Read Time:6 Minute, 0 Second
ŞOVENİZİM NEDEN TIRMANDIRILIYOR
Sema SULTAN
Son günlerde bir kez daha tanıdık olay ve görüntülerle karşılaşır olduk. Newroz’dan hemen sonra başlatılan bayrak olayı toplumsal bir histeriye dönüştürüldü. TV ekranlarında günlerce bayrak dalgalandırıldı. Türk bayrağını yüceltme törenleri düzenlendi.
Son günlerde bir kez daha tanıdık olay ve görüntülerle karşılaşır olduk. Newroz’dan hemen sonra başlatılan bayrak olayı toplumsal bir histeriye dönüştürüldü. TV ekranlarında günlerce bayrak dalgalandırıldı. Türk bayrağını yüceltme törenleri düzenlendi.
Genel Kurmay eliyle yaratılan toplumsal alınganlık ve öfkenin ardından da faili belli (kontrgerilla) saldırılar tekrar başladı. Avukat Medeni Ayhan’a karşı yapılan silahlı saldırıyı Gazi Mahallesinde bir devrimcinin katledilmesi izledi. Toplumda devrimci demokratlara karşı adeta cadı avı başlatıldı. Trabzon’da hapishanelerdeki faşist uygulamalara dikkat çekmek isteyen gençler linç edilmek istendi.
Kuşkusuz ki bu gelişmeler çeşitli çevrelerin farklı tartışmalar yürütmesine neden olmaktadır. Kaygılar ve sorular her geçen gün artmaktadır. KONGRE-GEL ve onun ekseninde hareket edenler bunun, barış sürecine karşı geliştirilen bir provokasyon olduğunu belirtmekteler. İçine girdikleri teslimiyet gereği Sömürgeci devletin şoven milliyetçi karakterini gözlerden kaçırtmaya çalışmaktalar. Yine bazı çevreler ise devletin AB uyum sürecinde attığı adımlardan geriye dönme olarak yorumlamaktadır. Kimileri de şovenizmin MHP’liler tarafından geliştirildiğini 12 Eylül öncesinde olduğu gibi solcularla MHP’liler arasında çatışma yaşanacağını belirtmekteler. Farklı yorum sahiplerini birleştiren ortak nokta ise yaşadıkları korku ve kaygılardır. Kısacası toplumda korku dağı yaratılmıştır. Kafalarda sorulan sorular, tartışılan konular acabalar ile başlamaktadır. Acaba yeni bir Maraş yaşanır mı? Türk milliyetçileri ne zaman Kürtlere saldırır? Huzur ‘ortamı’ bozuluyor mu? Neden Türk milliyetçiliği böylesine şahlandı vb. Bütün bu gelişmelerin toplumsal ve siyasal analizinin doğru yapılabilmesi için tarihi gerçeklere ve basın aracılığıyla yayılan yorum ve haberlere bakmakta yarar var.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye basınında Hitler’in Kavgam adlı kitabının çok satıldığı önemli bir gündem maddesi olarak işlendi. Türkiye’de milliyetçi ideolojilere ilginin giderek arttığı, bunun önemli bir tehdit olduğu tespitleri yapıldı. Aynı günler içinde Orta Anadolu Kürtlerine karşı silahlanıldığı haberleri yayıldı. Hemen akabinde Kürtlere dönük çeşitli saldırılarla, daha yaygın katliamların yapılabileceğinin sinyalleri verildi. Genel Kurmay da Güney Kürtlerini hedef gösterip bütün Kürtleri açıkça tehdit edince kalemini ve vicdanını Ordu Sandığına bırakanlar kendilerine