Engin Çeber 29 yaşında bir devrimciydi.Bingöl’lü yoksul Kürt ailenin çocuğu olarak yaşama gözleri açtı.Açlığın ve sefaletin hüküm sürdüğü bu coğrafyada yoksulluğun izlerini derinden hissederek büyüdü.Özgürlüksüz ve geleceksiz bırakılmak istenen çocukluğumuzun özlemleri ile hayallerini oda paylaştı.
Babasının işsiz kalmaması,gecekondu’da olsa barınabilecekleri bir evi,oyunlar oynayıp haylazlıklar yapabileceği arkadaşları ve büyüyünce ne olacaksın sorusuna vereceği sevinç dolu cevapları…
Yoksul Kürt çocukları büyüyünce ne olurdu?Çocuğun çocukluğumuzun düşlerinin neresindeyiz?Yaşamın katı gerçekleriyle tanıştığımızda,çocuksu duygularla kurduğumuz düşlerin bize reva görülen koşulların altında nasılda uzak olduğunu kavrayacak,anlamak için büyümemize bile gerek kalmayacaktı. Sahi büyüyünce ne olunurdu?
Yıkık ve virane ülkeden,büyük şehirlerin varoşlarına göç etmiş veya ettirilmişsen çocukluğunu nasıl yaşayabilirsin ki? Daha çocukken anlamaya başlarsın sefaletin ne demek olduğunu.Üzerindeki eskimiş elbiseden,ayaklarındaki yırtık papuçlardan,çevrendeki kederli yüzlerden ve senin gibi yaşayan insanlardan.Burada yoksulluk herkezin ortak sorunudur.Ne bir eksik ne bir fazla hayatın döngüsü yoksulluk üretir sürekli.
Çocuğun,çocukların düşlerine ulaşması önünde sayısız engel vardır.
Engin’lerin yaşam öyküsü ne kadar bilindik değil mi? Acıları,savruluşları,hüzünleri ve umutları…
Kısa süren ömrüne sığdırdığı yada sığdıramadığı düşleri,hayalleri ve özlemleri…
Onun yaşam öyküsü senin,benim,bizlerin öyküsüdür.
Büyük şehirlerde yaşıyor olmak kopup geldiğin toprak damlı köyler’den,ülkendeki hayatından daha korunaksız olduğun anlamına gelir.Gelip yaşadığın yerin İstanbul,İzmir,Ankara vb. olmasının pek bir önemi yoktur.Nereye giderseniz gidin hep aynı manzarayı görürsünüz.Yoksulluk!
Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde sizin gibi aynı”kaderi” paylaşan insanları yanı başınızda bulursunuz.Bu şehirlerde büyüyen yoksul Kürt çocuklarını bekleyen tehlikeler,çevresini sarıp sarmalayan korkular nasıl aşılırdı? Belli bir yaşa kadar sınırları içinde yaşansada asmtinin dışına çıkamayan,gezme ve görme olanağı bulamadığı şehirde ötekileştirildiğinin bilincine sahip olduğunda,neden ve nasıl sorusuna verebildiği cevapta gizli gelecek hayatının seyri.
Televizyon ekranlarında,renkli gazetelerin üçüncü sayfalarında ve toplumsal yaşamda seyrettiğimiz,okuduğumuz ve şahit olduğumuz koşullarımızın sorumluları kim,kimlerdir? Kürt çocuklarını köhne karanlıklara iten,yoksulluğundan faydalanarak onları bilinmezliklere sürükleyen,uyuşturucunun,mafyatik kirliliğin insafına terk edenler yaşamak zorunda bırakıldığımız koşulların yaratıcılarıdır.Ülkemizi sömürgeleştiren bizi kimliksiz ve geleceksiz bırakmak isteyenlerdir.
Peki neden,evet neden?
