0 0
Read Time:3 Minute, 55 Second

bayrak-ya_sev_ya_terk_et_R. T. Erdoğan’ın son Kürdistan “seferi”nde sarf ettiği sözler… Bu sözleri sadece MHP, AKP ve diğer sömürgeci devlet partilerinin bir sloganı olarak algılamamak gerekiyor. Bu, bir devlet politikasıdır. İnkâr ve imha sisteminin en açık ve dolaysız ifadesidir!

1915 Ermeni Soykırımı da bu politikanın bir sonucudur. Bilindiği gibi, İttihat ve Terakki Cemiyeti, imparatorluk sınırları için devlet gücüyle bir Türk ulusu yaratma programını benimasmiş, 1. Dünya Savaşını, bu programını hayata geçirmede elverişli bir dönem olarak algılamış ve Ermeni Tehcir ve Soykırımını merkezi olarak uygulamaya koymuştur.

Cumhuriyeti kuran kadro, İttihat ve Terakki ile Teşkilatı Mahsusa’nın üyeleridir ve aynı programa sahip idiler. Devlete dayalı ve devlet eliyle tek ulus, tek dil, tek vatan yaratma programı o günden bu yana devletin değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez resmi çizgisi, hükümetler üstü bir tabu olarak varlığını sürdüregeldi. Bunun sonuçları zamana yaydırılmış bir soykırım hareketinden başka bir şey değildir. Katliamlar, kanlı göçertmeler, sayısız cinayet, kirli kontrgerilla yöntemleriyle icra edilen ve kurumlaştırılan sömürgeci bir sistem olarak kendisini bugüne taşıdı.

Ama önleri dümdüz değildi, yenilgilere ve ihanetlere de uğrasa, her defasında Kürt halkının direnişleriyle karşı karşıya kaldılar. Her direniş karşısındaki politikaları ve uygulama yöntemleri aynıydı: Kan ve katliamla bastırma, göçertme ve sayısız kirli özel savaş operasyonu…

TC Başbakanı ve AKP Genel Başkanı sıfatıyla Hakkâri’de yaptığı konuşmada R. T. Erdoğan’ın söylediği “Ya sev, ya terk et” sözleri, sadece bir öfkenin dışa vurumu, kimi güncel hesaplarla kullanılan bir tehdit veya ordu ile vardığı “uzlaşma”da samimiyet testi olarak algılamak, son derece yanılgılıdır. Yine bunu, son dönem olaylarının yarattığı “gerilimin” sonucu savrulan günübirlik tehditler olarak algılamak da doğru değildir.

R. T. Erdoğan’ın ağzından dile getirilen sözler, İttihat ve Terakki yönetimine kadar gidersek 100 yıllık bir devlet politikasını anlatmaktadır. Kuşkusuz çaresizliğin yarattığı bir gerginlik, gerginliğin yol açtığı bir “denge kayması” var ve bunun “kullanılan üsluba” bir etkisi vardır. Ancak bu yüzeydeki etkiler aldatıcı olmamalıdır; devletin resmi çizgisinin tarihsel derinliğini, politik kapsamını çok iyi ve doğru kavramak gerekir.

Bu politik derinlik ve politik kapsam doğru kavranmadığında, inkârcı ve imhacı sömürgeci sistemden medet umma, sadece bir ruh hali, bir davranış biçimi değil, bir politik program haline de gelir. Her fırsatta “Cumhuriyetin temel nitelikleriyle bir sorunumuz yok, sistemin özüyle bir sorunumuz yok” diyenlerin yaptıkları eylemlerin biçimi, çapı ve kitlesel katılım düzeyi ne olursa olsun alacakları karşılık, “Ya sev, ya terk et”ten başkası olmayacaktır.