görev çıkarmaktan geri durmadılar. Ölüden düşman yaratma becerisine ulaştılar. Öcalan’ın Genel Kurmay patentli hayali Konfederalizm uydurmacasına dahi ‘dört parçayı birleştiren devlet kurmak istiyor’ diyebildiler. Ortada bir iç düşman var! Bu ‘iç düşman’ nereye niçin saldırdığını dahi bilmeyen, dün İtalyan limonlarını ezen bugün solcu birkaç genci ezmek için galeyana gelen bir kalabalık yaratıyor. Bu gözü dönmüş kalabalıklar polis düdüğünün ardından tıpkı 6–7 Eylül olaylarında olduğu gibi dağılacaklar. Evlerine gidip iş sıkıntılarına dalacaklar. Cumhuriyet tarihinde benzer sayısız katliam ve linç olayı yaşanmıştır. Rumlara 6–7 Eylül’de kimlerin saldırıp mallarını talan ettiği sır değildir. Yine Maraş’ta Kürtlerin ve Alevilerin nasıl katliamdan geçirildiği hala belleklerdedir. İmralı teslimiyetine rağmen devlet operasyonlarını aralıksız sürdürmüştür. İşkenceler faili belli cinayetler devam etmiştir. Görüldüğü gibi ortada ne bir huzur ortama ne de bir barış süreci vardır. Devletin şiddet zincirine eklediği halkalar vardır. Özcesi son yaşanan olayların da Ordu-devlet eliyle geliştiği çok açık. O halde burada yanıtlanması gereken önemli birkaç soru var. Bütün bunlar nasıl bir iç ve dış politik zeminde gerçekleşti? Türkiye’de şovenizm nasıl yükseldi? Bu yaratılan atasmfer ile amaçlanan nedir?
Kemalist cumhuriyetin ırkçı şoven ideoloji üzerinde şekillendiği bir olgudur. Cumhuriyet kadroları katı şoven ideoloji ile şekillendirilmiştir. Ulusal kimliği ne olursa olsun herkes Türk olmak, devleti saymak, vatanı iç ve dış düşmanlara karşı korumak zorundadır. Bugün sosyal demokrat kimlik altında hareket eden partilerin Kürtlere, Ermenilere, Kıbrıs konusuna bakış açılarına bir göz atalım. MHP ile aralarında hiçbir fark yoktur. Hatta Deniz Baykal’ın son günlerde yaptığı açıklamalarla MHP’nin parlamentodaki boşluğunu aratmadığını belirtmek abartı olmayacaktır. Milliyetçi örgütler bizzat devlet tarafından kurulmuş, kadroları ABD’de eğitim görmüştür.12 Eylül öncesinde sosyalist ve devrimcilere karşı bir cinayet şebekesi olarak kullanılan MHP sonra UKM’sine karşı kullanılmıştır. Devletin her zaman elinin altında halklara karşı kullanacağı cinayet şebekeleri, ırkçı politikalarını sokağa taşıyacağı kadroları vardır. Faşizmin kof kalabalıkları şuursuzca bir çılgınlığa çevirdiğinin sayısız örneği vardır. Bu kalabalıkların devlet karşısında iradelerinin olmadığını kontrollü hareket ettirildiğini belirtmek gerekmektedir. O halde son yaşanılanlara bakarak Türkiye’de gerici akımlar güçleniyor, demokratikleşme adımlarından geri dönülüyor tespitini yapmak doğru olmayacaktır. Burjuva demokrasilerinin süslü bir şiddet olduğu defalarca kanıtlanmış bir gerçektir. Bu gerçeklerin ışığında Türkiye’deki siyasal atasmfere daha yakından bakabiliriz.