Sorabiliyorsan kendine ve çevrene öğreniyorsun demektir birbiriyle bağlantılı nedenleri.Öğrendikçe anlarsın ezeni-ezileni,zengin ile fakiri ve değişim eyleminin zorunluluğunu…
Bulunduğun yerden yaşamı sorgulamaya başladığında,yaşamına yön veren bilinçli özneye dönüşürsün.Sömürüyü,baskıyı ve sefaleti normal karşılayan,bunları değiştirilmez kader sayan anlayışları kabullenmezsin.Bireysel kurtuluş hikayelerinin farklı ağızlarla empoze edilmesine aldanmazsın.Üzerinde yaşadığımız coğrafya’da yoksulluğumuzun,yoksunluğumuzun nedenini ne alın yazısında,ne kötü felekte,ne de az veya çok çalışmakta aramazsın.
Servet-sefalet kutuplaşmasında saflar net,mücadele kesintisizdir.Gerçekte bir avuç olan sermaye sahipleri sınıfsal çıkarlarını korumak,milyonlarca emekçinin alınterini sömürmek ve yoksullar örgütlenip başkaldırmasın diye devlete onun baskı ve zor araçlarına ihtiyaç duyar.Toplumsal muhalefeti sindirmek için sistematik saldırılar geliştirir.Devletin üç temel ayağı;yargı-yasama-yürütme mekanizmalarını bu amaç doğrultusunda düzenler ve yapılandırır.Devrimci-yurtsever mücadeleyi dağıtmak,direnme potansiyelini bitirmek adına yasa,ceza,mahkeme,zindan’lar ve işgence,sürgün,tutsaklık,katletmek’le örülü topyekün savaş politikalarını ödünsüz sürdürürler.
Neden ve nasılın cevabını içine girdiğin özgürlük kavgasında çözümleyebilir,kurtuluşun; devrimcileşmekten,devrimci sosyalizm davasından geçtiğini görürsün.
Engin’de,”gelecek güzel günlere” inanan,mücadelesinde tereddütsüz kararlılığa sahip devrimci bir dostumuzdu.İstanbul’un emekçi mahallelerinde,büyüyüp yaşamı tanıdığı bu alanlarda;uğruna gözaltı,hapishane ve en sonu hunharca katledilmeyi göze aldığı ideallerine sarılarak devrim mücadelesinin ölümsüz neferlerinden biri olmuştur.Katledilmesinden sonra yayınlanan resimleri bile mücadeleci duruşunun özetidir.Resimlerden biri önceki tutsaklık sürecinde F Tipi hücrelerde çekilmiş,diğeri de katledilmesiyle sonuçlanan sürecin başlangıç gününe ait.Elinde tuttuğu dövizde: ” Ferhat Gerçek’i vuran polis hala yargılanmadı” yazıyordu.
7 Ekim 2007 tarihinde,İstanbul Yenibosna’da gazete bayiilerinde satılan ‘yürüyüş’ isimli haftalık derginin dağıtımını yapan gençlere polisler silah kullanarak saldırmış,polisin açtığı ateş sonucu 17 yaşındaki Ferhat Gerçek omuriliğine saplanan kurşunla sakat kalmıştı.Ferhat’ı vuran ve sakat bırakan polisler hakkında soruşturma açılmışsa da Ferhat için 15 yıl,vuran polis hakkında 9 yıl ceza istenmiştir.Buradan da anlaşıldığı gibi yargı polislerin lehine işlemektedir.Ateş açan polis tutuklanmamıştır.Ferhat’ı sakat bırakan polisler ”görevlerine” devam etmişlerdir.
Şimdilerde tekerlekli sandalye ile yaşayan,adalet arayan Ferhat Gerçek ve arkadaşları silahlı saldırının sorumlusu polislerin yargılanıp tutuklanmaları amacıyla çeşitli kampanyalar düzenliyor,basın açıklamalarıyla seslerini kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlardı.
