinin “saf” değiştirdiğini görünce başkalarını görevlendiriyor ve bir an önce Şener’i öldürmeleri talimatını veriyor. Bunları duyan Şener ve birkaç arkadaş daha çareyi o alanı terk etmekte buluyorlar. Bunun dışında başka bir yaşam ve mücadele seçenekleri kalmamıştır. Aslında yukarda da belirttiğimiz gibi bu arkadaşların kafalarında parti içinde iktidar olma perspektifleri olmadığı gibi, öyle ayrılma, ayrı grup oluşturma ve başka bir zeminde mücadele verme düşüncesi, hatta niyeti bile yok. Bunu Şener’in Mustafa Karasu’ya hitaben yazdığı mektupta çok net olarak görmek mümkündür. Kendi saf duyguları ve ideolojik bakış açılarıyla parti içinde bir “düzeltme hareketi” başlatıyorlar, bunun kırın kırana bir iktidar savaşımı anlamına geldiğinin bile farkına varmıyorlar. O nedenle tedbirsiz, perspektifsiz yakalanıyorlar ve kaybediyorlar. Aslında tüzüğe, genel geçer adalet ilkelerine göre Öcalan tarafından yapılan ikinci bir darbe ve büyük bir haksızlık var. Yaptığı “yargısız infazdan” başka bir şey değildir. Hiçbir kanıt ileri sürmeden, hiçbir yargılama yapmadan yaşamını devrime adamış bir devrimciyi bir çırpıda ajan ilan etmek ve ölüm fermanını çıkarmak, bütün partilileri ve halkı kendisine suç ortağı yapmak en sıradan vicdani ölçüye bile sığmaz.
Şenerler ayrıldıktan sonra amaç ve hedeflerini, var oluş gerekçelerini, mücadele anlayışlarını ortaya koyan bildiriler, bildirgeler ve daha değişik yazılı belgelerle ortaya koyarlar. Bu yazılı belgeler “resmi tarihte” anlatılan uydurmaları yalanlar. Örneğin en çok uydurulan tez şuydu: M. Şener’in gerilla mücadelesinin artık zamanını doldurduğunu, bunun yerine siyasal mücadelenin esas ve öne alınması gerektiğini söylerler. Ancak Şener’in kaleme aldığı ve bir tür program niteliğinde olan bir belgede silahlı mücadeleye sayısız kez vurgu var, öyle ki bu vurguda biraz aşırıya kaçtığı bile söylenebilir. Daha iyi anlaşılması için PKK/VEJİN adına yayınlanan bir belgeden kısa bir aktarma yapmak istiyoruz:
“PKK/VEJİN (DİRİLİŞ) Hareketi, PKK’nin çıkış ruhuna ve ilkelerine sahip olup tepedeki önderliksel yozlaşmaya karşı alınması gereken devrimci tavrın bir gereği olarak gelişmiştir.
PKK/VEJİN, Partimizin ve savaşımızın üstten tasfiyesi ve düşmanla girilen reformist anlaşmanın önüne geçmenin devrimci tavrı olmuştur.
PKK/VEJİN, tamamen şehit kanı ve dağ ve zindan direnişçilerinin emek değeri olan partimizin Apo’nun elinde bir aile şirketine dönüşmüş olmasına karşı bir emek hareketi olarak gelişmiştir.
PKK/VEJİN, Apo’nun eliyle yozlaştırılan parti ahlakına ve kültürüne karşı devrimci ahlak ve kültürün zorunlu direnişi olarak doğmuştur.”
Açık ki gerillanın ve serhildanlara dayalı mücadelenin yükselişte olduğu bir dönemde Şenerler veya başkaları hangi doğruları ifade ederlerse etsinler sözlerini savaşanlara ve halka dinletmeleri olanaksızdı, en azından kısa vadede böyleydi. Bu, niyetlerden bağımsız olarak böyleydi, objektif bir olguydu. Bunu Öcalan da biliyordu ve bu noktaya yüklenmekten geri durmuyordu. Daha sonra Suriye istihbaratının da desteği ile Şener’i, bu gözüpek ve direnişçi, mücadelemizin ortaya çıkardığı bu büyük değeri katletti. Aslında Öcalan’ın gerçekleştirdiği en büyük katliam, zindan direnişleri ve kişilikleri üzerinde gerçekleştirdiği irade katliamıdır. Öcalan Şener’i tasfiye etmekle kalmadı, bunu bütün partiyi, özellikle zindanları teslim almada ustaca kullandı. İzmir Suikastı, nasıl ki M. Kemal’in iktidarını oturtmada, bütün muhaliflerini temizlemede ve etkisizleştirmede, her türlü karşı alternatifi ortadan kaldırmada bir araç olarak kullandıysa, Öcalan da Şener üzerinden geliştirdiği yargısız infaz olayını da kendi iktidarını her alana oturtmada ve bütün olası seçenekleri temizlemede bir araç olarak kullandı. Bu, tam anlamıyla bir irade kırma ve teslim alma hareketinden başka bir şey değildir. Öcalan’ın önü düzlenmiştir artık, bütün iradeler kırılmıştır. O artık partinin her şeyidir, daha doğrusu o partinin kendisidir! Partililerin ve halkın tek bir işlevi vardır:
Kul olarak itaat etmek!”
(KUKM’ni Toparlama ve Yeniden inşa BİLDİRGESİ’nden, 2004)