TC devleti AB yolunda ev ödevlerini ağır aksak da olsa yerine getirirken ve belli bir takdir de toplarken ne değişti? TC devleti böyle bahar taarruzuna kalktı? Bilindiği gibi TC devleti Öcalan eliyle KUKM’yi tasfiye etmenin verdiği görece rahatlığın üzerinden politika yapmaktadır. Ancak bu rahatlığın görece olduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü Öcalan eliyle Kürtleri kontrol etse de Kürt sorununu potansiyel bir tehdit olarak görmektedir. Çünkü son 25 yılın yarattığı devrim değerleri, 200 yıllık direniş tarihi ve diğer parçalardaki gelişmeler Kürtlerin vatan ve devlet özlemlerini diri tutmaktadır. Amerikan işgalinin gölgesinde de olsa Güney Kürtlerinin devletleşme doğrultusunda attıkları adımlar TC’nin istemediği bir durumdu. Bütün itiraz tehdit ve şantajlarına rağmen Güneydeki gelişmeleri etkileyebilecek gücünün olmadığını gördü. Öte yandan Kıbrıs konusunda AB ile aralarında bazı çelişkiler yaşadıkları bir olgu. Ordunun Kıbrıs konusundaki statükocu yaklaşımları sancıları daha da derinleştirmektedir. Bütün bunların yanında başta Güney Kürdistan konusu olmak üzere ABD ile de belli sıkıntılar yaşayan TC devleti, böyle bir siyasal atasmferde iç politikada baskıyı artıma seçeneğini tercih etti. Cumhuriyetin en önemli ayaklarından olan ulusal ittifakı dünya aleme gösterme, Türk milliyetçiliği motiflerini güçlendirmeye yöneldi. Bunun için de devletin bütün araçları (basın yayın, partiler, vb) seferber oldular. Tabi ki hedefte Kürtler vardı. Kürtlere karşı devletin yumruğu bir kez daha inmeye başladı. DEHAP’ın sergilediği en geri tavırlar, özür dilemeleri kabul görmedi. Böylelikle Kürtlere diz çökmenin ve onursuzca yalvarmanın dışında hiçbir seçenek tanımadıklarını bir kez daha göstermiş oldular. Şoven saldırıların birinci hedefinin Kürtlere gözdağı vermek olduğu sır değil. O halde devlet, Kürtler adına söylenmiş tek bir ses dahi duymak istemiyor. Konuşan, ulusal değerlerine sahip çıkan her Kürt bir kurşuna hedef olabilir. Kürtler bunun bilinciyle hareket etmeli ve hizaya girmeliler. Bununla birlikte diğer önemli bir neden de iktidar ilişkilerinin yeniden düzenlenmek istenmesidir. Bilindiği gibi Ordu Cumhuriyet tarihi boyunca gerçek iktidar odağı olmuştur. Gerek AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin verdiği güven, gerek AB uyum sürecinin bir gereği olarak TSK’nın iktidar üzerindeki etkisini sınırlama tartışmalarını doğurmuştu. Ordunun iktidar üzerinde denetimi olsa da bunu artırmak istediği bir gerçektir. Genel Kurmay’ın hükümeti sert bir dille ’Kuzey Irak politikasının olmaması’ şeklinde eleştirmesi, Erkan Mumcu ile AKP’de başlayan istifalar, ardından geliştirilen milliyetçilik ordu denetimini arttırma amaçlıdır. Görülen odur ki iktidar ilişkilerinde ince ayar yapılmaktadır.
Yine toplumun böyle terörize edilerek devrimci demokratların susturulmak istendiği de diğer bir amaçtır. Devletin faşist uygulamalarına itaat etmeyenler Ortaçağ avlarıyla tehdit edilmektedir. Diğer bir amacın da dış politikaya dönük olduğunu belirtmek gerek. Özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliğine alınmaması halinde gerici akımların güçleneceği açıkça ifade edilip AB’ye mesaj verilmektedir. Yine devletin sokağa hâkim olduğunun, devlet politikalarına kitlelerin destek verdiğini göstermenin de dayanağı yaptığını da belirtmeliyiz.
Devrimciler bu tablodan ilkelerine sarılmanın önemini çıkarmalıdırlar. Kuşkusuz devrimci yurtseverlerin işi hiçbir zaman kolay olamamıştır. Ancak kof ve bilinçsiz yığınlar dağılmaya her zaman mahkûm olmuştur. Çünkü halkların birbiriyle bir sorunu yoktur.25 yılık mücadele tarihimizde Türk ve Kürt halkı çatışma yaşamamıştır. Halkların gerçek kardeşleşmesi resmi ideolojinin hegemonyasından çıkıp sınıf bilinciyle donanmalarıyla mümkündür. Devrim değerlerimiz ve doğru bir bakış açısıyla olayları değerlendirme geleceği kazanmanın anahtarıdır. Bilinçli ve kararlı adımların sahipleri ancak gidişi tersine çevirebilir.
14 Nisan 2005