28 Eylül 2008 tarihinde,son olarak aralarında Engin Çeber’inde bulunduğu yürüyüş dergisi okurları İstanbul,Sarıyer ilçesi,Derbent Mahallesinde basın açıklaması yaparken polisler tarafından dövülerek gözaltına alındılar.
İstinye polis karakoluna götürülen Engin ve arkadaşlarına karakolda işgence yapıldı.İstinye’de boğaza nazır villalara,burjuvaların yatlarına ve teknelerine bekçilik yapan bu katiller sürüsü,Engin ve arkadaşlarını sonrasında mahkemeye sevk etti.Haksız yere gözaltına alınıp,şiddete maruz kalmalarına rağmen,polis-savcı işbirliğiyle tutuklandılar.
Metris hapishanesinin girişinde işgence yapma sırası bu sefer jandarmadaydı.Türk askerinin,Türk polisinden işgence ve onursuz dayatmalar konusunda geri kalır yanı olmazdı.Burada da Engin ve arkadaşlarına saldırdı.Çapulcu jandarmanın tekmeleri,yumrukları ve joplarıyla bedeninde açılan yaralarla,Metris’in yeni açılan bloklarındaki hücrelere konuldular.Hapishane müdürü,savcısı ve gardiyanlar tarafından tertiplenen,günlerce süren dayak ve kötü muamele uğradılar.Hapishane müdürü ve savcısının talimatıyla;Engin’in bulunduğu hücreye her defasında çeşitli bahanelerle giren gardiyanlar ona keyfi dayatmalarda bulunuyor,karşılarında bu dayatmaları kabul etmeyen Engin’i gördüklerinde gözü dönmüşçesine saldırıp, öldürücü darbeler vuruyorlardı.Karakolda başlayan dayak,hapishanede katlanarak devam ediyordu.
28 Eylül’den,8 Ekim’e kadar süren ve 10 Ekim günü hastanede ölümle sonuçlanan işgenceyi,devletin kayıtlarına göre ‘’kademeli ve orantılı güç’’ü daha fazla kaldıramayan Engin Çeber,beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti.Müvekkilleriyle görüşme yapmak için hapishaneye giden avukatların Engin Çeber’le görüşme taleplerinde bulunması karşısında hapishane müdürünün ‘’müvekkiliniz morgdadır,gidin alın’’ sözleri işgence de ölüm konusundaki pişkinliği ve umursamaz tavırlarını yansıtmıştı.Hem katletmiş,hem de yakınlarına ve avukatına bilgi verilmemişti.Avukatlar o gün hapishaneye gitmemiş olsaydı,lütuf edip bir açıklama dahi yapmayacaklardı.Avukatlara ‘’morgdadır’’ denilse de,Engin’in Şişli Etfal Hastanesine kaldırıldığı ve bitkisel hayata girdiği öğrenildi.Hastane ve adli tıp’ın raporlarından sabit olduğu üzere işgence sonucu bitkisel hayata giren Engin’in kalbi 10 Ekim günü durdu.Engin Çeber yaşamını yitirdi.Engin Çeber,İstanbul 1 Mayıs mahallesinde binlerce insanın katıldığı törenle ölümsüzlüğe uğurlandı.
Engin Çeber’in işgence sonucu hayatını kaybetmesi akabinde ilerici-muhalif güçlerden,aydın ve gazetecilere kadar kamuoyunda yankısını buldu ve tepkiler büyüdü.14 Ekim tarihinde,AKP hükümetinin ‘adalet’bakanı Mehmet Ali Şahin ‘’şahsı ve hükümeti adına özür’’diledi.AKP’nin ‘insan hakları’ cilasının döküldüğü,yakın zamana kadar AKP hükümetine iyimser duygular besleyen liberal çevrelerin bile gidişattan hoşnut olmayan yaklaşımlarını dillendirdiği aşamada,bu ‘özür ve gereken yapılacaktır’ manevralarına kimseler rağbet etmedi.