Devletin “kitabında” Kürt, Kürt ve Kürdistan sorunu yazılmıyor. Onların kitabında “Ya sev, ya terk et”ten başka bir şey yazılmıyor. Bunun anlamı da çok açıktır: Ermeni Tehciri ve Soykırımı, sayısız Kürt katliamı, Tedip ve Tenkil Harekâtları, göçertmeler ve zamana yaydırılmış çok yönlü ulusal ve kültürel soykırım…

“Cumhuriyetin temel nitelikleriyle bir sorunumuz yok, sistemin özüyle bir sorunumuz yok, Cumhuriyetin demokratikleşmesini istiyoruz” diyenler, bunu bir politik program olarak ilan edenler, bütün eylemlerini bu hedefe bağlayanlar, aslında, Ya sev, ya terk et” çizgisinin birinci bölümünün gereğini yerine getirdiklerini düşünüyor, bunu her fırsatta dile getirdiklerini tekrarlayıp duruyorlar. Ama buna rağmen herhangi bir itibar görmüyorlar, tersine “parya muamelesi” görmekten kurtulamıyorlar… Bu, sadece bir aşağılama değil, politik bir çizginin dayattığı davranışın kendisidir!

“Ya sev”, aslında ilk bakışta teslim olmayı, kendin olmaktan çıkmayı anlatıyor gibi… Ancak politik ve pratik gerçeklik bundan daha öte bir şeydir… Çarpıcı bir örnek konuyu daha çok anlaşılır kılacaktır kanısındayız.

Diyarbakır Zindanı’nda Esat Oktay Yıldıran’ın emrimdeki gardiyanlar, komutanlarını talimatlarını yerine getirirlerken “Ya bu deveyi güder, ya bu diyardan gidersiniz” değil; “Ya bu deveyi güdersiniz, ya bu deveyi güdersiniz” diyorlardı. Yani tutsakların tek bir seçeneği vardı: Her açıdan ölüm, özellikle politik-ulusal ve toplumsal ölüm! Tek başına teslim olmak, itirafçılaşarak ihanet etmek, her denilene evet demek yetmiyordu. İnsan olarak ulusal ve bireysel kimliğinin tümden ölümü ve direnme umudu ve gücününün tümden yitimi, evet ancak bu “son” onları tatmin ve “mutlu” edebilirdi…

“Bu devleti ve vatanı sizden daha fazla seviyoruz” demiyorlar mı, “Demokratik Cumhuriyet”, “Demokratik özerklik” bunun politik ifadesi değil mi? Yani anılan sloganın ilk bölümünü yerine getirdiklerini sanıyor ve ona göre bir karşılık bekliyorlar. Ama aldıkları karşılık Ya sev, ya terk et”ten başkası değil. Bu, anladıkları “Sev” eyleminin İmralı, DTP ve o eksendekilerin anladıkları “Sev” değildir!

Anladıkları “Sev”, aslında fiziki terk değil, politik-ulusal ölümden başkası değildir. Dolayısıyla Diyarbakır Zindanında dile getirilen “Ya bu deveyi güdersiniz, ya bu deveyi güdersiniz” çizgisinde olduğu gibi, dayatılan slogan iki seçenekli değil, tek seçeneklidir: Ya terk et, ya terk et!” Başka bir ifadeyle “En iyi Kürt ölü Kürt’tür!”

Devlet ve her düzeydeki yetkilileri politikalarını çok açık ve net ifade ediyorlar, kimiz zaman ırkçı ve soykırımcı yüzlerini ve kimliklerini gizleme gereğini dahi duymuyorlar!

Ya “Bizim” “Tanrı”, Peygamber”, “Önder” kılıklı, gerçekte cüce bile olamayan politikacılarımız ne yapıyor; yalvarmaktan, medet ummaktan, yalvarmayı politika sanatı olarak sunanlar ne yapıyor? Ya en temiz duygularla apaçık yanılsamayı göremeyen, görmek istemeyen halkımız, o, bu Tragedyanın figüranı olamaya ne zaman kafa tutacak, ne zaman kendi kaderini ve iradesini eline alacak?

4 Kasım 2008

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %
News Reporter