Engin Çeber’in katledilmesinin ardından ‘’özrü kabahatından büyük’’ diyebileceğimiz gelişmeleri kısaca verelim.İşgencenin TC devlet politikası olduğunu,AKP’nin de diğer hükümetler gibi işgenceyi sürdüreceğini ve işgenceci memurlarını koruyacağını belirtelim.
Bakırköy savcılığı tarafından yürütülen soruşturma neticesinde ifadelerine başvurulan hapishane personelinden sadece altı gardiyan tutuklandı.Lakin,tutuklanan gariyanlar ‘’işgence yaparak ölüme sebebiyet vermekten’’ değil,’’kastı aşan şekilde ölüme sebebiyet vermek’’ iddiasıyla tutuklandı.Yani,içeride fazla kalmamaları isteniyor.Yakın zamanda üniformalarına kavuşacaktırlar.
İstinye polis karakolundaki görevli polisler savcılığa ifade vermiş,hiçbiri tutuklanmamıştır.Tamda bu süreçte İstanbul emniyet müdürü,insan yarması,pala Celalettin Cerrah’ın şikayetleri gündeme geldi.Cerrah:’’ Bu olaylardan dolayı mağdur olduk.Bu iddialar yüzünden polis olarak,görev yapmakta sancılı ve sıkıntılıyız…’’ demiş buyurdu.Cerrah’ın mızmızlanmasını siz;’’ bırakında işgence ve cinayetlerimize rahatça devam edelim’’ şeklinde okuyabilirsiniz.AKP hükümetinin emniyet müdürüne yakışanda budur.
Soruşturma için ‘gizlilik’ kararı alındı.Neyi gizledikleri de malumunuz.Suçlarını! Arkasından savcılığın isteğiyle ‘yayın yasağı’ konuldu.Soruşturmanın selameti için denilse de,sorumluların aklanması için gizlilik ve yayın yasağı kararı alındı.Engin günlerce süren işgenceyle katledilirken kılını kıpırdatmayan savcılığın,işgence de ölüm olayının üzerini kapatmadaki performansını not etmek gerekir.Türk yargısının asli görevlerinin ne olduğunu da özetlemektedir.
Engin Çeber’in avukatları ve yakınlarının kaygı ve uyarıları da ‘’davanın üzerinin örtünmek istendiği,gerçek sorumlulara dokunulmadığı’’ yönündeydi.İşte, ‘Adalet’ Bakanlığının aldığı son karar bu kaygı ve uyarıları teyit eder şekildedir.
7 Kasım 2008’de gizli olarak yayınladığı kararnameyle: Metris hapishanesi birinci ve ikinci müdürü ile birlikte,Metris’te görev yapan 24 gardiyan’ı başka hapishanelere tayin etti.Güvenlik gerekçesiyle de kimlerin nereye atandığı gizli tutuldu.
Adalet Bakanlığının atama kararını’’ bir ödül ve koruma önlemi’’ olarak değerlendiren avukat Oya Aslan’ın,Radikal gazetesine verdiği demeçte, Adalet Bakanlığının ne yapmak istediğini açıklıyor.Engin Çeber’in avukatı Oya Aslan:’’ İdari soruşturma kapsamında öncelikle yapılması gereken müdür ve gardiyanların açığa alınmasıydı.Yapılmadı.Bu yer değiştirmeler,dava dosyasının uzamasına ve davanın zaman aşımında düşmesine neden olacaktır.Birtan Altunbaş davası bunun en iyi örneğidir.Kişiye ulaşma imkanı ortadan kalkıyor,dosya uzuyor.’’ Sözleriyle konuya açıklık getirdi.
Karakolda başlayan,hapishane’de devam eden işgence de ölüm,söylenen ‘’özür’’ ve sonrası yaşanan gelişmeler bunladır.
ferhat.ucoluk@gmail.com